Büyük Tasarım



Yüklə 2,44 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə11/42
tarix30.04.2018
ölçüsü2,44 Kb.
#40546
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   42

43
di  ekseninin  etrafında  dönerken  akvaryum  da  onunla  devinece­
ği için.
Bilim  için  modeller  yaptığımız  gibi,  gündelik  hayatlarımızda  da 
modeller  yaparız.  Modele  dayalı  gerçekçilik  sadece  bilimsel  mo­
dellere  değil,  hepimizin  gündelik  hayatı  anlayabilmek  ve  yorum­
layabilmek  için  yarattığı  zihinsel  bilinç  ve  bilinçaltı  modellere  de 
uygulanır.  Gözlemciyi  -bizi-  duyusal  süreçlerimiz  ile  düşünme  ve 
idrak biçimlerimiz tarafından yaratılan dünya algımızdan ayrı tut­
manın  hiçbir  yolu  yoktur.  Algımız  -ve  dolayısıyla  kuramlarımızın 
dayanağı  olan  gözlemlerimiz-  doğrudan  değildir.  Daha  ziyade,  bir 
tür  mercek  tarafından;  insan  beyninin  yorumlayıcı  yapısı  tarafın­
dan şekillendirilir.
Modele  dayalı  gerçeklik,  bizim  nesneyi  algılayış  biçimimiz­
le  uyumludur.  Görme  sürecinde  beynimiz  optik  sinirlerden  bir 
dizi  sinyal  alır.  Bu  sinyaller  televizyonda  gördüklerimize  benzer 
görüntülerden  oluşmazlar.  Optik  sinirin  retinaya  bağlandığı  yer­
de  kör  bir  nokta  vardır  ve  görmenin  gerçekleştiği  yer,  retinanın 
merkezinde  1  derecelik bir  görüş açısına  ve kolunuzu uzatıp bak­
tığınızda  başparmağınızın  eni  kadar  bir  genişliğe  sahip,  daracık 
bir  alandır.  Yani  beyne  gönderilen  ham  veriler,  ortasında  bir  delik 
bulunan bulanık  bir resme benzer. Neyse ki beynimiz her iki göz­
den  gelen  girdileri  birleştirir,  çevrenin  görsel  özelliklerini  de  ek­
leyerek  oluşturduğu  varsayımla  boşlukları  doldurur.  Dahası  reti­
nadan  gelen iki  boyutlu veriler  dizisini  okur ve  bundan üç boyut­
lu bir uzay izlenimi yaratır. Bir başka deyişle beyin zihinsel bir re­
sim veya model yaratır.
Beyin  model  yaratmakta  o  kadar  iyidir  ki,  insanlar  görüntüle­
ri baş aşağı gösteren bir gözlükle baksalar bile, bir süre sonra be­
yinleri  modeli  değiştirir  ve  nesneleri  yine  doğru  şekilde  görmele­
rini  sağlar.  Daha  sonra  gözlük  çıkarıldığında  dünya  bir  süre  baş 
aşağı  görünür  ve  sonra  yine  düzelir.  Birisi  “bir  sandalye  görüyo­
rum” dediğinde bu sadece, o kişinin sandalyenin yaydığı ışığı san­
dalyenin  zihinsel  bir  görüntüsünü  veya  modelini  oluşturmak  için 
kullandığı  anlamına  gelir.  Eğer  model  baş  aşağı  ise,  biraz  şansla, 
beyin oturmadan önce görüntüyü düzeltecektir.
Modele  dayalı  gerçekçiliğin  çözdüğü  veya  en  azından  savuş­
turduğu  bir  başka  sorun,  varoluşun  anlamıdır.  Odadaki  masanın 
ben  dışarı  çıktığımda  ve  onu  göremediğimde  hâlâ  orada  olup  ol­
madığını  nasıl  bilirim?  Elektronlar  ve  kuarklar  (proton  ve  nötro­
nu  oluşturduğu  söylenen  parçacıklar)  gibi  göremediğimiz  şeyle­
rin var olduğunu söylemek ne anlama geliyor? Odayı terk ettiği-


44
Katot ışınları 
Elektronları göremeyiz, ama yarattıkları etkiyi görebiliriz.
mizde  masanın  kaybolduğu  ve  odaya  geri  döndüğümüzde  aynı 
konumda  yeniden  belirdiği  bir  model  oluşturulabilir;  ancak  bu 
tuhaf  bir  model  olacaktır.  Biz  odada  yokken  bir  şey  olsa,  örne­
ğin  tavan  çökse  ne  olur?  Odadan  çıktığımda  masanın  kayboldu­
ğunu  söyleyen  modeli  esas  alırsam  odaya  geri  döndüğümde  ta­
vanın  yıkıntısı  altında  tekrar  beliren  kırık  masayı  nasıl  açıklaya­
bilirim?  Masanın  biz  odadan  çıktığımızda  da  yerinde  kaldığı  mo­
del  daha  yalındır  ve  gözlemlerimizle  uyuşur.  İstenebilecek  olan­
da budur.
Göremediğimiz  atomaltı  parçacıklar  konusunda  elektronlar; 
bir buhar odasında oluşan izler ve televizyon tüpündeki ışık spot­
ları  gibi  pek  çok  fenomeni  açıklayan  kullanışlı  bir  model  oluş­
turur.  Elektronun  İngiliz  fizikçi  J.  J.  Thomson  tarafından  Camb- 
ridge  Üniversitesi  Cavendish  Laboratuvarı’nda  keşfedildiği  söy­
lenir.  Boş  cam  tüplerin  içinden  elektrik  akımları  geçirerek  katot 
ışınları  olarak  bilinen  bir  fenomen  üzerinde  deneyler  yapıyordu. 
Deneyleri  onu  cesur  bir  sonuca  götürdü;  gizemli  ışınlar,  atomun 
maddi  bileşenleri  olan  çok  küçük  “zerreciklerden”  oluşuyordu  ve 
bu  nedenle  maddenin  temel  bölünemez  parçacığı  olarak  düşünü­
lebilirdi.  Thomson  ne  bir  elektron  “gördü”,  ne  de  savunduklarını 
deneyleriyle  doğrudan  veya  kesin  bir  şekilde  gösterebildi.  Ancak 
onun  modeli  temel  bilimlerden  mühendisliğe  kadar  pek  çok  uy­


45
gulamada  kritik  öneme  sahip  olduğunu  kanıtladı  ve  siz  elektron­
ları  göremiyor  olsanız  da  günümüzde  bütün  fizikçiler  onların  var­
lığına inanıyorlar.
Yine  görmemiz  mümkün  olmayan  kuarklar,  atomun  çekirde­
ğindeki  proton  ve  nötronların  özelliklerini  açıklamak  için  kul­
lanılan  bir  modeldir.  Proton  ve  nötronların  kuarklardan  oluştu­
ğu  söylense  de  bir  kuarkı  gözlemlememiz  asla  mümkün  değildir, 
çünkü  kuarklar  arasındaki  bağlayıcı  kuvvet  ayrılıkla  birlikte  bü­
yür,  bu  nedenle  doğada  bağımsız,  yalıtılmış  kuark  bulunamaz. 
Tersine  kuarklar  her  zaman  üçlü  gruplar  halinde*  (protonlar  ve 
nötronlar)  veya  kuark  ve  karşıt  kuark  çiftleri  halinde  (pi  mezon­
ları)  bulunur,  lastik  bantlarla  birbirlerine  bağlıymış  gibi  hareket 
ederler.
Bir  kuarkı  asla  yalıtamayacak  olmamıza  rağmen  onların  ger­
çekten  var  olduklarını  söylemek,  kuark  modeli  ilk  kez  ortaya 
atıldıktan  sonraki  yıllarda  da  tartışmalı  bir  konu  olarak  kalmış­
tır.  Belirli  parçacıkların,  çok  az  sayıdaki  çekirdekaltı  parçacıkla­
rın  alt  parçacıklarının  farklı  şekillerde  birleşmelerinden  meyda­
na  geldikleri  düşüncesi,  bunların  özelliklerini  basit  ve  etkileyi­
ci  biçimde  açıklayan  düzenleyici  bir  ilke  bulmamızı  sağlamıştır. 
Ancak,  fizikçiler  parçacıkların  dağılımlarına  ait  verilerin  istatis­
tik  görüntülerine  dayanarak  onların  var  olduklarını  kabul  etme­
ye  alışkın  olsalar  da,  pek  çok  fizikçiye,  ilkesel  olarak  gözlemle- 
nemez  olan  bir  parçacığa  gerçeklik  atfetmek  oldukça  fazla  gele­
bilirdi.  Yine  de,  yıllar  geçip  kuark  modelinin  doğru  öngörüleri  ço­
ğaldıkça,  karşı  çıkışlar  yavaş  yavaş  ortadan  kalktı.  On  yedi  kollu, 
gözleri  kızılötesi  ışınlar  saçan  ve  kulaklarından  krema  püskürt­
meyi  âdet  edinen  kimi  uzaylıların  da  bizimle  aynı  gözlemleri  ya­
pıp,  bunları  kuarklar  olmadan  tanımlaması  kesinlikle  mümkün­
dür.  Yine  de,  modele  dayalı  gerçekçilikte  kuarklar,  çekirdekal- 
tı  parçacıkların  davranışlarıyla  ilgili  gözlemlerimizle  uyuşan  bir 
modelde vardırlar.
Modele  dayalı  gerçekçilik,  eğer  dünya  belirli  bir  zaman  önce 
yaratılmışsa,  o  zamandan  önce  ne  olmuştu  gibi  soruları  tartış­
mamızı  sağlayan  bir  çerçeve  sağlar.  İlk  Hıristiyan  filozoflarından 
Aziz Augustinus (354-430) bu sorunun yanıtının “Tanrı bu tür so­
rular  soran  insanlar  için  cehennemi  hazırlıyordu”  olmadığını,  za­
manın  Tanrı’nın  yarattığı  dünyanın  bir  özelliği  olduğunu  ve  çok 
da  uzun  olmayan  bir  süre  önce  gerçekleştiğine  inandığı  yaratılış 
öncesinde zamanın var olmadığını söylüyor. Bu, Dünya’nın çok
*Her nötron bir yukarı, iki aşağı kuarka, her proton iki yukarı, bir aşağı kuarka sahiptir, (ç.n.)


Yüklə 2,44 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə