Büyük Tasarım



Yüklə 2,44 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/42
tarix30.04.2018
ölçüsü2,44 Kb.
#40546
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   42

31
'Sanırım şurada, ikinci aşamada daha açıklayıcı olmalısın."
rar.  Laplace’ın  yanıtı,  “Efendim,  o  varsayıma  ihtiyacım  olmadı” 
olur.
İnsanlar  evrende  yaşadıkları  ve  onun  içindeki  diğer  nesneler­
le  etkileşim  içinde  olduğuna  göre,  bilimsel  determinizm  insanlar 
için  de  geçerlidir.  Pek  çok  kişi  bilimsel  determinizmin  fiziksel  sü­
reçleri yönettiğini kabul ederken, insan davranışlarını bundan ay­
rı  tutar,  çünkü  bizim  özgür  irademiz  olduğuna  inanırlar.  Örneğin 
Descartes, özgür irade düşüncesini koruyabilmek için insan zihni­
nin  fiziksel  dünyadan  farklı  olduğunu  ve  onun  yasalarına  tabi  ol­
madığını ileri sürmüştür. Onun bakış açısına göre bir insan iki un­
surdan oluşur: Beden ve ruh. Beden sıradan bir makineden başka 
bir şey değildir, ama ruh bilimsel yasanın hükmü dışındadır. Des­
cartes  anatomi  ve  fizyoloji  ile  çok  ilgilendi  ve  beynin  merkezin­
de bulunan ve epifiz bezi denilen küçücük organı ruhun bulundu­
ğu yer olarak kabul etti. Onun inanışına göre epifiz bezi bütün dü­
şüncelerimizin oluştuğu yerdi ve özgür irademizin kaynağıydı.
İnsanlar  özgür  iradeye  sahip  midir?  Özgür  irademiz  varsa,  ev­
rim  ağacının  neresinde  ortaya  çıkmıştır?  Mavi-yeşil  alglerin  ve­
ya  bakterilerin  özgür  iradeleri  var  mıdır,  yoksa  hareketleri  oto­
matik  olup  bilimsel  yasalar  dahilinde  midir?  Yalnızca  çok  hücre­
li  organizmalar  mı  özgür  iradeye  sahip,  yoksa  yalnızca  memeli­
ler mi? Bir şempanzenin bir muzu hatır hutur yemesi veya bir ke­
dinin  kanepenizi  tırmıklaması  durumunda,  özgür  iradelerini  kul­


32
landıklarını  düşünebiliriz.  Peki  yalnızca  959  hücreden  oluşan  ve 
adı  Caenorhabditis  elegans  olan  ipliksolucan?  Muhtemelen  asla, 
“Bu  yediğim  acayip  lezzetli  bir  bakteriydi,  buraya  tekrar  gelmeli­
yim”  diye  düşünmez,  yine  de  yiyecek  konusunda  onun  da  belirli 
tercihleri  vardır  ve  bir  önceki  deneyimine  göre  ya  tatsız  bir  yeme­
ğe razı olacak ya da daha iyi bir şey bulmak için arayışını sürdü­
recektir. Bu özgür irade anlamına mı gelmektedir?
Yapmak  istediğimiz  şeyi  seçebileceğimizi  düşünüyor  olsak  da, 
moleküler  biyolojiden  anladığımıza  göre  biyolojik  süreçler  fizik 
ve  kimya  yasaları  tarafından  yönetiliyor  ve  bu  yüzden  gezegen­
lerin  yörüngeleri  kadar  belirlenmiş  süreçler.  Nörolojik  bilimler­
de  yapılan  son  araştırmalar,  eylemlerimizin  fizik  yasalarına  riayet 
eden  beynimiz  tarafından  belirlendiği  görüşünü  destekliyor;  bu 
yasalardan  bağımsız  bir  unsur  tarafından  değil.  Örneğin  uyanık 
hastalara  yapılan  beyin  ameliyatlarına  ilişkin  bir  araştırma,  bey­
nin  gerekli  bölgeleri  elektriksel  olarak  uyarıldığında  hastada  elini, 
kolunu,  ayağını  oynatma  veya  dudaklarını  kımıldatma  ve  konuş­
ma  arzusu  uyandırılabildiğini  ortaya  çıkardı.  Eğer  davranışlarımız 
fiziksel  yasalar  tarafından  belirleniyorsa  özgür  iradenin  nasıl  iş 
görebildiğini  anlamak  oldukça  zor;  öyle  görünüyor  ki  biz  yalnız­
ca biyolojik makineleriz ve özgür irade bir yanılsamadan ibaret.
İnsan  davranışının  gerçekte  doğa  yasaları  tarafından  belirlen­
diği  düşüncesine  teslim  olduğumuzda,  sonuçların  karmaşık  bir 
yolla  ve  çok  fazla  değişkenle  belirlenmesinin,  onları  öngörmeyi 
pratikte olanaksız kıldığı  yargısına  varmak  da akla uygun olacak­
tır. Bu nedenle, bir öngörüde bulunabilmek için insan bedeninde­
ki  trilyonlarca  trilyon  molekülün  her  birinin  başlangıç  koşulları­
nın  bilinmesi  ve  bir  o  kadar  denklemin  çözülmesi  gerekirdi.  Bu 
da birkaç milyar yıl alırdı ki, karşımızdaki şahsın atacağı yumruk­
tan kaçmak için bir parça geç kalabilirdik.
İnsan davranışını öngörmek için fizik yasalarını kullanmak pra­
tikte  mümkün  olmadığı  için  etkin  kuram  dediğimiz  bir  yol  geliş­
tirdik.  Fizikte  bir  etkin  kuram,  gözlemlenmiş  belirli  bir  fenome­
ni  altta  yatan  tüm  süreçleri  ayrıntılı  olarak  tanımlamadan  model- 
lemek için yaratılmış bir çerçevedir. Örneğin, bir insanın bedenin­
deki  her  atomla  yeryüzündeki  her  atom  arasındaki  çekimsel  etki­
leşimi  yöneten  denklemleri  tam  olarak  çözmemiz  mümkün  değil­
dir. Ancak tüm pratik nedenlerden ötürü, bir insanla yeryüzü ara­
sındaki  çekimsel  gücü,  insanın  toplam  kütlesi  gibi  birkaç  sayı  ile 
tanımlanabilir. Aynı şekilde, karmaşık atom ve moleküllerin hare­
ketlerini  yöneten  denklemleri  çözemiyoruz;  ama  adına  kimya  de­


33
nilen  bir  etkin  kuram  geliştirdik  ve  etkileşimlerin  bütün  ayrıntı­
larına  açıklama  getirmeden  kimyasal  tepkimelerde  atomların  ve 
moleküllerin  nasıl  hareket  ettiğini  uygun  bir  şekilde  ortaya  koya­
biliyoruz.  İnsanlar  söz  konusu  olduğunda,  davranışlarımızı  belir­
leyen  denklemleri  çözemediğimiz  için,  özgür  iradeyi  bir  etkin  ku­
ram olarak kullanıyoruz. İrademiz ve ondan kaynaklanan davranı­
şımızı  inceleyen  bilim,  psikolojidir.  Ekonomi  de,  özgür  irade  dü­
şüncesinin yanı sıra insanların olası eylem rotalarını değerlendirip 
en  iyisini  seçtikleri  varsayımına  dayanan  bir  etkin  kuramdır.  Bu 
etkin kuram davranış öngörüsünde sadece kısmen başarılı, çünkü 
hepimizin  bildiği  gibi,  verilen  kararlar  genellikle  akılcı  değil  ya  da 
seçimlerin  sonuçlarına  ilişkin  kusurlu  çözümlemelere  dayanıyor­
lar. Dünyanın böyle bir karmaşa içinde olmasının nedeni budur.
Üçüncü  soru  hem  evrenin  hem  de  insanın  davranışlarını  belir­
leyen  yasaların  eşsizliği  ile  ilgili.  Birinci  soruyu  yasaları  Tanrı  ya­
ratmıştır diye yanıtladıysanız, üçüncü soru Tanrı bu yasaları iste­
diği  gibi  seçebildi  mi  diye  sormaktadır.  Hem  Aristoteles  hem  de 
Platon  -Descartes  ve  daha  sonra  Einstein  gibi-  doğanın  ilkeleri­
nin  “ihtiyaç”  nedeniyle  var  olduklarına  inanmışlardı,  çünkü  sade­
ce  bu  kuralların  mantıki  bir  anlamı  vardı.  Doğa  yasalarının  kay­
nağının  mantığın  içinde  olduğuna  inanan  Aristoteles  ve  takipçi­
leri,  bu  yasaların  doğanın  gerçekte  nasıl  işlediğini  çok  dikkate  al­
madan  “türetilebileceğini”  düşünüyorlardı.  Bu  düşünce  ve  yasa­
ların  ne  olduğu  yerine  nesnelerin  neden  yasaları  izlediği  konusu­
na  odaklanması,  Aristoteles’i  çoğunlukla  nitel;  sıklıkla  yanlış  ve 
pek  de  kullanışlı  olmayan  yasalara  yöneltti  ve  bu  yasalar  bilimsel 
düşünceye  asırlarca  hükmetti.  Epeyce  sonra  Galilei  gibi  insanlar 
Aristoteles’in  otoritesine  karşı  çıkma  cesaretini  gösterdiler  ve  saf 
“aklın”  olması  gerektiğini  söylediği  şeyleri  izlemek  yerine  doğa­
nın gerçekten nasıl işlediğini gözlemlediler.
Bu  kitap,  ikinci  soruya  doğa  yasalarında  mucize  veya  istisna 
yoktur  yanıtını  veren  bilimsel  determinizmi  temel  alır.  Yine  de  bi­
rinci  ve  üçüncü  soruya;  yasaların  nasıl  ortaya  çıktığı  ve  onlardan 
başka  olası  yasa  olup  olmadığı  konularına  ayrıntılarıyla  değine­
ceğiz.  Ancak  öncelikle  bir  sonraki  bölümde,  doğa  yasalarının  ne­
yi  açıkladığını  göreceğiz.  Çoğu  bilim  insanı  yasaların,  kendisini 
gözlemleyenden  bağımsız  olarak  var  olan  dışsal  gerçekliğin  ma­
tematik  yansımaları  olduklarını  söyleyecektir.  Çevremizdekiler 
hakkında  gözlemlerimiz  ve  oluşturduğumuz  kavramları  tartışır­
ken  tosladığımız  bir  başka  soru  var:  Nesnel  bir gerçekliğin var  ol­
duğuna inanmak için gerçekten bir nedenimiz var mı?


Yüklə 2,44 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə