|
![](/i/favi32.png) A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3müşök, (r. “meşok” uzunca, rus biçiminde olan)
|
səhifə | 65/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| müşök, (r. “meşok” uzunca, rus biçiminde olan) çuval (krş. kap IV, 1.) .
müştök (r. “mundştuk” ) ağızlık.
müyüz, boynuz, boynuzlar; koökor müyüz: 1) koç boynuzu şeklinde olan mimari tezyinat; müyüzü çıkpadı: muvaffak olmadı, teşebbüsünden hiçbir şey çıkmadı; müyüzünğ kança boldu? : tattın mı? bir şey kazandın mı?
müyüzdüü, boynuzlu; müyüzdüü iri mal: iri, boynuzlu hayvan: sığır hayvanı.
N
naabay, f. 1. fırıncı: ekmek pişiren; yufkacı; naabay ölüp atsa, koynunan nanı çığat ats. : yufkacı ölürken bile koynundan yufkaları dökülür; 2. yufka satan; 3. naabaykana.
naabayçı = naabay 1. 2.
naabaykana, f. ekmekçi fırını.
naadan, f. cahil, nadan, ahmak.
naadandık, cehelet, hamakat.
naal, a. (çkçedeki) nalça.
naalat, a. 1. lânet; atanğa naalat! : babana lânet! ; 2. mel’ûn.
naalı-, f. inlemek, ağlamak, şikây etmek.
naalış I, inleme; inilti, alın yazısında şikâyet.
naalış- II, müş. naalı-‘dan.
naam, f. 1. ad, nam, isim; 2. lâğap, unvan; soğuştuk naam: askerî unvan.
naamduu, namlı, müsemmâ.
naar I, f. aş, yiyecek; naar al-: gıda almak, hafif tertip karın doyurmak; oozuna naar ala elek: henüz hiçbir şey yemedi, ağzına bir şey almadı.
naar II, 1. derideki çizgiler, kabartma usuliyle yapılan tezyinat; koldun naar; (yahut sadece naar) parmakların içindeki ve el ayasındaki ufak çizgiler; bettin naari: yüzün rengi, yüzün güzelliği.
naarazı, f.-a. memnun olmıyan, narâzı; naarazı kıl-: memnuniyetsizliği mucip olmak; naarazı bol-: memnun olmamak.
naarazılık, memnuniyetsizlik, itiraz; naarazılık bildir-: memnuniyetsizliğini bildirmek, protesto etmek.
naardaş-, beslenmek.
naarduu = naar II, 1.
naarlaş-, horozlamak; dövüşmek için birbirinin üzerine sıçramak.
naabay = naabay.
nabak = abak.
nabaktı = abak.
nabat, a. nöbet şekeri; kristal halindeki şeker.
naçalnik, r. âmir, mafevk.
naçalniktik, âmirlik.
naçandik, naçalnik kon. = naçalnik.
naçar, f. zayıf, aciz, kötü.
naçardık, zaaf, kötü, durum.
naçarla-, (manaca) = naçarlan-.
naçarlan-, zayıf düşmek; kötüleşmek.
naçarlantuu, kötüleştirme; sapatın naçarlantuu: evsafını kötüleştirmek.
naçarlanuu, zayıf düşme, gevşeme, kötüleşme.
nadzor, r. nezaret, gözleme; prokurorduk nadzor: müddei umumilik nezareti, mürakabesi.
naesep = nayınsap.
nagan, r. “nağan” sistemi tabanca.
nağıs, bükülmüş, kıvrılmış, batık.
nağız, hakikî, halis.
nak I, nakta a. nakit; nakta akça (yahut sade nakta) : nakit para; naktay: nakit olarak, peşin para.
nak II, ktam, noktası-noktasına; nakuşu mezgilde: tam zamanında; nak bugün: tam bugün.
nakaz, r. emir, talimat, direktif.
naker, (destanda) bir çeşit ayakkabı.
nakıl, a. srk. anlatma, hikâye, tahkiye.
nakış = akış.
nakıştuu = akıştuu.
nakta, bk. nak I.
naküştö, murabahacı; naküştödön karızdar bolbo, ooğan menen do bolbo! ats. : murabahacıya borçlanma, uluların uşağiyle dost olma.
nalı- = naalı-.
naloğ, r. vergi; ceke naloğ tar. : sahsî vergi.
namakıram, f-a. es. yabancı, yad (kadınlar kısmına girmasine müsaade edilmeyen erkek; yabancı erkeğin bakmasına müsaade edilmeyen kadın) .
namaz, f. dua, namaz; namaz oku-
:namaz kılmak.
namazköy, f. namaza devm eden, müttaki.
namıs, a. 1. namus, şöhret, iyi nam, soy şerefi; namısın kolğo alğan: şerefini, haysiyetini muhafaza ediyor; namıstı koldon taydırğan (yahut ketirgen ) : rezil olmuş, haysiyeti kayboldu; namıs ketir-: terzil etmek, kepaze eylemek; namıs ketpesin: başkalarının önünde mahcup olma! : namısına keldi: en hassas yerine dokundu; uruu namısı: kabile şerefi; 2. incitme; namısı kelse kerek: utanmış olsa gerektir.
namısçıl, alıngan, güçbeğenir; müşküklpesent.
namısköy, a-f. alıngan.
namısköylük, alınganlık, hırsı cah, izzetinefs.
namı stan-, 1. utandırmak; 2. gücenmek, küsmek.
namıyan, a. para çantası, para kesesi.
namız = namıs.
manızdan- = namıstan-.
namirken = amirken; namirken ötük: rugan çizme.
nan I, f. ekmek, yufka; nan koy- es. ant içerken önüne ekmek koymak; seni nan urar! : seni ekmek çarpsın; nan kıl-: yufkaya döndürmek; yassılatmak, ezmek; mec. yok etmek, imha eylemek.
nan- I = ınan-.
nanğısız, inanılmayacak, muhtemel olmayan.
napaka, a. = aliment.
naps, napsi = apsi.
nar, tek hörgüçlü deve; nar kesken: iyi kılıç, çelik pala; usta menen dos bolsonğ, nat keskenin alarsınğ ats. : demirci ile dost olursan, çeilk pala alırsın.
narağırak: narağırakta: bir parça ötede.
narat, kon. = naryad.
narazı = naarazı.
narcak = arcak.
naret = naryad.
narı = arı.
narık = nark.
narın, 1. üzerine çorba dökülmüş ve ufak doğranmış etten ibaret olan yemek; aşap alıp ketsin dep, narın tartıp koydurup folk. : yesinler diye onlara narın çekti; 2. = beş barmak 2 (bk. barmak ) .
nariste = arısta.
nark, f. 1. paha, fiat, nerh; narkı kança? : fiatı nedir? ; oy özünğdö, nark kolunğda ats. : senin arzuna tâbidir, harf. : fikir enin, fiat da se nin elindedir) ; 2. kıymet, değer, liyakat; bilbedi menin barkımdı, ötközdü menin narkımdı folk. : liyakatımı bilmedi, kıymetimi indirdi; 3. adet, itiyat; narkta cok (insan hakkında) : on para etmez; 4. örf hukuku; nark-şaraatta cok: hiçbir kanunda yok; 5. (rad.) soy; kabile.
narkı = arkı.
narkomat, r. (rusça “narodnıy komissaritay” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de halk komiserliği, yani vekâlet, nezaret, bakanlık demektir. m. )
narktuu, örfe dayanan hukuku (hukuku mütearifeyi) iyi bilen ve onlara riayet eden kimse.
narpos, f. nar meyvasını kabuğudur ki sarı baya yapmaya yarar.
naryad, r. ask. nöbet.
nasaat = asaat.
nasıbay, çiğnemek suretiyle kullanılan tütün; nazıbayday sağındırdınğ: seni pek ziyade özledim (harf. : tütünü özler gibi özlemeye mecbur ettin) .
nasıl, a. menşe, cins, asıl.
nasıya, nasiya = asıya.
nasıyat, asaat; öğüt nasıyat bölümü tar. : “öğüt-nasihat şubesi” (teşvik ve propaganda şubesi) .
nasıyatçı, propagandacı.
nasıyatoo, propaganda yapma, öğüt verme.
nasip, a. kısmet, alı nyazısı, hısse; nasıp bolso: kısmet olursa;
naşa, naşaa, a. kenevirden imâl edilen uyuşturucu madde, haşiş, esrar.
naşacı; esrar içen; esrar tiryakisi.
natıyca, a. netice, sonuç.
natıtcasız, neticesiz.
natıycasızdık, neticesizlik.
natura, natur, r. tabiat; natura akısı: aynî tediye.
natuura, f-k. doğru değil, kanuna uygun olmıyarak; natuura col menen: doğru olmıyan, gayri meşru yol ile.
navay = naabay.
nay, f. 1. ney; cez nay: madenî ney; 2. (tütün içmeye mahsus) çubuk; kiçi nay yahut kiçik nay: tütün içmek için pipo.
nayça, f. küçük pipo; nayça bel (kadınlar hakkında) : ince belli, endamlı, zarif.
nayınsap, f-a. insafsız, namussuz, nâinsaf.
nayınsapsızdık = nayınsaptık.
nayınsaptık, insafsızlık, mırdarlık.
nayluu, pipolu, çubuklu; cez nayluu çılım: bakır çubuklu nargile.
nayza, f. 1. kargı, mızrak, süngü; 2. (kâğıt oyununda) pagas.
nayzaçı = nayzakar.
nayzağay = çağılğan.
nayzaker, f. nizedar (kargı, mızrak ile silâhlanmış olan asker) .
nayzala-, mızrak, kargı ile iş görmek; mızrak, kargıyı saplamak.
nayzalaş-, mızrak ile dövüşmek.
naz, f. kırıtma, naz; kızı bardın nazı bar ats. : kızı olanın nazı da vardır.
nazar, a. bakış, nazar; nazar sal-: göz gezdirmek, dikkat etmek; er nazar tiygen: muvaffakiyetli; nazarı aç; ıymanduu kişi andan kaç zarı aç; ıymanduu kişi andan kaç ats. : zenginin oğlu aç gözlüdür. imanlı (namuslu) adam ondan kaçsın.
nazdan-, nazlanmak, kırıtmak.
nazdık, naz, kırıtma.
ne = emine; keldik ne, kelbedik ne? : geldik, gelmedik ne ehemmiyeti var! : ne bara cok: her ihtimale karşı.
nebak = ebak.
neçen, neçe, 1. kaç; bir neçen: birkaç; neçender: bir çokları; 2. (onlar, yüzler, binler ile bir arada oldukta) küsûr; otuz çene som: otuz küsûr ruble.
neet, a. 1. niyet, düşünce; neeti ak: namuslu, temiz kalbli; ak neet: temiz niyet; namusluluk; ak neet emgek: namuskârane emek; 2. güven, umut.
neettik: ak neettik: namusluluk, fena niyet, fena düşünce.
neettüü: ak neettüü: namuslu; kara neettüü: namussuz; kötü niyetli.
neettüülük: ak neettüülük: namusluluk; ak neettüülük menen: namusluca, insaflıca.
neft, r. petrol.
negiz, temel, esas, prensip; neğizinde: esasında, esas itibariyle, esasına göre: nağiz kılıp al-: esas olarak almak, esasına vazeylemek; neğiz bol-: esas olmak, esas vazifesini görmek; tömönkü negiz mat. : aly kaide (mes. , üstüvanenin, menşurun)
negizde-, tesis etmek; tahkim eylemek, esasını kurmak.
negizdel-, tesis edeilmek, kurulmak, sağlamlaşmak.
negizdet-, et. negizde-‘den.
negizdöö, tesis etme; esaslandırma.
negizdööçü, tesis edici, müessis.
negizdüü, esas (sıfat olarak)
negizsiz, esassız, bir esasa dayanmıyan.
negizsizdik, esassızlık, bir esasa dayanmamaklık.
neme, ne; bir neme: bir şey; bir nesne; ütk neme: hiçbir şey; ar neme: her şey, her türlü eşya; ar nemeğe bir neme ats. : “teneke yuvarlandı kapağını buldu” (harf. : her şeyin kendine göre bir şeyi vardır) .
nemine = emine; nemineden kapanğ bar! folk. : kederin neden ileri geldi! .
nepada, f. rastgele, tesadüfen; nepada kelbey kalsa: tesadüfen gelmeden kalırsa; ya, beklememize rağmen gelmezse.
nepalam = nepada.
nepir, ne? ne bir? ; nepir suluu güldör! : ne güzel güller! nepir şirin nandar! : ne tatlı bisküviler!
nepit, kon. = neft.
nepmen, r. ( “nep” ten istifade eden kimse; “nep” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu söz de yeni iktisadî politika demektir. bu, lenin hayatta iken sovyet hükûmetinin şahsî teşebbüsler, muvakkaten müsaade eden bir siyaseti olmuştur; m. ) .
nepti = neft.
nerse, nesne, eşya.
nes = ez I.
net- (ne+ne), ne yapmak, nasıl hareket etmek; netesinğ? : nasıl hareket edeceksin? ne yapacaksın? sana niçin lâzım? ; mında turup neteli! : burada durup ne yapalım!
nez = ez I; nez bol: şaşalamak, afalamak.
nığay- kuvvetlenmek, sağlamlamak.
nığayt-, takviye etmek, sağlamlaştırmak.
nığır- = ığır.
nığırıl- = ığrıl-.
nık I, = ık I; nık bas-: şiddetle basmak.
nık- II = ık IV.
nıkı-, şiddetle basmak, tazyik etmek.
nıkta-, tahkim etmek, pekitmek.
nıktal-, tahkim edilmek, uzun yatıp sertleşmiş (mes. : kar hakkında) ; nıktalıp catkan kar: uzun yatıp sertleşmiş olan kar.
nıl = ıl.
nıldat-, birparça pürüzlü yapmak (mes. , el kaymamak için bir şeyin sapını) .
nım = ım I; nemli, nem.
nımda-, nemli etmek.
nımdal-, nemlenmek.
nımduu, yaş, nemli; nımduu kum: yaş kum.
nımduuluk, nemlilik.
nımsak, nemlice, nemli.
nıpas, bk. kayz.
nısap = ınsap.
nıhyaz, f. 1. sadaka; 2. fazilet, erdem.
niçke = içke.
niçker- = içker-.
nidayimke, (r. “nedoimka” ) ; bekaya, ödenmeden kalan vergi.
nike, a. es. nikâh; nike kıy-: nikâh kıymak; nikesi buzula turğan ceri cok: “nikâhı bozulacak değil” ; bunda hiçbir zarar yok; bundan bir fenalık çıkmaz.
nikele-, es. nikâhlamak (dini merasim yaparak nikâh kıymak) .
nikelen-, nikâhlanmak.
nikelüü-, es. nikâhlı (nikâhı dini merasim icra eylemek suretiyle kıyılmış) .
nipta = ıpta I.
nitroglitserin, nitrogliserin.
niyet- = neet.
noko = oko I.
nokot, a. nokta; sözdü nokotuna keltirip aytat: sözü rabıtalı ve dürüst söylüyor.
nokto, 1. yular; 2. (rad.) çizme süsü.
noktolo-, yular geçirmek.
noktoluu, 1. yularlı; 2. (rad.) süslü (çizme hakkında) ; noktoluu ötük (rad. , V) : nakışlı çizme.
nomur, r. numara; kiriş nomura: (vesikanın) varide numarası.
nomurda- numaralamak.
nomurdoo, numaralama, numerotaj.
nomurduu, numaralı.
noo, f. oluk.
nooça, f. uzun boylu.
nookas = ookas.
noolan, (rad. , V ) bir kumaşın adıdır.
nooruz, f. yeni senenin ilk günü (mart ayında) , nevruz; nooruz köcö: yeni yıl köcö’sü. (bk.) .
nootu, f. çuha.
norma, r. pay, norma, kaide, nisbet.
noşotur, a. nışadır (*) .
not, r. müz. nota.
noyabr, r. kasım ayı.
noyon = oyon.
noyu-, zaaf göstermek, yenilmek.
nökör, (yalnız destanlarda) 1. uşak; 2. içoğlan.
nöl, r. sıfır.
nölök = naloğ.
nöömöt, a. nöbet, sıra; nöömöt menen: sıra ile.
nöşör = öşör.
nöşörlö-, = öşörlö-.
nuk, ırmağın yatağı, mecra.
nukum = ukum II.
nukura, mutlak, saltık; nukura çın: tamamiyle hakikat; nukura çonğduk mat. : mutlak kemiyet.
nukus, a. = kusur.
nur, a. ışık, şua; betinin nuru kaçtı: benzi değişti, benzi uçtu, benzi soldu.
nurdan-, nurdal-, nur saçmak, nurlanmak.
nurdant-, et. nurdan-‘dan.
nurduu, al yanaklı, nurlu, nurduu ciğit: güzel delikanlı.
nurk, uruk, kabile, soy:
nurlan- = nurdan-.
nurluu = nurduu.
nuru, tezek (toprak için gübre) .
nuska I, a. 1. örnek, nümune; 2. nüsha; 3. tab. basış miktarı, tiraj.
nuska- II, göstermek, talimat vermek, işaret vermek, elle göstermek, kol menen nuska: elle göstermek.
nuskaluu, örnekli, nümune olacak kadar mükemmel; nuskaluu söz: öğüt sözü, kabîle âdetlerini anlatma suretiyle süslenmiş olan söz.
nuskaluuluk, misallik, örneklik.
nuskoo, yol gösterme; es. talimat, direktif.
nuskooçu es. talimat veren, enstrüktör.
nükör = naker.
nül = nöl.
O
obaça = oboço.
obdul-, 1. gövdeyi öne doğru atarak kalkmak; 2. hiddetle üzerine atılmak.
obkom, r. (bu, rusça “oblastnoy komitet” sözünün kısaltılmış şeklidir ki bu da eyalet (vilâyet) komitesi demektir; m. ) .
obligatsiya, r. tahvilât.
oblus = obulus.
oblustuk = obulustuk.
obo = aba II.
oboço, 1. tümsek, tepe, höyük; 2. bir parça ilride, bir parça uzakta, başkalarından ayrı olarak; üydön oboço oturalı: keçe evden bir parça uzakta oturalım; oboçorok barıp: bir parça uzağa çekilerek.
obodoy, hırs, doymamazlık; obodoyunğ kuruğan it! vay seni, doymaz köpek.
obol = obolu.
obolku, evvelki; oboldukay: eskisi gibi, evvelden olduğu gibi, başta olduğu gibi.
obolu, a. evvelce, daha önce, evvelâ; obolu özünğ iç, kiyin men içeyin: evvel kendin iç, sonra ben içeyim; enğ obolu: her şeyden önce.
obon, melodi, nağme; obon sal-: ırlamak, şarkı söylemek.
obonçu, şarkıcı.
oboo, a. beygir nezlesi,; oboo menen şıypanğ dos ats. : tencere yuvarlandı, kapağını buldu (harf. at nezlesi şıypanğla dostur; bk. şıypanğ) .
oboz, f. 1. ses, vaaz; 2: kafiye:
obulus, (r. “oblast”) eyalet, vilâyet.
obulustuk, vilâyetlik.
obur I, obur; obur uydan çobur muzoo tuuyt ats. : obur inekten bayağı (külüstür) buzağı doğar.
obur II: obur-tobur: ayak patırtısı.
oburak, şöhret.
oburaktuu, meşhur, tanınmış.
obyekt, r. madde; bahis mevzuu olan, objet.
obyektiv, r. objektif, afâki.
obyektivdüü, afâkî; obyektivdüü sebep, afâkî sebep.
oç, (deveye bağırış) ; töö kıyadan ötköndön kiyin “oç! ” degeninğ kurusun ats. : dövüşten sonra yumruk sallamak harf. : deve bayırı geçtikten sonra senin “oç! “ demen yok olsun) .
oçiret = oçurat.
oçoğor, bir çeşit eski zaman tüfeği.
oçoğoy, kocaman, muazzam.
oçok, (karş. kolomto) evdeki ocak (taşınmaz meskende) ; çer oçok: toprağı kazmak suretiyle yapılan ocak.
oçorul-, kalkamamak (mes. : bacağına yahut beline kurşun isabet eden yabanî hayvan, ve beli ve s.si aağrıyan insan hakkında) ; maldar oçoruluporundan tura albayt: bitkin bir halde bulunan hayvanlar yerlerinden kalkamıyorlar; tolorsuğu kırkılıp, oçorulup kaldı: topuk kemiği burkulup yerinden kımıldayamadı.
oçoy-, tümsek şeklinde çıkık durmak (hantal ve kalın nesne hakkında) ; oçoyğon kempir: (yerde oturan) şişman kocakarı.
oçoyt-, et. oçoy-‘dan; oçoytocazası berilsin: cezası adamakıllı verilsin.
oçoytuu, işs. oçoyt-‘dan.
oçoyuu, işs. oçoy-‘dan.
oçurat, r. kon. sıra, nöbet.
odoğoy = odono.
odono, kabaca, nezaketsiz, parlak olmıyan, biçimsiz, bayağı; odono körün-: nâhoş intiba vermek, kaba, hantal gözükmek; odono canğılıştık: kaba yanlışlık, hata.
odonoluk, kabaca olmaklık, hantallık, adîlik.
odurakay, yüz çizgileri kaba olan, kaba; odyrakay taar: kabâ çuhâ.
odyranğda-, 1. hareketlerinde, yüz çizgileri kaba olan adama benzemek; 2. kurulmak, caka satmak.
oduray-, kaba, nâhoş olmak (yüz hakkında) .
ofitser, r. subay, zabit.
oğdorul-, 1. şiddetle ve kudururcasına şahlanmak, yükselmek (dalgalar hakkında) ; 2. hızla ileri yürümek (kuvvetli at hakkında) .
oğele, bk. oğo I.
oğo I, gayet, pek; oğo ele cakşı yahut oğele cakşı: gayet iyi; oğo beter yahut oğo beterden yahut oğo tötön : ondan daha kuvvetli; daha fazla (daha iyi, daha kötü) .
oğo II (= ağa II ) : öona.
oğolo, (rad.) = oğele (bk. oğoI. ) .
ohranka, r. siyasi zabıta şubesi.
ok I, onamama, kınam ifade eden bir nidadır; ok, oozunğ sınğır! ; vay, ağzın iğrilesi!
ok II, dingil, mihver.
ok III, ok, mermi; oktoy tüz: ok gibi düz; ok tiyir! : ok değsin! ; çağılğan oğu bk. çağılğan; okko uçup ketiptir: ok isabet ederek vurulmuştur.
ok IV: ok-ele= eğele (bk. oğo I) .
ok V, tahdid ekidir; bir ok: yalnız bir tane, ancak, fakat, bununla beraber; özüm ok: bizzat kendim, yalnız ben kendim.
okçontoy, okkabı, sadak.
okçun, ötede, ötede bulunan, uzak, ırakta bulunan, ayrıca; okçun col: yolun kenarı yan yol; okçun oturdum: ötede, başkalarından ayrı oturdum.
okean, r. okyanus.
okıya = okuya.
oko I, sırma.
oko II (= okuya) : eç oko bolbos: hiçbir zarar olmaz, hiçbir şey vukua gelmez, korkulacak bir şey yoktur.
okop, r. siper (savaş meydanında) ; okoptor: siperler.
okoro, koşum takımlarının imalinde bir çeşit örtme tarzı; okoro tüygün ak tizgin folk. : yuarı okohro usuliyle örülmüştür.
okra = okura.
okruğ, r. eyalet; soğuş okruğu: askerî eyalet (mıntıka) .
okşo-, benzemek; saa okşoyt: sana benziyor; kelgen okşoyt: gelmişe benziyor; bul okşoğon yahut uşul okşoğon: buna benziyen, buna benzer; cana oşoğo okşoğon: ve buna benzerleri.
okşokto- = okşoy-.
okşonğdo- = okşoy-.
okşonğkura-, bir parça benzemek; bir dereceye kadar andırmak.
okşoo, işs. okşo-‘dan.
okşoş I, benziyen, misli, aynı.
okşoş- II, birbirine benzemek, birbirine uygun olmak.
okşoştuk, benzeyiş, müşabehet.
okşoştur-, benzetmek, benzer hale koymak; okşoşturup ur: şiddetle vurmak dövmek.
okşotuu, benzetme.
okşoy-, somurtmak, surat asmak; aldırğan bürküttöy okşoyup oturat: avını kaçırmış karakuş gibi somurtmuş.
okşu, = lokşu; oozuna kelgenin okşuy beret: ağzına ne gelirse, şunu söylüyor (manasız şeyler söylüyor) .
okto I, 1. = nokto; 2. (rad. ) düğüm.
okto- II, silâh kurulmak; oktolğon mıltık: kurulmuş tüfek.
okkyol- II, 1. sıçramak; caşında cigit oktolot, caşağanda toktolot ats. : gençlikte yiğit sıçrıyor, yaşayınca ağır başlı oluyor; 2. ileri atılmak; kıvrılmak (yılan hakkında) ; cılan oktolup cüröt: yılan kıvrılarak sürünüyor (kâh kalkarak, kâh inerek) .
oktoluu = noktoluu.
oktoo, (tüfeği, topu) doldurma.
oktooluu, dolu (tüfek vs. hakk.)
oktorul-, dalgalanarak akmak (diyelim, taşlar üzerinden akan su hakkında) ; 2. mec. bütün vücudiyle öne doğru iğilerek bir çeyin üzerine atılmak.
Dostları ilə paylaş: |
|
|