23
İonya
ilk kez doğal fenomenleri din veya mitoloji yerine doğa yasalarıyla açıklayanlar
eski İonya âlimleri oldu.
su almadığını fark etti. Yürüttüğü mantığa göre, suyun delikler
den geçip içerideki boşluğa dolmasını engelleyen görünmez bir
şey olmalıydı - böylece bizim hava dediğimiz maddeyi keşfetmiş
oldu.
Aynı sırada Yunanistan’ın kuzeyindeki bir İon kolonisinde ya
şayan Demokritos (yak. MÖ 460-370) bir nesneyi kırarak veya ke
serek parçalara ayırdığınızda neler olduğuna kafa yoruyordu. Bu
işlemi sonsuza kadar yapamayacağımızı savunuyordu. Canlı var
lıklar da dahil olmak üzere her nesnenin kınlamaz veya kesile
mez temel parçacıklardan oluştuğunu öne sürüyordu. Bu en kü
çük parçacığa Yunanca bir sıfat olan ve kesilemez anlamına ge
len “atom” adını verdi. Demokritos, her maddi fenomenin atom
ların çarpışması sonucunda meydana geldiğine inanıyordu. Onun
görüşüne göre bütün atomlar uzayda devinim halindedir ve en
gellenmedikleri sürece devinimlerini sonsuza dek sürdürürler.
Günümüzde bu düşünceye eylemsizlik ilkesi diyoruz.
Bizim evrenin merkezinde yaşayan özel varlıklar değil, yalnız
ca sıradan varlıklar olduğumuza dair devrimci düşüncenin sahibi,
İonya’nın son bilim insanlarından biri olan Aristarkhos’tur (MÖ
310-230). Onun sadece bir hesaplaması günümüze kaldı; Ay tutul
ması sırasında Dünya’nın Ay’ın üzerine düşen gölgesinin büyük
24
lüğüne dair dikkatli gözlemlerinin karmaşık bir geometrik ana
lizi. Bu verilerden hareket ederek, Güneş’in Dünya’dan çok da
ha büyük olması gerektiği sonucuna vardı. Belki de büyük nesne
lerin küçük nesneler etrafında değil de, küçük nesnelerin büyük
nesnelerin etrafında dönmesinden etkilenerek, Dünya’nın Güneş
sisteminin merkezinde olmadığını, çok daha büyük olan Güneş’in
etrafında dönen gezegenlerden biri olduğunu savunan ilk bilim
insanı oldu. Dünyamızın yalnızca diğer gezegenlerden biri oldu
ğunu fark ettikten sonra, Güneş’in de sıradan olduğunu anlamak
için küçük bir adım atmak yeterlidir. Aristarkhos da bundan şüp
helendi ve geceleri gökyüzünde gördüğümüz yıldızların aslında
uzak güneşlerden başka bir şey olmadıklarına inandı.
İonyalılar, antik Yunan felsefesine ait, farklı ve genellikle birbi
rine karşıt geleneklere sahip pek çok okuldan biriydi. Ne yazık ki
İonyalıların doğaya bakış açıları -genel yasalar aracılığı ile açık
lanabilen ve bir dizi basit ilkeye indirgenebilen görüşleri- yalnız
ca birkaç yüzyıl boyunca güçlü bir şekilde etkili olabildi. Bunun
nedenlerinden biri, İonya kuramlarının özgür irade, amaç veya
dünyanın işlerine karışan Tanrılar kavramına yer vermemeleriy
di. Bunların ihmal edilmesi o zamanın çoğu Yunan düşünürü için
son derece ürkütücüydü, tıpkı günümüzde birçok insan için ol
duğu gibi. Örneğin filozof Epikuros (yak. MÖ 341-270) standart
atomcu görüşlere “doğacı filozofların yazgılarına ‘köle’ olmaktan
sa, tanrılar hakkındaki mitleri izlemenin daha iyi” olduğunu söy
leyerek karşı çıktı. Aristoteles de atomcu görüşü reddetti, çünkü
insanların ruhsuz ve cansız maddelerden meydana gelmiş olması
nı kabul edemiyordu. İonyalıların insanın evrenin merkezinde ol
madığı görüşü, kozmosu anlamamızda bir dönüm noktası olmuş
tur, ancak bu görüş Galileo Galilei’ye kadar, neredeyse yirmi yüz
yıl boyunca bir kenara bırakılacaktır.
Doğa hakkındaki bazı yorumlan oldukça yüksek bir kavrayı
şa sahip olsa da, antik Yunan dönemine ait görüşlerin çoğu çağı
mızda geçerli sayılan bilim için yeterli değildi. İlk olarak, Yunan
lılar bilimsel yöntemi keşfetmemiş olduklarından kuramlarını de
neysel olarak doğrulamak amacıyla geliştirmemişlerdi. Dolayısıy
la, bir bilgin atomun diğer bir atomla çarpışmcaya kadar düz bir
çizgide ilerlediğini öne sürse, diğeri de atomun ancak bir tepegöze
çarpıncaya kadar yoluna düz devam ettiğim savunsaydı, araların
daki tartışmayı sonuçlandırmanın nesnel bir yolu yoktu. Ayrıca in
sanla fiziksel yasalar arasında net bir ayrım yoktu. MÖ 5. yüzyılda
örneğin, Anaksimandros, her şeyin bir ilk cevherden ortaya çıktı-
25
ğını ve “yaptıkları kötülüklerin cezasını ödeme” korkusuyla yeni
den ona geri döndüğünü yazar. İonyalı yazar Herakleitos’a (yak
laşık MÖ 35-475) göre güneş, adalet tanrıçası peşinde olduğu için
bu şekilde hareket etmektedir. Birkaç yüzyıl sonra, MÖ 3. yüzyılda
ortaya çıkan Stoacılar insanların koyduğu yasalarla doğa yasala
rı arasında ayrım yaptılar, ancak insanın davranışına ait bazı yasa
ların evrensel olduğunu düşünerek -Tanrı’ya saygı duymak, anne
babaya itaat etmek gibi- bunları doğa yasaları arasına eklediler.
Diğer yandan, genellikle fiziksel süreçleri yasal terimlerle tanım
ladılar ve bunlar için yaptırımın gerekli olduğuna inandılar; cansız
nesnelerin bile yasalara “itaat etmesi” gerekiyordu. İnsanların tra
fik kurallarına uymasını sağlamanın zor olduğunu düşünüyorsanız
eğer, bir asteroidi bir elips üzerinde hareket etmesi için ikna etme
ye çalıştığınızı hayal edin bir de.
Bu gelenek, yüzyıllar boyunca Yunanlıları izleyen pek çok dü
şünürü de etkiledi. 13. yüzyılın başında ilk Hıristiyan filozoflar
dan olan Aquino’lu Aziz Tommaso (1225-1274) bu görüşü benim
seyerek Tanrı’nın varlığının ispatı için kullandı: “Cansız nesnele
rin sonlarına tesadüfen değil, kasıtlı olarak ulaştığı açıktır... Bu
nedenle, doğadaki her şeyin bir sonu olmasını buyuran akıllı bir
varlık mevcuttur.” Hatta 16. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile büyük
Alman astronomu Kepler (1571-1630), gezegenlerin duyuma sa
hip olduklarına, “zihinleriyle” kavradıkları hareket yasalarına bi
linçli olarak uyduklarına inanıyordu.
Doğanın yasalarına kasıtlı olarak uyulması gerektiği düşünce
si, eskilerin doğanın
nasıl
böyle davrandığına değil,
niçin
böy
le davrandığına odaklandıklarını gösteriyor. Bu düşüncenin önde
gelen savunucularından olan Aristoteles, bilimin ilke olarak göz
lemlere dayandığı düşüncesini reddetmiştir. Antik çağlarda kesin
ölçümler ve matematiksel hesaplar yapmak her bakımdan zordu.
Aritmetik için çok ikna edici bulduğumuz on rakamlı sistem an
cak MS 700’lü yıllarda, bu konuda dev adımlar atan Hindular sa
yesinde bulunmuştur. Toplama ve çıkartma için kullanılan kısalt
malar için ise 15. yüzyılı beklememiz gerekti. Eşittir işareti, za
manı saniyesine kadar ölçen saatler 16. yüzyıldan önce mevcut
değildi.
Yine de, Aristoteles niceliksel öngörüler üreten bir fizik anla
yışı geliştirmek için ölçüm ve hesaplamaları bir engel olarak gör
medi. Tersine onlara hiç ihtiyaç duymadı. Aristoteles kendi fi
zik anlayışını entelektüel anlamda uygun bulduğu ilkeler üzerine
oturttu. Uygun bulmadığı gerçekleri örtbas etti, çabalarını şeyle
Dostları ilə paylaş: |