AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
544
ÂZERBAYCAN’IN MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN
FETHİ SIRASINDA YAPILAN ANTLAŞMA METNİNİN
FIKHÎ ANALİZİ –
Kılıç Müslümanlığı Diye Bir Şey Var mı?-
Prof. Dr. Saffet KÖSE
(Konya Selçuk Üniversitesi / Türkiye)
Giriş:
1999-
2002 yılları arasında Âzerbaycan’da bulundum. Bakü Devlet Üniver-
sitesi
İlahiyat Fakültesinde dekan yardımcısı olarak görev yaptım, İslam Hukuku
dersleri verdim. Yine aynı üniversitenin Hukuk Fakültesinde, Kafkas Üniversitesi
İlahiyat Fakültesinde ve Hazar Üniversitesinde İslam Hukuku derslerine girdim.
Azerbaycan’da yaşadığım bu üç yıl içerisinde zaman zaman “biz kılıç zoruyla
Müslüman olmuşuz” sözlerini işittiğim oldu. Bu konu o zamandan beri ilgimi
çekti. Çünkü İslam’ın iki temel kaynağı Kur’ân ve Sünnet dinde zorlamayı
yasaklıyordu. Bu yazı böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Sonuçta Âzerbaycan’ın silah
zoruyla değil kendi arzu ve isteğiyle Müslüman olduğu tarihi metinlerde görülmüş
oldu. Bu yazı bunu konu edinmektedir
Azerbaycan’ın Fethi ve Antlaşma Metni:
Âzerbaycan’ın Müslümanlar tarafından II. Halife Ömer b. el-Hattâb devrin-
de
22/642 yılında fethedildiği tarihi olarak kesin olsa da hangi sahâbînin idaresinde
gerçekleştiği ile ilgili farklı rivayetler vardır. Kaynaklarda öne çıkan Mugîre b.
Şu‘be daha çok da Huzeyfe b. Yemân’dır. Ancak bu tarihi açıdan önemli olsa da
ele aldığımız konu açısından çok fazla bir değer taşımamaktadır. Bu sebeple bu
tartışmaları tarihçilere bırakarak üzerinde durmayacağız.
Tarihçi Belâzürî’nin (ö.279/892) verdiği malumata göre fethedildiği sırada
Azerbaycan’ın merkezi Erdebil idi. Şehrin merzubânı (Sasânîler döneminde
valilere verilen unvan) burada oturur ve vergiler ona ödenirdi. Merzubân Huzeyfe
ile antlaşmayı reddederek çevreden topladığı askerlerden oluşturduğu ordu ile
şiddetli bir savaşa tutuştu. Sonunda Merzübân bütün Âzerbaycan halkı adına şu
antlaşmayla savaşa son vermiştir:
“Merzubân bütün Âzerbaycan halkı adına 800.000 dirhem ödeyecektir;
Kimse öldürülmeyecektir;
Kimseye esir muamelesi yapılmayacaktır;
Âteşgede / ateşe tapanların mabetlerine zarar verilmeyecektir;
Belâsecân, Sebelân ve
Sâtarûdân halklarına dokunulmayacaktır;
Bilhassa eş-Şîz (Zerdüşt’ün doğduğu yer olarak bilinen eski bir şehirdir ve
İran’daki bütün ateşlerin tutuşturulduğu çok büyük ve eski bir âteşgede vardır)
halkının bayramlarda oynamalarına ve ortaya çıkartmakta oldukları şeyleri
göstermelerine mani olunmayacaktır.”
1
Antlaşma Metninin Analizi:
1
Belâzürî, Futûhu’l-büldân (thk. Abdullah Enîs et-Tabbâ‘- Ömer Enîs et-Tabbâ‘), Beyrut
1407/1987, s. 455-457.
AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
545
İslâm’ın iki ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti savaş
öncesinde savaşı haklı kılan sebepleri açık biçimde tespit etmiş, savaş esnasında
uygulanacak esasları ortaya koymuş ve savaş sonrasında da takip edilecek yolu
belirlemiştir. İlkesel olarak savaşı haklı kılan sebeplerin ve savaş esnasında
uyulması gereken kuralların neler olabileceği ayrı bir konudur ve bu yazının
amaçları içinde olmadığından üzerinde durulmayacaktır. Ancak şu kadarını
söyleyelim ki İslam, hem savaş öncesi esasları hem de savaş sırasındaki olayları
eşsiz ahlaki ilkelere bağlamıştır. Tarihi süreç içinde karşı taraf her türlü acımazlığı
ve ahlaksızlığı gösterse bile Müslümanların bu ahlaki kuralların dışına çıkması
yasaklanmış ve bu hususta hayranlık uyandıracak ölçüde hassasiyet ve titizlik
gösterilmiştir. Savaş ahlakı ve hukuku, bu gün teknolojik gücün pervasızca
kullanımından kaynaklanan tehlike karşısında değeri daha da iyi anlaşılan
Müslü
manların dünyaya armağan ettiği en hayatî değerlerdendir.
1
Esasen bizi
ilgilendiren savaşın zaferle sonuçlanmasından sonra ki Müslümanların tutumunun
Âzerbaycan’ın fethi ile ilgili olarak analiz edilmesidir. Burada da esas alınacak
olan yukarıdaki anlaşma metnidir. Bu tür antlaşmalara zimmet akdi denildiğini
öncelikle ifade edelim.
Antlaşma metnine göre fethedilen topraklarda yaşayan yerli halk cizye
verecektir. Bunun da ölçüsü yıllık olarak 800.000 dirhemdir.
Öncelikle şunu ifade edelim ki bu tür bir vergilendirme (cizye) İslam’ın ilk
olarak doğrudan doğruya vazettiği bir uygulama olmayıp ilk çağlardan beri galibin
mağlup ettiğinden aldığı bir vergidir. İslam bunu daha insani bir boyuta çekmiştir.
Hz. Peygamber’in zimmîye zulmeden veya taşımayacağı yükle mükellef tutandan
kıyamet günü davacı olacağını söylediği rivayet edilir.
2
Cizye, yıllık olarak alınan bir vergidir ve sadece çalışan erkeklerden alınır.
İşsizler, kadınlar, çocuklar, kilise gelirleriyle geçinen rahipler, kendisini ibadete
hasretmiş din adamları, yoksullar bu vergiden muaftır. Cizye ödeyenler askerlikten
de muaftır. Askerlik yaparlarsa bu vergi de düşer.
Vergiyi ödeyebilecek mali güce sahip olmadığını iddia edenler Allah adına
ya da kendi dinlerine göre yemin ettiklerinde aksi ispat edilem
ediği takdirde
cizyeden muaftırlar.
Bu vergi, devlete bağlılığın sembolik ifadesidir. Müslüman olmayan İslam
ülkesi vatandaşlarından askerlik yapmadıkları için alınır. Askerlik yapanlardan bu
vergi düşer.
Cizye, gayr-
ı Müslim vatandaşlara temel hakları konusunda devlet güvencesi
sağlayan bir özelliğe sahiptir. Mesela Devlet, bütün unsurlarıyla inanç özgürlü-
ğünü, can güvenliğini, mal emniyetini sağlar. Eğer devlet taahhüt ettiği korumayı
sağlayamaz ise bu vergi düşer. Nitekim Bizans’ın saldırısı karşısında kendilerini
koruyamayabileceği endişesi ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh topladığı cizyeyi gayr-ı
Müslimlere iade etmiştir.
3
Onlar bu antlaşma ile temel haklar konusunda
1
bu konuda bk. Saffet Köse, “Cihâd Şiddete Referans Olabilir mi?”, İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi, sy. 10, Konya 2007, s. 37-70.
www.islamhukuku.com
)
2
Ebu Yusuf, a.g.e., s.135.
3
Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın Şamlılarla ilişkileri önemli bir örnektir. Bizans, Müslümanlara
karşı büyük bir savaş hazırlığı içinde idi. Bunu haber alan gayr-ı Müslim vatandaşlar
(zimmîler) Bizans’ın savaş planları ve hazırlıkları hakkında bilgi toplamak üzere