49
Kırınım
Newton'ın ışık modeli, ışığın bir ortamdan diğerine geçerken neden kırıldığını açıklar,
ama Newton halkaları adını verdiğimiz bir diğer fenomeni açıklayamaz.
nu gösteriyordu. Hubble’dan onlarca yıl sonra pek çok fizikçi ka-
rarlı-durum kuramını savunmayı sürdürdü. Ancak en doğal mo
del Hubble’ın genişleyen evren modeliydi ve sonunda kabul edi
len de bu model oldu.
Evreni yöneten yasaları bulmak için yaptığımız araştırma
larda birkaç kuram veya model formüle ettik; örneğin dört ele
ment modeli, Ptolemaios sistemi, phlogiston kuramı,* büyük
patlama kuramı vb. Her bir kuram veya model ile evrenin temel
bileşenleri ve gerçeklik hakkındaki kavramlarımız değişti. Örne
ğin, ışık kuramını ele alalım. Newton ışığın küçük parçacıklar
dan veya cisimciklerden oluştuğunu düşünüyordu. Bu ışığın ne
den düz çizgiler halinde yol aldığını açıklıyordu; Newton ayrı
ca ışığın bir ortamdan diğerine, örneğin havadan cama veya ha
vadan suya geçerken neden büküldüğünü ya da kırıldığını da bu
şekilde açıklıyordu.
Yine de cisimcik kuramı Newton’in kendisinin gözlemledi
ği, Newton halkaları denilen fenomeni açıklamak için yeterli ol
madı. Düz ve yansıtma özelliği olan bir levhanın üzerine bir mer
cek yerleştirin ve tek renkli bir ışıkla, örneğin sodyum lambasıy-
* Bu kuram ilk kez 17. yüzyılda maddenin yanması veya kireçleşmesi durumunda olanları
anlatmak için
kullanıldı. G.E. Stahl (1660-1734)
Kimyanın Temel ilkeleri
kitabında bu kuramı geliştirdi, (ç.n.)
51
la aydınlatın. Yukarıdan bakıldığında merkezleri merceğin levha
ya değdiği nokta olan açık ve koyu renkli halkalar görülür. Bunu
ışığın parçacıklardan oluştuğunu söyleyen kuramla anlatmak zor
olurdu, ama dalga kuramı ile açıklanabilir.
Işığın dalga kuramına göre, açık ve koyu renkli halkalara ne
den olan girişim dediğimiz bir fenomendir. Bir dalga, örneğin bir
su dalgası bir dizi tepe ve çukurdan oluşur. Dalgalar çarpıştığın
da bu tepeler ve çukurluklar denk gelirlerse birbirlerini destek
leyerek daha büyük bir dalganın oluşmasını sağlar. Bu yapıcı gi
rişimdir. Bu durumda dalgaların “eş fazlı” olduğu söylenir. Bu
nun karşıtı durumda ise, dalgalar karşılaştığında bir dalganın te
pesi, diğer dalganın çukuruna denk gelir. Bu durumda dalgalar
birbirlerini sönümlerler ve onlara “zıt fazlı” dalgalar denir. Bu da
yıkıcı girişimdir.
Newton halkalarının parlak olanları merkezden, mercekten yan
sıyan dalga ile levhadan yansıyan dalganın tam sayılı (1, 2, 3, ...)
dalga boylarıyla ayrılarak yapıcı girişim oluşturdukları uzaklıkta
oluşur. (Dalga boyu, bir dalgaya ait tepe veya çukurlardan birinin
kendisinden sonrakine uzaklığıdır.)
Öte yandan koyu renk halkala-
Su birikintisinde girişim
Günlük hayatımızda
göletten okyanusa kadar her
su birikintisinde girişim kavramını görebiliriz.
52
rın merkezden uzaklığını belirleyen iki dalga arasındaki ayrım, ya
rı tam sayıdaki (1/2, 1
1/2
, 2
1/2
,...) dalga boyu kadar olduğu için yı
kıcı girişim oluşturur - mercekten yansıyan dalga levhadan yansı
yan dalgayı sönümler.
19. yüzyılda bu, ışığın dalga kuramının doğrulanması ve parça
cık kuramının yanlış olduğunun gösterilmesi olarak kabul edildi.
Ancak 20. yüzyılın başlarında Einstein, fotoelektrik etkinin (gü
nümüzde televizyonlarda ve dijital kameralarda kullanılmakta)
bir ışık parçacığının veya kuantumun bir atoma çarpması ve bir
elektronu ortadan kaldırmasıyla açıklanabileceğini gösterdi. Ya
ni ışık hem parçacık, hem de dalga olarak işliyordu.
İnsanlar, okyanusları veya çakıltaşı atılan göletleri izledikle
ri için dalga fikri akıllarına gelmiş olmalı. Aslında bir gölete iki
çakıl taşı attığınızda, yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi, girişimin
nasıl işlediğini görürsünüz. Diğer sıvıların da aynı şekilde davran
dığı gözlenir; belki fazlaya kaçırılan şarabın dışında. Parçacık fik
ri taşlar, çakıllar ve kum sayesinde tanıdıktı. Ancak bu dalga/par
çacık ikiliği -bir nesnenin hem parçacık hem de dalga olarak ta
nımlanabileceği fikri- bir külçe kumtaşını içmek fikri kadar gün
lük yaşantımıza yabancıydı.
Bunun gibi ikilikler -aynı fenomeni doğru olarak tanımlayan
iki çok farklı kuramın geçerli olduğu durumlar- modele dayalı
gerçeklikle uyumludur. Her bir kuram belirli özellikleri tanımlar
ve açıklar ve birinin diğerine göre daha iyi veya daha doğru oldu
ğu söylenemez. Evreni yöneten yasalarla ilgili olarak söyleyebi
leceğimiz şudur: Evrenin her durumunu tanımlayabilecek tek bir
matematiksel model veya kuram yok gibi görünüyor. Tersine, ilk
bölümde belirttiğimiz gibi, M-kuramı adını verdiğimiz bir kuram
lar ağı var gibi duruyor. M-kuramı içinde yer alan her kuram, bel
li alanlardaki fenomenleri gayet iyi açıklıyor. Bu alanların örtüş
tüğü noktalarda, ağdaki farklı kuramlar birbiriyle uyuşuyor, do
layısıyla bunların tümünün aynı kuramın parçaları olduğu söyle
nebilir. Ancak ağın içindeki hiçbir kuram evrenin her halini -do-
ğanın bütün güçlerini, bu güçlerin etkisini hisseden parçacıkları
ve içinde bütün bunların sürüp gittiği uzay ve zamanın çerçevesi
ni- tanımlayamaz. Bu durum tek ve birleşik bir kuramın hayalini
kuran geleneksel fizikçileri pek tatmin etmese de, modele dayalı
gerçekçilik çerçevesi içinde kabul edilebilir.
İkiliği ve M-kuramını beşinci bölümde daha ayrıntılı tartışaca
ğız, ancak bundan önce doğaya çağdaş bakış açımızın dayanağı
olan temel bir ilkeyi ele alacağız: Kuantum kuramı
ve özellikle al-