Epistemologiya
- 55 -
koyar), evrensel ve değişmez değerler anlayışını reddeder.
Tarih bilinci açısından değerlere baktığımızda, ve tarihsel dünyaya yö-
neldiğimizde, söz konusu değerleri kavrama konusunda, özellikle geçmişe
yönelik bir sınırlama ile karşılaşırız. İnsanın tarihsel bir varlık olması/var-
oluşunun tarihselliği, değerlerin tarihte gerçekleştirilmesini ifade ettiği ka-
dar, yine aynı insanın, geçmiş dönemlerdeki ve kültürlerdeki değer gerçek-
leşmelerini anlama konusunda da tarihsel olarak koşullanmasına/sınırlanma-
sına işaret eder. “Çünkü bizler, bugün, belli bir tinsel donanım içinde geçmi-
şin değerlerinden oldukça farklı bir değerler ağı içindeyizdir ve bize az çok
yabancı olan, geçmişte kalmış değerleri tam olarak anlama olanağımız da,
bu nedenle kısıtlıdır. Yine bu nedenle, yapabileceğimiz şey, geçmişi, dilsel
ürünleri, yazılı yapıtların dilini yorumlayarak anlamak, yani hermeneutik
yapmakla sınırlıdır.” (4, s.190)
Ancak bir tarihsel varlık olarak insanın bilme ve anlama çabası ve ey-
lemleri yalnızca geçmişe değil, aynı zamanda geleceğe de yöneliktir. Çünkü
tarih bilinciyle birlikte insan, kendi tarihine özgürce yön verebileceğini an-
lamıştır. Bu noktada Dilthey, “Herder’in humanite, Kant’ın tarihsel işaret-
ler, kendisinin tarihte özgürlüğün göz kırptığı anlar adını verdiği işaretlere
göre, insanların daha özgür bir gelecek için bir olanağa sahip olduklarını,
ama bu olanağı kullanıp kullanmamalarının kendilerine düştüğünü belirtir.
Dilthey, idealist ve materyalist tarih felsefelerinin de, tarihe “özgürlüğün
gerçekleşme ortamı” gözüyle bakmakla, insanların özgür olma olanaklarını
bir bakıma ellerinden alıp, bunu ya bir “tanrısal akıl” (Hegel), ya da bir
“materyalist tarih yasası”na (Marx) aktardıklarını ve böylece inasın “edilgin
bir özgürlüğe” mahkum ettiklerinden dolayı eleştirir. (4, s.192)
Bilindiği gibi, 19. Yüzyılın tüm büyük tarih felsefeleri (Comte, Hegel,
Marx), evrenselci bir yaklaşım içinde yer alırlar. Onlar tarihe bir erek koy-
makta veya zaten tarihte böyle bir ereğin içkin olarak bulunduğunu söyle-
mektedirler. Oysa Dilthey’a göre, tüm tarihe yayılmış olan böyle bir “ide”
yoktur. İdeler tarihseldir. Bunun anlamı ise şudur:İnsanlar, toplumlar belli
tarihsel dönemlere özgü olarak kendilerine erekler koyarlar, bunları gerçek-
leştirmeye çalışırlar, böyle bir yönelimsellik/niyetsellik içindedirler. Ama
tarih bize, bu ereklerin içerik ve anlam bakımından sürekli değişime uğra-
Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2012, № 1
- 56 -
dıklarını da gösterir. Örnek verirsek, Ortaçağın ereği, teolojik temelli bir ev-
rensel dünya devletiydi. Fakat bu erek, sadece Ortaçağı karakterize eden bir
şeydi. Yeniçağ, Aydınlanma ve 19. Yüzyıl, Ortaçağın bu bu tarihsiz ve du-
rağan ereğine karşılık, tarih-içi ve dinamik bir erek koymuştur. Erek kavra-
mının anlamı ve her tarihsel dönemde yer alan değerler sürekli değişmekte-
dir. Kısacası insanlık için tek bir erek söz konusu olmadığı gibi, aynı insan-
lık tarihi, insanların değişik “erek” tasarımları altında şekillenen bir dünya
olarak görülmelidir. “Erek” kavramı örneğinde görüldüğü gibi, tüm “ide”ler
tarihseldir. Tarih-dışı ya da tarihüstü şeyler anlamında “ideler” yoktur. (3,
s.213-214) Tüm tarihin bir son olarak kendisine doğru akıp gittiği şey anla-
mında bir “erek”ten söz edemeyeceğimizi, tarihin kendisi de bize göster-
mektedir.
Başlangıcından beri belli bir amaç tarafından yönetilen ve bütün olay-
ların bu amaç tarafından kuşatılmış olduğu bu dünyada insan özgürlüğüne
yer kalmaz. Böyle bir dünyada, insanın bütün yapıp etmeleri, bütün başarıla-
rı, aslında dünyanın bütününe egemen olan bir nihai(son) amacın hizmetin-
de gerçekleştirilmiş şeylerdir. Herşeyin son amaç tarafından daha başından
belirlendiği bir dünyada ise, özgür ve otonom bir varlığa da yer kalmamış
demektir. Böylece özgürlüğün bulunmadığı bir yerde, iyi ile kötü arasındaki
fark da ortadan kalkmış olur. Görüldüğü gibi teleolojik belirlenimcilik, de-
ğerli olanla, değerlere aykırı olanı kendi eylemlerinde gerçekleştiren bir var-
lığa, yani ahlaksal bir varlığa (insana) varolma hakkı tanımamaktadır. Bura-
da, dünyayı teleolojik görme eğiliminin, felsefede ağır basan bir eğilim ol-
duğunu söylemek mümkündür.
İnsan her dönemde ve her çağda değerleri yeniden değerlendirme ve
yeni değerler arama/yaratma durumuyla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak
tarihsel süreç içinde sürekli bir ilerleme değilse de, temel bazı değerlerin
hemen her dönemde ve kültürde varolduğunu saptamak da mümkündür. El-
bette her dönemin belli bir değerden anladığı şey konusunda önemli farklı-
lıklar görülebilir. Ama tarihsel süreç içindeki varoluşu açısından, “insanın
varlığına, onun zaten sahip olduğundan daha fazla temel değerlerin eklen-
mesi gerekmez. İnsandaki “değerlere açılma” olanak ve yeteneğinden daha
üstün bir şeyin geçmişte olmadığı gibi gelecekte de olmayacağı” ileri sürü-
Epistemologiya
- 57 -
lebilir. (8, s.107)
İnsanın bizzat kendisin anlamı ve değeri olan bir varlık olmasının te-
melinde, anlam ve değer bulunmayan bir dünyada varlık kazanmış olması
yatar. Çünkü anlam ve değerler, başlangıçtan beri dünyanın temelinde bu-
lunmamaktadır. Bunlar, ontolojik bakımdan insandadırlar. Değerlerin varlık
tarzı, bunların yalnızca insanda ve insan için olmasıdır. Değerlerin temelinin
insana dayandırılması, aynı zamanda, bu konuda mutlak; insan-üstü ve do-
ğa-üstü bir temelin bulunmadığı anlamına da gelir. Bu ise değerlerin evren-
sel mi göreli mi oldukları, değerlerin değişip değişmediği konusunda bazı
problemlerin doğmasına da yol açar. Ama aynı zamanda konuyla ilgili soru-
ların yeni bir ışık altında görülmesini de sağlamış olur.
Tarihsel göreliliğe düşmemek için, değerlerin zaman-üstü, tarih-üstü
olduğunu iddia eden yaklaşımların ve bakış-açılarının felsefede ağır bastığı-
nı saptamak mümkündür. Hartmann ve bizde de Mengüşoğlu hemen akla
gelen düşünürlerdir. Bu yaklaşımın geçerli olması durumunda, insanların
değerleri yaratması/ortaya koyması değil, ancak bunların bilincine varması
söz konusu olabilir. Zaman ve tarih üstü olarak tasarlanan değerler, değişi-
me de tabi olmadıkları için, ancak insanın değerler hakkındaki bilincinin ya
da görüşünün değişimi söz konusu edilebilir. “Değerler” ve “değerlendirme”
arasında ayrım yapılması, görelilikten kaçınmak içindir. İdealist bakış
açısına göre, “Değerlendirmeler başkalaşır, görelidir, her zaman değişken-
dir; ama değerin kendisi öncesiz-sonrasızdır, başkalaşamaz.”(1, s.68)
Dilthey’a göre, “değer ve amacın tarihsel kategorileri yaşama deneyi-
minde ortaya çıkar. Ama bir konu deneyimlendiğinde geriye bakan anlama,
daima onu anlamasında görünüşe çıkar ve bu bir kategori olarak bir bağlama
işaret eder.” (9, s.162) Bu nedenle değerler insan-üstü, tarih-üstü olmadıkla-
rı gibi, genel geçer ve evrensel de değildir. Ancak bununla birlikte insanlık
tarihinin çeşitli dönemlerinde ve hata bütün dönemlerinde karşılaştığımız,
sürekliymiş gibi görünen bazı değerlerin bulunduğu da ileri sürülebilir: öz-
gürlük, eşitlik, güzellik, adalet vb. Ama felsefe tarihinden de biliyoruz ki,
özgürlük bir kavram ve değer olarak birbirinden çok farklı şekillerde anla-
şılmıştır. Ayrıca bu değerlerin her tarihsel dönemde farklı biçimde yorum-
lanmaları ve yeni anlamlar kazanmaları da söz konusudur. Örnek olarak
Dostları ilə paylaş: |