190
Yine onların sonuççu unsurlara çokça vurgu yapmaları ve sonuççu düşünürlere sürekli
referansta bulunmaları da bu ayrımı güçleştirmektedir. Ayrıca onlar, sonuççu
düşünürlere güçlü atıflarda bulunurken aynı zamanda güçlü eleştiriler de yaparlar.
Örneğin Hayek’e göre ahlâkî kurallar, bir takım amaçlar üzerinde anlaşarak oluşmaz.
Çünkü onlar, herhangi bir eylem planını başarılı kılmaya çalışmazlar; aksine birbiriyle
çatışan çok sayıda eylem planını bağdaştırmaya çalışır. Dolayısıyla onların faydası
herkesin bildiği veya umduğu bir fayda değildir; bir bütün olarak özde var olan bir
faydadır. Ahlâk, amaçlar üzerine inşa edilemez, ahlâkî yargılar, amaçların değeri
üzerine yargılar değildir. Eğer amaçlar belli (veya ortak) olsaydı, ahlâka gerek de
olmazdı.
549
Bu eleştiri, hem faydacılığa hem de sözleşme teorilerine yöneliktir. Diğer
taraftan Hayek, Smith ve Hume’a da eserlerinde sık sık atıfta bulunur ve onlardan övgü
ile bahseder.
550
Çoğulcular, liberal ilkelerin ahlâkî temellerinden ziyade bu ilkelerin
uygulanmasının bir takım geleneklerin ve ahlâk kurallarının varlığına bağlı olduğunu
savundular. Örneğin kendisini Hume’un da içinde bulunduğu skoç aydınlanma
geleneğine yakın gören Hayek, liberal ilkelerin ne deontolojilerin yaptığı gibi bir doğa
ve buna bağlı hak düşüncesine ne de sonuççu/faydacıların yaptığı gibi bir beklenti veya
dizayna bağlı olduğunu; onların insanî süreçlerin, medeniyetin bir icadı olduğunu ileri
sürdü. Özgürlük başta olmak üzere liberal ilkeler, insanların insanî tecrübelerin, örf ve
adetlerin içinden kendileri için faydalı olduğunu gördüğü şeyleri ayıklaması/elemesi ile
ortaya çıkmıştır.
551
Bu açıdan liberal ilkeler ne hak ne de iyilik düşüncesine dayanır.
Ancak Hayek’e göre bu ayıklama, bir bilinç veya farkındalıktan (awareness) ziyade
farklı düşünce biçimleri ve inançlar arasındaki çatışmayı engelleyecek bir dengenin
ürünü olarak “kendiliğinden” ortaya çıkar. Çoğulcuların liberal ilkelerin kaynağı
konusundaki yaklaşımları John L. Mackie (1917–1981)’nin ahlâk kurallarını birlikte
uyum içinde yaşamayı daha kolay hale getiren “yararlı toplumsal icatlar” olarak
görmesine benzer. Mackie, ahlâkî olguların ve objektifliğin olmadığını; ancak sanki
ahlâkî gerçeklikleri varmış gibi insanların onları kabul ettiğini ileri sürer.
552
Hayek, sosyal hayatın geleceğe dair belirsizliğinin; başka bir ifade ile sosyal
hayatın doğasının ahlâka dayalı bir liberal gerekçelendirmeye uygun olmadığına inanır.
Onlar açısından liberalizmle ahlâk arasında bir gerekçelendirme ilişkisinden ziyade bir
arada bulunma ilişkisi vardır. Onlar, insan hayatında bir arada bulunurlar ve birbirleriyle
549
Hayek, Kanun Yasama Faaliyeti ve Özgürlük (II): Sosyal Adalet Serabı, ss. 42, 44.
550
Hayek, The Constitution of Liberty, ss. 42, 45, 55, 57, vd..
551
Age.
, s. 54.
552
Mackie, age., ss. 71-2.
191
çatışmak yerine uyum içinde olurlar. Hatta liberalizm, farklı ahlâkî düşünce ve
inançların yaşaması için bir özgürlük alanı oluşturur. Bu anlamda optimum ahlâk,
mevcut ahlâkî anlayışları veri olarak görür; alternatif bir ahlâk düşüncesi ile liberal
ilkeleri gerekçelendirmenin liberalizmin doğasına uygun olmadığını savunur. Bu
anlamda onlara göre tüm ahlâkî talepleri ve projeleri içine alacak bazı optimum kurallar
belirlemek, liberal düşünceye daha uygundur.
Optimum ahlâk, liberal ilkeler için ahlâkî olmaktan ziyade başka
gerekçelendirme türlerine başvurdular. Bu düşünce insan doğası, toplumsal
bilinemezcilik, aklın işleyişine dair düşünceleri merkeze alan bir gerekçelendirme
türüne başvurur. nsanlar arasında yaşanan doğal/kendiliğinden bir süreç vardır.
“Süreç” fikri, liberal geleneğin evrimci yapısı içinde her zaman önemli bir yere sahip
oldu. Ancak Hayek, Popper, Mises, Rothbard ve Yayla, kendi başına “süreç”
düşüncesini liberal gerekçelendirmenin başına koydular. Ancak bunu bir ahlâk
düşüncesi üzerinden yapmadılar. Mises, insanlar arası ilişkileri düzenlemek için bir
azamîleştirme ölçütüne gerek olmadığı gibi her hangi bir özel anlaşmaya ya da sosyal
sözleşmeye de gerek olmadığını düşünür.
553
O, liberalizmi tanımlarken bütünün
(toplumun) iyiliğini artırmayı amaçlayan bir fikir olarak tanımlamıştı.
554
O, buna ahlâkî
bir anlam yüklemekten ziyade bunun herhangi bir ahlâk düşüncesi ile çatışmayacağını
ileri sürmüştür.
Yayla da Mises’le paralel düşünür. O, şöyle der: “Piyasa ekonomisi, ahlâkla
çelişki içinde değildir; o, ahlâkın zaten var olduğu ve fonksiyonlarını icra ettiği bir
ortamda yaşamasının yanı sıra, ahlâka ihtiyaç duyar ve de ahlâksız davranışı değil
ahlâklı davranışı teşvik eder.”
555
Yayla’ya göre liberal ilkelerle ahlâk arasında ilişki
kurmak mümkündür. Ancak o, bu ilişkinin doğası konusunda deontolojik veya sonuççu
bir yaklaşımı benimsemez. Piyasa düzeni ve liberal ortam, ahlâkî ilkeleri teşvik eder ve
korur. Bunlar arasında bir gerekçelendirme ilişkisi kurulmadığı için zaman zaman
ahlâka uygun olmayan durumlar ortaya çıkabilir. Yayla, bu tür durumların ortaya
çıkmasının ne piyasa sistemini (liberalizmin) bırakmamızı ne de piyasa sisteminin
ahlâkla uyuşmadığını iddia etmemizi gerektirdiğini söyler. Çünkü bu her ortamda
olabilecek bir şeydir. Yayla, bu tür bir iddianın geçerliliğinin sadece alternatif
(müdahaleci) yaklaşımların daha başarılı bir ahlâkî performans göstermelerine bağlı
553
Nozick, age., s. 50 (Mises, The Theory of Money and Credit, Yale University Press, s. 34’ten
alıntı). Hume da sözleşmeciliği, “altın çağın şiirsel kurmacası” olarak niteledi. Bkz. EPM, s. 87.
554
Mises, Liberalism, s. 7.
555
Yayla, agm., s. 4.
Dostları ilə paylaş: |