AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
546
Müslümanlar gibidirler. İslam hukukunun akit güvenliğini temin eden en temel
prensiplerinden olan –
ki bu aynı zamanda evrensel bir hukuk ilkesidir- akdin tek
taraflı olarak feshedilemeyeceği ilkesi burada da geçerlidir ve Müslüman ülke tek
taraflı olarak zimmet akdini sona erdiremez. Bu antlaşmanın sonucunu İslam
hukukçuları “onları kendi inançları ile baş başa bırakma” prensibi ile özetlerler.
1
Gayr-
ı Müslimlerle ilişkiler konusunda ayrıntı sayılabilecek hükümlerde
(evlenme, kestiğini yeme gibi) onların dini tercihlerine göre (ehl-i kitap, Mecûsî
vb) bazı farklılıklar bulunsa da kendilerine din özgürlüğü verme konusunda dini
tercihlerinin bir etkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim antlaşma metninde gö-
rül
düğü üzere Zerdüşt’ü peygamber kabul eden ve ateşe tapan Mecûsîlerin talepleri
antlaşma hükümlerine yansımıştır. Esasen bu Hz. Peygamber’in Ateşperestlere ehl-
i kitap muamelesi yapılması emrinin bir gereğidir.
2
Zimmet akdi sadece onları saldırılardan koruyan bir sözleşme değil aynı
za
manda muhtaç duruma düştüklerinde gözetilmelerini de gerekli kılan bir
antlaşmadır. Halid b. Velid (ö.21/642) Hîre halkı ile yaptığı antlaşmada müslüman
toplumla birlik
te yaşadıkları sürece imkânsızlardan vergi alınmayacağı gibi
kendilerinin ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin geçimlerinin devlet
hazinesinden karşılanacağını taahhüt etmiştir.
3
II. Halife Ömer b. el-Hattâb, dilenen
bir Yahudi vatandaşı gördüğünde, “gençliğinde cizye aldık, ihtiyarlığında nasıl
perişan bırakırız” diyerek ona maaş bağlanmasını emretmiştir.
4
Sonuç olarak zimmet anlaşmasıyla ödenecek cizye karşılığında İslâm toplu-
munda yaşayan gayr-i müslim vatandaşların din ve vicdan özgürlüklerinin sağlan-
ması, mabetlerinin korunması, kanlarının akıtılmaması, can ve mal emniyetlerinin
garan
ti edilmesi ve her türlü düşman saldırılarından korunmaları konusunda
teminat
verilmesi bu mukavele
lerin karakteristiğini oluştur.
5
Zimmet antlaşması gayr-i müslimlere, aile, şahıs, borçlar ve miras gibi özel
hukuk alanlarında ve şahsî hakların hakim olduğu diğer hukukî konularda hukukî
ve kazaî muhtariyet sa
ğlar. Bu tür ihtilaflarını, kuracakları cemaat mahkemelerinde
kendi mevzuatlarına göre çözebilirler. Bu imkan din ve vicdan hürriyetinin gereği
kabul edilmiştir. Bu anlayışın tabii sonucu olarak gayr-i müslimlerin İslâm
hukukunda fasid veya batıl kabul edilen, ancak kendi hukuklarında geçerli sayılan
hukukî tasarruflarına müdahale edilmez. Nitekim halife Ömer b. Abdilaziz’in
kendilerinden Bizans içlerine kadar casuslar gönderdiler. Elde ettikleri bilgileri valileri
vasıtasıyla Ebû Ubeyde’ye ulaştırdılar. Ebû Ubeyde bu büyük hazırlık karşısında İslam
ordularının taahhüt ettikleri ve karşılığında vergi (cizye) aldıkları konularda zimmilerin
güvenliğini sağlayamayacağı endişesine kapıldı ve toplanan vergileri kendilerine iade etti.
Bundan memnun kalan zimmîler aynı dinden oldukları Bizans’a karşı Müslümanların galip
gelmesi için dua ettiler ve Müslümanların muzaffer olmasından sonra eski anlaşmayı
yenilediler [Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Harâc
(nşr. Kusayy M. el-Hatîb), Bulak 1302, s. 149-150].
1
Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 102; Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘, Kahire 1327-
28/1910, II, 310, 311, 312, 313; Saffet Köse,
İslam Hukuku Açısından Din ve Vicdan
Hürriyeti
, İstanbul 2003, s. 35 vd.
2
Mâlik, el-Muvatta’, “Zekât”, 42.
3
Ebu Yusuf, a.g.e., s.155-156.
4
Ebu Yusuf, a.g.e, s.136.
5
bk. Ebu Yusuf, a.g.e., s.148-149.
AZƏRBAYCAN DÜNYA ƏDƏBIYYATİNDA Beynəlxalq Simpoziumun materialları
547
(ö.101/719) zimmilerin İslâm hukuku bakımından geçersiz sayılan evliliklerine ve
Müslümanlara haram olan içki içmelerine, domuz yemelerine devletin müdahale
edip edemeyeceğini, bu konuda Hulefa-i Raşidin’in tatbikatının nasıl olduğunu
sorması üzerine Hasan el-Basrî (ö.110/728) şu cevabı vermiştir: “Onlar kendi
inanç
larına göre yaşayabilmek için bize cizye ödüyorlar, senin tâbi olduğun
hükümler belli iken
yeni bir hüküm uyduracak d
eğilsin.”
1
Nitekim Hanefî mezhe-
bine mensup hukukçular içki ve domuzun gayr-
ı Müslim vatandaşlar açısından mal
olduğunu, bunlara zarar veren müslümanın verdiği zararı ödemekle yükümlü
bulunduğunu savunmuşlardır.
2
Zimmet antlaşması çerçevesinde öngörülen inanç özgürlüğü dilediği kutsala
iman etme, inançlarının gereğini yerine getirme, eğitim öğretimini yapabilme ve
cemaatleşebilme unsurlarını da ihtiva etmektedir.
Hiç kimsenin öldürülmeyeceğini konu alan madde insan haklarının en
önemli konusunu teşkil eden vücut bütünlüğünü koruma ve hayat hakkını güven-
ceye almaktadır. Bu hak diğer hakların kendisine bağlı olduğu en temel haktır.
Hiç kimseye esir muamelesi yapılmaması hükmü ise o dönemin savaş
hukukunda yer alan kölelik ve cariyelik statüsüne karşı bir koruma sağlamaktadır.
Kölelik-
cariyelik İslam’ın getirdiği bir uygulama değildir. İslam’ın bu konudaki
tavrını “insanda asıl olan hürriyettir” kuralı açık biçimde ortaya koyar.
İslam, köleliği önemli bir problem olarak görmüş ve önce bu statüdeki
insanların durumunu düzeltmiş, tarihi süreç içinde de onların özgürlüğe kavuşturul-
masını teşvik etmiştir.
Mabetlere dokunulmaması ise inanç özgürlüğünün bir gereğidir. Mabetler
hem ibadet mekânı hem de sembol değeri taşıması sebebiyle her dine mensup
insanların önem verdiği bir yapıdır. Hz. Peygamber mabetleri savaş sırasında ko-
run
muş alan ilan etmiştir. Bu anlayış daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir.
Ayrıca ibadet yapabilme hakkının bir unsuru sayıldığı için ihtiyaç durumunda
mabet yapımına özel bir önem verilmiştir.
Bütün bu esaslar dikkate alındığında fethedilen bölge halklarının zorla
Müslüman yapıldığı anlamına gelen Kılıç Müslümanlığı iddialarının bir gerçekliği
yoktur. Kur’ân-
ı Kerîm’in inanca zorlamayı yasaklaması
3
bir yana böyle bir
eylemle sonuç al
ınabilmesi de imkânsızdır. Çünkü inanç öncelikle kalbi ilgilendirir
ve oraya harici bir güçle hükmetmek mümkün değildir. Bu antlaşmada da
görüldüğü üzere fethedildiği sırada Âzerbaycan’da hiç kimse Müslüman olmaya
zorlanmamıştır. Antlaşma hükümleri incelendiğinde ateşe tapanların mabetlerine
bile dokunulmamıştır. Tarihen sabit bir gerçekliktir ki Âzerbaycan halkı, III. Halîfe
Osman ve bilhassa Hz. Ali’nin hilafeti döneminde o bölgede yerleşmiş bulunan
Müslü
manların yaşantısını gördükten sonra İslâm’dan etkilenmiş ve kendi arzusu
ile gönülden bir bağlılıkla Müslüman olmuştur. Bu gün de bu hal devam etmek-
tedir. Âzerbaycan halkının zorla Müslüman olmadığının en güçlü kanıtı ise Sovyet
döne
minde bütün İslam karşıtlığına rağmen bu asil milletin hayranlık uyandıran
1
Serahsî, a.g.e., V, 39.
2
Serahsî, a.g.e., V, 38, 39, 43; Kasânî, a.g.e., II, 311-
313; VI, 113. Diğer mezhepler özellikle
Şafiilere göre içki yasağı kamu düzenini ilgilendirdiği için gayr-ı müslimler de bu konudaki
yasağa uymak zorundadırlar.
3
Bakara (2), 256; Yunus (10), 99.