GÜLDEN BÜLBÜLLERE 4 - www.gonullersultani.net
189
Tarikatı yaşayanlarda muhakkak ruhi bir yükselme oluyor. Manevi
bir yükselme oluyor. Ondan işte o farklı oluyor. Şeriatı olandan
farklı oluyor. Eğer olmasaydı, bu farklılık olmasaydı bütün bu
büyük alimler bidayetten tamamen bu şeriatı bilip yaşayan
kimselerdir, bir de bu tasavvufa girmezlerdi.
İmam-ı Azam mübarek o kelamı konuşmazdı, “levlâke senetân
heleke’n Numan, iki yıl olmasaydı Numan helak olurdu”
buyurmuş. Öyle bir alim daha gelmemiş mağribin afakında.
Mübarek diyor ki;
—Biz ömrümüzün son iki senesini Cafer-i Sadık’ın sohbetinde
geçirmeseydik bu ilimle delalete düşerdik. Yani bu ilim beni
kurtaramazdı.
Cafer-i Sadık da o zamanın meşayihinden, on iki imamın bir
tanesidir, evladı Resuldendir. Mesela o zamanın meşayihine son iki
sene kendisini teslim etmiş.
Hani mesela Reşahatta veya Abdurrahman Cami Hazretlerinin
kitabında yazılı mübarek o da öyledir. Beş asır boyunca arz
üzerinde alim olarak tek o gelmiş. Yani beş yüz sene içerisinde
onun gibi bir alim gelmemiş.
Fakat o tarikata girmezden evvel, bütün ulema, hocalıktan üstün bir
meslek daha hocalıktan üstün bir şeref, makam bilmiyorlarmış.
Hem de o zaman meşayihi, dervişleri kendilerinden küçük
görüyorlarmış. Yani hocalığı şıhlıktan daha üstün görüyorlarmış.
Abdurrahman Cami Hazretleri nasıl tasavvufa giriyorsa o zamanın
bütün hocaları ikrar etmişler ve kabullenmişler. Saadettin Kaşgari
Hazretleri o zamanın meşayihi, Evliyaullahtan, kendisi evladı
Resulden. Nakşibendi efendimizin manevi evlatlarından. Otuz iki
tane de halife çıkarmış, irşad etmiş. Halifelerinin birisi de
Abdurrahman Cami Hazretleri. O nasıl Sadettin Kaşgari
Hazretlerine kendisini teslim etmişse o zamanın bütün hocaları
ikrar etmişler ve kabullenmişler, demişler ki;
GÜLDEN BÜLBÜLLERE 4 - www.gonullersultani.net
190
—Eğer bu tasavvuf ilmi şeriat ilminden üstün olmasaydı, şeyhlik
hocalıktan daha üstün olmasaydı, Abdurrahman Cami Hazretleri
hocalığı bırakıp gidip derviş olmazdı.
Böyle onun için avamlarda, alimlerde bir esrar vardır ki onu alim
olmayanlar bilmez. Çünkü Ayet-i Kerîmede “sizin bileninizle
bilmeyeniniz
bir değilsiniz, bileniniz bilmeyenden daha
üstündür
18
” buyruluyor.
Alimlerde bir esrar var ki nas, insanlar onu bilemez.
Fakat velilerde bir esrar var ki alimler onu bilmez.
Nebilerde bir esrar var ki veliler bilemez.
Onun için alim olabilir. Fakat her alim mesela ilmiyle de amel
edebilir. O ilmiyle amel ettiğinden dolayı farklı olabilir. Kendi
meslektaşlarından farklı olabilir. Yani hocalar da hep birbirinden
farklı olabilirler. Hepsi müsavi olur mu? İlmiyle farklı olur,
ameliyle farklı olur. Mesela hep ilmi bir müsavi olsa da ameliyle
farklı olur. Ameliyle farklı olan tarafı görünmez. Görünür de, belli
olur da ne kadar ondan yüksek olduğu görünmez.
Bir de velilerde bir esrar var ki alimler ne kadar birbirinden farklı
olsalar da veli sınıfına geçemedikten sonra o esrarı bilemezler. O
esrarı anlayamazlar. Çünkü bunu Cenabı Hak Hz. Musa’ya böyle
emretti:“ve
allemnahü min ledünna ılmen
19
”, “nihayet
kullarımızdan bir kul buldular ki tarafımızdan bir ilim
öğretmiştik”, buyuruyor. Nedir bunun bir manası, sen o ilimden bir
harf bilmiyorsun.
18 Ra’d 13:19
19 Kehf 18:65
GÜLDEN BÜLBÜLLERE 4 - www.gonullersultani.net
191
“Nimetinin sonuna kadar gitse de yine rabıtasını
bırakmıyor” 1985, Erzincan
Bunları anlayamayız, bilemeyiz ama onu yaşayan bilir. Fakat mürit
ile meşayihin muamelesine gelince mesela müridi halinden
haberdar etmiyorlar. Meşayihin zahirdeki velayeti alınmıştır ama
zahirde alınmış. Zahiren yani hareketle yapacağı velayet kuvveti
alınmıştır. Ama maneviyatı, onun ruhaniyeti yetkilidir. Müridine
gereken hizmeti görür, ona gereken muameleyi yapar, onu her
tehlikeden de kurtarır, nimetine de ulaştırır.
Tabii zamanında tasavvuf kitaplarında Abdülkadir Geylani gibi
büyük velilerin tasarrufları yazılmış. Bunlar hareketle zahirde
insanlara bir şeyler göstermişler. İnsanlar şimdi istiyorlar ki bunlar
da olsun. Bunlar olmaz, bu zamana göre bunlar kapanmış. Bugün
fitne zamanı, şer zamanı, fesat zamanıdır. Bunlar mümkün değil
bunları göstermek emirle olur, emirsiz olmaz.
Şeyh Efendimiz (Dede Paşa Hazretleri) öyle buyurdu: bütün
Evliyaullah'ın salahiyeti alınmış Resulullah Efendimize teslim
edilmiş. Resulullah Efendimiz'den bir emir olmazsa onlar
kendiliklerinden bir şey isteyemezler. Ama yalnız Evliyaullah
müridine yetkilidir.
Evliyaullah'ta iki nur var: rabıta nuru bir de velayet nuru.
Rabıta nuru zahir, aşikâr; rabıta nuruyla zahiri gösterecek herhangi
bir kuvvetini, tasarrufunu veya müride yapacak şeyleri zaman icabı
şimdi kapatmışlar, kaldırmışlar.
Ama velayet nuru mevcuttur. Yani yine eskisi gibi hiç değişen bir
şey yok ruha muamele yapılıyor.
Ama bunda da yine bir iltifat var. Bunda büyük bir iltifat var. Bu
zamana göre eğer zahiri tatbikatlarda bir değişme olmasaydı şimdi
bu zamanımızın insanları mümkün değil mürşidi yaşayamazdı. Bu
kadar efendim insanlar sefahat içerisinde, bolluk içerisinde,
yemelerinde, giymelerinde, içmelerinde, atmak, savurmak
Dostları ilə paylaş: |