106
ni yaratılmıştı ya da insan kozmik tarih içinde yalnızca küçücük
bir yer işgal ediyordu. İnsan ırkı bilgi ve teknolojide bu kadar hız
lı geliştiğine göre, milyonlarca yıldır dünya üzerinde var olsalardı
bu süre içinde çok daha gelişmiş olacaklardı.
Eski Ahit’e göre, Tanrı Âdem ve Havva’yı sadece altı günde ya
rattı. 1625-1656 yılları arasında İrlanda başpiskoposu olan Uss-
her dünyanın başlangıcı için daha da kesin bir tarih verir: MÖ 27
Ekim 4004, sabah saat dokuz. Biz başka bir görüşü benimsiyoruz:
İnsanın yakın zamanda ortaya çıkmasına karşın, evrenin başlan
gıcı 13,7 milyar yıl öncesine dayanmaktadır.
Evrenin bir başlangıcı olduğuna dair ilk bilimsel kanıt 1920’ler-
de bulunmuştur. 3. bölümde belirtildiği gibi o zamanlarda çoğu
bilim insanı her zaman var olan durağan bir evrene inanıyordu.
Böyle olmadığını gösteren kanıt dolaylıydı ve Edwin Hubble’ın
Pasadena, California’daki Wilson Dağı’nda 2.5 metrelik telesko
puyla yaptığı gözlemlere dayanıyordu. Galaksilerin yaydığı ışı
ğın tayfını inceleyen Hubble, neredeyse bütün galaksilerin biz
den uzaklaşmakta olduklarını ve ne kadar uzakta iseler o kadar
hızlı uzaklaştıklarını gördü. 1929’da galaksilerin bizden uzaklık
ları oranında geri çekilme hızları ile ilgili bir yasayı yayımladı, ev
renin genişlemekte olduğu sonucuna varmıştı. Eğer bu doğruysa
evren geçmişte daha küçük olmalıydı. Aslında uzak geçmiş hak
kında bir tahmin yürütecek olursak, evrendeki bütün madde ve
enerji hayal bile edemeyeceğimiz bir yoğunluk ve sıcaklığı olan
küçücük bir bölgede toplanmış olmalıydı; yeterince geriye gide-
bilseydik şimdi büyük patlama dediğimiz, her şeyin başladığı za
mana ulaşırdık.
Evrenin genişlemekte olduğu düşüncesi biraz incelikli olmayı
gerektirir. Örneğin, evren genişliyor derken bir evin duvarını yı
kıp, bir zamanlar görkemli meşe ağacının durduğu yere yeni bir
banyo eklemek gibi bir genişlemeden söz etmiyoruz. Evren kendi
kendine
yayılmakta
,
yani evrenin içindeki iki nokta arasındaki
uzaklık artmaktadır. 1930’ların ortalarında ileri sürülen bir düşün
ce daha da çok tartışmaya yol açmıştır; genişlemeyi hayal edebil
mek için yapılan benzetme 1931’de Cambridge Üniversitesi’nde
astronom olan Arthur Eddington’dan gelmiştir. Eddington evreni
genişlemekte olan bir balonun yüzeyine benzetmiştir ve galaksi
ler de balonun yüzeyindeki noktalardır. Bu resim uzaktaki galak
silerin yakın olanlara göre neden daha hızlı uzaklaştıklarını açık
ça gösterir. Örneğin balonun yarıçapı bir saatte iki katma çıkar
sa, balonun üzerindeki iki galaksi arasındaki uzaklık
da bir sa-
107
atte iki katına çıkacaktır. Belirli bir zamanda iki galaksi birbirin
den 1 santimetre uzaklıkta ise, bir saat sonra uzaklık 2 santimet
reye çıkacak ve birbirlerine göreli olarak uzaklaşma hızları saat
te 1 santimetre olacaktır. Ancak başlangıçtaki uzaklıkları 2 san
timetre ise, bir saat sonra bu uzaklık 4 santimetreye çıkacak ve
birbirlerine göreli olarak uzaklaşma hızları da saatte 2 santimet
re olacaktır. Hubble’ın da bulduğu tam olarak budur: Bizden uzak
olan galaksiler daha da hızlı uzaklaşmaktadır.
Uzayın
genişlemesinin
galaksilerin, yıldızların, elmaların,
atomların veya bir tür kuvvet tarafından bir arada tutulan di
ğer nesnelerin boyutlarını etkilemediğini bilmek önemli. Örne
ğin balonun üzerinde bir grup galaksiyi daire içine alsak, ba
lon genişlerken bu daire genişlemeyecektir. Galaksiler çekim
kuvvetleriyle birbirlerine bağlı olduklarından, balon genişler
ken daire ve içindeki galaksiler boyutlarını ve yapılarını koru
yacaklardır. Bu önemli, çünkü ancak ölçüm araçlarımız sabit
değerlere sahipse genişlemeyi saptayabiliriz. Her şey özgürce
genişleseydi biz, bir metrelik cetvellerimiz, laboratuvarlarımız
ve her şey orantılı olarak genişlerdi ve herhangi bir değişiklik
fark etmezdik.
Einstein’ın evrenin genişlediğinden haberi yoktu. Ancak galak
silerin birbirlerinden uzaklaşma olasılığı, Hubble’ın yayınından
birkaç yıl önce Einstein’ın kendi denklemlerine dayanarak öneril
mişti. 1922’de Rus fizikçi ve matematikçi Alexander Friedmann,
matematiksel olarak oldukça basitleştirilmiş iki varsayıma daya
nan bir evren modelini araştırdı: Evren her yönden aynı görünü
yor ve her gözlem noktasına göre aynı görünüyor. Friedmann’ın
ilk varsayımının tam olarak doğru olmadığını biliyoruz - neyse ki
evrenin her noktası bir-örnek değil! Bir yönde yukarı doğru baktı
ğımızda Güneş’i, diğer yönde ise Ay’ı ve göç etmekte olan vampir
yarasaları görebiliriz. Ancak çok daha büyük bir ölçekte -galak
silerin arasındaki mesafeden bile daha büyük olan bir ölçekte-
baktığımızda evren her yönde aynıymış gibi görünür. Bu sanki bir
ormana yukarıdan bakmaya benzer. Yeterince yakından baktığı
nızda yapraklan veya en azından ağaçları ve aralarındaki boşluk
ları görebilirsiniz. Eğer çok yüksekteyseniz, başparmağınızı uzat
tığınızda ağaçların bir mil karesini kapatabilirsiniz ve orman yal
nızca tek bir yeşil gölge olarak görünür. Bu ölçekte ormanın bi-
rörnek olduğunu söyleyebiliriz.
Kendi varsayımlarından yola çıkan Friedmann, Einstein’ın
denklemleri için -kısa bir süre sonra Hubble’ın
doğru olduğu-