Sınır Özel Sayısı, Yaz 2016
137
reler kullanır. Bu filtrelerin özellikle
hangisini ve hangi sırada kullandığı
aldığı modellerle büyük ölçüde çevre-
lenmiş olur.
1
Genel kabul olarak belirtilen, yedi
yaşında bir insanın karakterinin belir-
lendiği fikri de bu olgunun bir sonu-
cudur. O yaşa kadar yapılan kayıtlar,
bir gerçeklik haritası oluşturur ve on-
dan sonra iç ve dış dünya bu harita-
ya göre algılanmaya başlandığından,
aslında yeni bir şey algılamak müm-
kün olmaz. Karakter dediğimiz şey bu
gerçeklik haritası tarafından oluşturul-
muştur. Sonra gelen bilgilerin algıla-
nışı, temel yapıya bir kozmetik etki
yapar ancak. Bu bağlamda, Türkçede
‘Bir insan yedisinde ne ise, yetmişinde
de odur’ deyişi, bilimsel bir doğruyu
yansıtır. Başka bir deyişle, insan olma
koşulunun ikinci sınırı, insanın karak-
teridir.
Bu sınırları aşmak,
2
,
ya da
ve benzeri
tekniklerle olasıdır. Bunun için kişi-
nin sınırlarını fark etmesi ve aşmak
istemesi doğal olarak önkoşuldur.
Bu farkındalık sonucunda arayış için
yola koyulma, yolculuğun kendisi ve
varılan nokta sınırların genişleyip ge-
nişlemediğini, ya da tamamen ortadan
kalkıp kalkmadığını (Bu mümkünse
eğer ki bu ayrı bir tartışma konusudur)
gösterir.
Buraya kadar bir canlı türü olarak
insanın doğasından kaynaklanan, bir
başka deyişle, Antropolojik sınırlar bir
ölçüde irdelendi. Üzerinde durulması
önemli olan ikinci boyut ise sosyolo-
1
“
.” David Eagleman,
, Domingo Yayınları,
Çeviren: Zeynep Arık Tozar, 2013, s. 84. Yazar,
genel bilgilenme için Boğaziçi Üniversitesi
Yayınlarından Cosmides ve Tooby, “
” ve ayrıntılar için Steve Pinker,
“
”, eserlerini salık vermektedir.
2
olarak da bi-
linen
, Aristoteles’in
adlı ya-
pıtından alınmış bir sözcük olup; ilgili yapıtta
trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatır.
jiktir, çünkü insan bir boşlukta değil,
diğer insanlarla karmaşık ilişkiler
ağında var olabilen bir canlıdır.
Doğa, işlenmemiş hâliyle, insan ihti-
yaçlarını karşılamak için sınırlı oldu-
ğundan, insan doğayı ‘yiyebileceği
yiyecek, giyebileceği giysi ve içinde
yaşayabileceği bir barınak üreterek’
dönüştürür
3
. Bu dönüştürme faaliyeti
endüstridir ve diğer tüm faaliyetlerden
üstündür. Marx’a göre bu faaliyet baş-
ka alanlardaki tüm faaliyetlerden daha
elzem, müşkül ve zaman alan bir faa-
liyettir.
Endüstri, insan ihtiyaçlarını karşıla-
mak için vardır ama endüstri de yeni
yaşam koşulları yaratarak yeni ihti-
yaçların doğmasına neden olur. Do-
ğayı yeniden biçimlendirirken, yani
endüstriyel faaliyette insan, yeni tür
ve derecelerde tatmin sağlamak üzere
güçlerini yetkinleştirir.
Emek, ‘hem insanın hem de doğanın
katıldığı bir süreç’ olarak tanımlanır.
Bu etkileşimde insanın doğayı işle-
me biçimi kendi kontrolündedir ve bu
yolla, doğadan istediklerini elde ede-
cek biçimde onu dönüştürür.
Her emek sürecinin üç temel öğesi
vardır:
1) İnsanın
kişisel faaliyeti, yani iş,
2)
O işin öznesi,
3) İşin araçları.
İnsan emeğinin ayırt edici özellikleri:
1) İnsan nesneyi
zihninde oluş-
turur.
2) Üretim faaliyeti bilinçlidir.
Bu ikinci koşul, insanın yapmakta ol-
duğu işten kendisini ayırabilme yete-
neğini öngörür. Bir başka deyişle,
Bir kullanım değeri yaratma süreci
olarak emek (yani kişinin iş görebil-
me yetisi, kapasitesi), nihayetinde,
insanın kendisinden ayrılamayacak,
3
Karl Marx
, (1976, 1979),
Penguin, ss283-306, ve 1844
,
(1973) ss-106-119
soyutlanamayacak bir özelliğidir. İn-
san kendi ihtiyaçlarını karşılamak için
emek sarf ettiğinde, özneye kendisi
karar verip, araçlara da sahip oldu-
ğunda, sorun yoktur. Ancak bugün de
hâlâ geçerli olan kapitalist sistemde,
emeğin öznesinin kararları, emeği sarf
edenden başkaları ve araçların sahibi
de yine başkaları olduğunda sorun do-
ğar: Bu soruna yabancılaşma diyoruz.
O halde, bu sistemde kişinin sattığı ve
üretim araçlarını ellerinde bulundu-
ranların satın aldığı, kişinin belli bir
süre içinde iş görebilme yetisidir. Ve
üretim araçlarını elinde bulunduranlar
bu sürede en çok verimi alma ‘sorum-
luluğunu’ taşırlar. Böylece endüstriyel
faaliyet, kişinin kendi ihtiyaçlarını
karşılamak için bilinçli olarak seçti-
ği bir faaliyet yerine, bir makinenin
uzantısı olarak harcadığı bir çabaya
dönüşmüştür. Neyin neden ne kadar
zamanda ve nasıl üretileceği üzerinde
hiçbir denetimi olmayan insan böyle-
ce tüm üretkenliğinden soyulmuş ve
kendi emeğine ve sonuçlarına yaban-
cılaşmış olur. Kendisini, kendi faali-
yetinden ayıracak bilinci yitirmiştir.
İnsan yaratıcılığına, üretkenliğine
bundan daha büyük bir sınır düşünü-
lebilir mi?
Mesele ‘sınırlanmışlıkla’ kalmaz.
Üretim sürecinden yabancılaşmış, işin
bütününe, kendi rolünün ne olduğuna
vakıf olmayan ve ne için, kim için,
ne zaman, ne kadar ve ne üretileceği
üzerinde hiçbir tasarrufu ya da bilgisi
olmayan insan, bu süreçle ilgili
da devreder.
1979 yılında İngiltere’de ‘Emek Sü-
reci’ üzerine Sosyoloji doktoramı
4
yazarken, otobüs şoförleri greve git-
mişti. Konumla ilgili olduğu için bu
örneği tezimde de kullandım
5
. Greve
gitmelerinin nedeni, otobüsler tamir
edildikten sonra resmî olarak kontrol
edilmelerini istemeleriydi. Bunun ne-
deni ise, tamir edildikleri halde sefere
4
“
” – Şule N. Torun (Aytaç),
DPHİL, 1981, Univ.
Of York
5
Age, s.xvii
Anadolu Aydınlanma Vakfı
Düşünüyorum Bülteni