Ca'fer es-sâdik



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə10/25
tarix30.10.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#76034
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25

CAHİZİYYE

Mu'tezile kelâmcılarından Amr b. Bahr el-Câhiz'in (ö. 255/869) görüşlerini benimseyenlere verilen ad.273



CAİFE274




CAİHA

Meyve ve sebzelere zarar veren tabii âfet anlamında bir fıkıh terimi.

Sözlükte "âfet ve musibet" mânasına gelen câiha, İslâm hukukunda meyve ve sebzelere kısmen veya tamamen zarar veren, önceden beklenmeyen ve Önlene­meyen âfet demektir. Kelime hadis me­tinlerinde hem sözlük275 anlamlarında kullanılmıştır.

Dalında veya tarlada iken satılan, fa­kat müşteri tarafından henüz kaldırıl­mayan meyve ve sebzelerin âfete mâruz kalması halinde zararın kime ait olaca­ğı, başka bir ifade ile müşterinin öde­yeceği bedelin (semen) zarar oranınca in­dirilip indirilmeyeceği hususu (vad'u'l-câiha) İslâm hukukçuları arasında tartı­şılmıştır. Hz. Peygamber'den nakledilen, satılan bir meyveye âfet isabet ettiği tak­dirde müşteriden herhangi bir bedelin alınmasının helâl olmadığını belirten ha­disin276 Sübûtu. rivayet farklılıkları ve değişik yo­rumlara tâbi tutulması, ayrıca dalda ve­ya tarladaki meyve ve sebzelerin satışın­da kabzın ne zaman tamam olmuş sa­yılacağı meselesi, hukukçular tarafından bu konuda farklı sonuçların çıkarılması­na zemin hazırlamıştır. Satılan mala gele­cek zararın kabz öncesi satıcı, kabz son­rası ise alıcı tarafından üstlenileceği nok­tasında genelde ittifak bulunduğu hal­de, burada kabzın ne zaman gerçekleş­tiği hususu tartışmalı olduğundan fark­lı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunun so­nucu olarak Hanefî ve Şafiî hukukçuları söz konusu alışverişte kabzın, dolayısıy­la akdin tamamlandığı noktasından hareketle olayı malı teslim alan müşteri­nin zarara uğraması şeklinde değerlen­dirmiş ve akde bağlılığı esas alarak za­rar sebebiyle bedel indirimini doğru bul­mamışlardır. Buna karşılık Mâlikîve Han-belîler, aralarında bazı görüş farklılık­tan bulunmakla birlikte, prensip olarak câihayı müşterinin ödeyeceği bedelin in­dirilmesi için yeterli ve uygun bir sebep saymışlardır. Bu hukukçulara göre ziraî hastalıklar, dolu, kuraklık ve su baskını gibi âfetler câiha sayılır. İnsanların fiil ve müdahalesi sonucu meydana gelen zararlara gelince, Mâlikîler'de bir görü­şe göre, sakınılamaz olması veya müş­terinin fiili dışında meydana gelmiş bu­lunması şartıyla bunlar da câiha sayılır ve mal bedelinde indirime gidilir. Han-belîler ise bu nevi zararları câiha say­mazlar, dolayısıyla bedelde indirimi ka­bul etmezler. Sadece müşteriye, ya ak­di feshetme veya haksız fiil sahibinden zararın tazminini talep etme hakkı ta­nırlar. Ayrıca câiha sebebiyle bedelin İn­dirilmesi meyvelerde ittifakla benimse­nirken bu hükmün sebzelere de uygu­lanıp uygulanmayacağı da tartışmalıdır. Bu konularda mevcut görüş farklılıkları, ilgili hadiste geçen lafızların zahirinin veya gayesinin esas alınmasından kay­naklanmaktadır.

Câihanın tanımı ve mahalli kadar mey­dana geliş vakti de önemlidir. Müşteri meyve ve sebzeyi, dalında veya tarlada olgunlaşmasını beklemek gibi haklı bir sebebe dayanarak bırakmış ve câiha bu esnada isabet etmişse her iki mezhep de satış bedelinin zarar oranınca indiril­mesinde müttefiktir. Buna karşılık mey­ve ve sebzeler olgunlaştığı halde malı tedricen satma veya fiyat artışını bekle­me gayesiyle bunları bir müddet daha yerinde bırakmışsa durum tartışmalıdır. Hanbelîler ile bazı Mâlikîler bunu bedel­de indirim sebebi saymazken bir kısım Mâlikîler müşterinin ürünü taze veya uy­gun fiyatla satma isteğini de olgunlaş­mayı bekleme gibi haklı bir sebep ola­rak görmektedirler.

Câihada bir başka önemli nokta ise meydana gelen zararın miktarıdır. Mâli-kîler'e göre bedelde indirimi gerektire­cek zarar miktarı genelde üçte birden az olmamalıdır. Daha az miktardaki za­rar câiha olarak kabul edilmez; olağan sayılan bu zarara müşteri katlanmak zorundadır. Hanbelîler'de böyle bir oran konmasından ziyade zararın mâkul bir sının aşması ölçü olarak alınmıştır. Söz konusu zarar oranının hesaplanmasın­da ölçünün mü, yoksa değerin mi esas alınacağı hususu bilhassa Mâlikî hukuk doktrininde tartışılmış ve her iki yönde de görüşler geliştirilmiştir.

Hanbelî ve özellikle Mâlikî hukukçular câihayı "beklenmeyen hal" (ez-zurûfü't-târie) olarak değerlendirmişler ve satıcı­yı da zarara ortak ederek alışveriş ak­dinde karşılıklı dengeyi korumaya çalış­mışlardır. Bu durum, Batı hukukunda ancak XX. yüzyılın başında ortaya çıkan "beklenmeyen hal nazariyesi"nin özel borç münasebetlerine yansıyan uygula­masında ve hâkimin beklenmeyen hal sebebiyle mevcut sözleşmeyi tâdil ede­bilmesinde göze çarpmaktadır. Konunun hicrî III. yüzyıldan itibaren, münferit olay­larda da olsa. İslâm hukukçularınca tar­tışmaya açılmış olması dikkat çekici bir husustur.

Bibliyografya:

el-Muuatta "Büyûc", 16; Müslim, "Müsâ-kât", 14-17; Ebû Dâvûd, "Zekât", 26, "Büyû'"r 58; Nesâî. "Büyûr", 29; Sahnûn, el-Müdeüüe-ne, V, 25-39; Bâcî. el-Müntekâ, Kahire 1332, IV, 231-236; ibn Rüşd. Bidâyetü'l-müctehid, Kahire 1975, H, 207-215; İbn Kudâme, el-Muğ-nî, Kahire 1389, IV, 80-82; İbn Teymiyye, Mec-mû'atur-resâ'it, V, 208-225; İbn Kayyım el-Cevziyye. İctâmü'l-muuakktcîn, Beyrut, ts., II, 356-358; Şevkânî, Neylü'İ-eutâr, V, 200-201; Senhûrt Meşâdirü'l-hak, VI, 103-110; M. Ebü Zehre, İbn Teymiyye, Kahire 1977, s. 396-405; Abdüsselâm et-TermânM, Nazariyyetü'z-zurû-fi't-târi'e, Dımaşk 1971, s. 60-71; Karaman, İs­lâm Hukuku, II, 409-412; Ali Bardakoğlu, "İs­lâm Hukukunda ve Modern Hukukta «Bek­lenmeyen Hâl» Nazariyesi", EÛ İlahiyat Fa­kültesi Dergisi, sy. 2, Kayseri 1985, s. 63-97.



CAİZ

"Zatına nisbetle varlığı ve yokluğu eşit olan" anlamındaki aklî hüküm.277



CAİZ

Dinen veya hukuken yapılmasına izin verilen veya serbest olan fiilleri ifade eden bir terim.

"Geçip gitmek, mümkün, geçerli ve serbest olmak" gibi anlamlara gelen ce­vaz kökünden türemiş bir isim olup İs­lâm hukukunda bir söz ve davranışın dinî veya hukukî esaslara uygunluğunu, yapılmasının serbest ve geçerli olduğu­nu belirtmek için kullanılmıştır.

Kur'an'da birtakım fiillerin serbest olup yasak veya günah grubuna girmediği değişik ifade tarzlarıyla bildirilmişse de bunun için caiz kelimesi kullanılmamış­tır. Hadislerde ise kelime terim anlamıy­la yer almıştır278. İlk devirlerden itibaren İslâm âlimleri tarafından çok yaygın bir şekil­de kullanılan caizin (caiz olur-câiz olmaz) giderek İslâm hukukunun belli alanla­rında farklı kullanım ve anlamlar kazan­dığı görülmektedir.

Fıkıh usulünde caizin, dinin beş temel teklifi hükmünden279 biri olan mu­bah ile yakın ilgisi vardır. Aralarında Gaz-zâlfnin de bulunduğu bir grup usulcü-ye göre caiz mubah ile eş anlamlı olup kişinin yapma veya yapmama hususun­da dinen serbest bırakıldığı fiilleri İfade eder. Bu anlamda caiz, yapılması zorun­lu olan vacip ile yapılması tavsiye edilen menduptan farklıdır. Fakat Cemâleddin İbnü'l-Hâcib. Sadrüşşerîa. İbnü'l-Hümâm, İbn Abdüşşekûr gibi bazı usulcülere gö­re caiz, mubahın yanı sıra dinen veya aklen imkânsız olmayan yahut iki yönü de eşit olan fiilleri de ifade eder. Bu an­layışa göre caiz mubahtan daha kap­samlı bir kavram olup haram ve tahrî-men mekruh dışında kalan teklifî hü­kümlerin hepsini, diğer bir ifadeyle va­cip, mendup, mubah ve tenzîhen mek­ruhu içine alır. Ancak bu ikinci tanım, bi­raz da kelâm ve mantık ilmindeki caizi de tarif kapsamına alma gayretinden kaynaklanmaktadır.

Fıkıh usulünde caiz konusunda orta­ya çıkan bir başka tartışma da cevazın şer'î hüküm olup olmadığıdır. Çoğunlu­ğu teşkil eden usulcüler şer'î hükmü vü-cûb, hürmet ve cevaz = ibâha şeklinde üç temel kategoride ele almış, cevazı da "şâri'in hitabının bir sonucu" olarak de­ğerlendirip onu şer'î hükümden saymış­tır. Aralarında bazı Hanefî ve Şâfiîler'in de bulunduğu diğer usulcüler ise ceva­zı, "şeriat ve kanunun kapsamı dışında kalan, hakkında hüküm verilmemiş ve­ya serbestlik bildirilmiş aslî durum" ola­rak tanımlamış, eşyada ibâhanın esas olduğundan hareketle caizi de "şâri'in hitabının yokluğunun sonucu" şeklinde açıklamışlardır.

Fıkıh kaynaklarında ise caiz genelde, işlenmesine bir günahın terettüp etmediği fiilleri ifadede ve fiilin dinî hukuka (şer) uygunluğu anlamında kullanılır. Bu anlamda caiz ile helâl ve meşru kavram­ları arasında yakın ilgi vardır. Nitekim helâl ile caiz, "helâl olmaz" ile "caiz ol­maz" ifadelerinin fürû kitaplarında eş anlamlı olarak sık sık kullanıldığı görü­lür. Diğer yönden özellikle Hanefî kay­naklarında akidlerin Kur'an'a, Sünnet'e ve hukuk mantığına uygunluğu belirti­lirken zaman zaman meşru yerine caiz tabiri de kullanılmaktadır.

İslâm hukukçuları ibadet, fiil. akid ve hukukî işlemleri sahih, bâtıl ve fasit şek­linde hukukî bir değerlendirmeye tâbi tutmalarının yanı sıra onları dinî esas­lar veya dinin yazılı kaynakları ışığında geliştirdikleri rey açısından da değerlen­dirmişler ve burada da genelde caiz ta­birini kullanmışlardır. Bu anlamda caiz, bilhassa ibadet alanında sahih ile eş an­lamlı ise de muamelâtta "kazaen hü­küm-diyâneten hüküm" ayırımına pa­ralel olarak sahihten daha farklı bir an­lam kazanmıştır. Bu yönüyle caiz. daha çok konunun dinî açıdan değerlendir­mesini ifade eder. İlk nesil İslâm hukuk­çularında bu ayırıma pek rastlanmamak­ta ise de280 sonraki devirlerde bu ayırım doğrultusunda kullanımın geliş­tiği görülmektedir. Bundan dolayı, me­selâ kaynaklarda geçen "kendisiyle ab-dest veya temizlenmenin caiz olduğu su­lar", "namazın, secdenin caiz olması" gi­bi ifadelerdeki caiz ile sıhhat kastedil­mişken âyet veya hadisle yasaklanmış bazı alışveriş türlerinin caiz görülme­mesi, fakat sahih yani hukukî sonuç do­ğurabilir kabul edilmesi bu ayırımla açık­lanabilir.

Caiz kelimesi, genel akid nazariyesi alanında da giderek özel bir anlam ka­zanmış, özellikle Hanefî ekolü dışındaki hukuk ekolleri gayri lâzım akidleri "caiz akidler" olarak vasıflandırmıştır. Diğer bir ifadeyle "caiz akid" ariyet vedîa, ve­kâlet akidlerinde olduğu gibi iki tarafın veya rehin ve kefalet akidlerinde oldu­ğu gibi ilgili tek tarafın dilediğinde fes­hetme imkânına sahip olduğu akid ne­vini ifade eder.

Sorumluluk hukuku açısından caiz, za­rarlı sonuçlan olsa da kanunî sının aş­mayan, hukuken izin verilmiş fiil demek­tir. Bu anlamda cevaz hukukî ve cezaî mesuliyeti kaldırır. Nitekim, "Cevâz-ı şer'î zamana (tazmine) münâfî olur"281 küllî kaidesinde söz konusu edilen şer'î cevaz da bir işin yapılması veya terkedilmesi yönünde hukukun başta tanıdığı mutlak müsaade anlamındadır.



Bibliyografya:

Lisânü'l-'Arab, "cvz" md.; Dârimî, "Veşâyâ", 15; Buhârî, "Şehâdât", 8; İbn Mâce. "Ahkâm", 23; Ebü Dâvûd. "Akdiye", 12, "Dahâyâ", 6; Ne-sâî, "Rukbâ", 1-2, "cUmrâ", 1-2; Bâcî. KUâbü'l-Hudûd fi'l-uşûl282, Humus 1973, s. 59-60; Gazzâlî. el-Müstaşfâ, 1. 73-74; Mahfuz b. Ahmed el-Kelvezânî, et-Temhîd ft usûli'l-fıkh283. Cidde 1985, 1, 67; Âmidî, el-İhkâm, I, 117; İbnü"l-Hâcib, Muhtasarü'l-Müntehâ, Bu­lak 1316 — Beyrut 1983, II, 5-6; Sadrüşserîa. et-Tauiîh, 1, 11; İbnü'l-Hümâm. et-Tahrîr, II, 143-144; İbn Abdüşşekûr, Müsellemü's-sübût, I, 103-104; Mecelle, md. 91; Joseph Schacht. An Introduction to Islamic Law, Oxford 1964, s. 120-123; Muhammed Selâm Medkür, Naza-riyyetü't-ibâha 'inde'i-uşûliyytn oe'l-fukahâ, Kahire 1965, s. 89-91; Mansürîzâde Saîd, "Ce-vâzın Şer'î Ahkâmdan Olmadığına Dair", fe-lâm Mecmuası, X, İstanbul, ts., s. 295-303; İz­mirli İsmail Hakkı, "Cevazın Ahkâm-ı Şerîat-ten Olup Olmadığı", SR, XII/303-307 (1332), s. 296-301, 315-319, 326-329, 345-351, 358-360; Xlll/329-332 (1333). s. 128-129, 135-137, 144-145, 152-153; Chafîk Chehata. "Djâ'iz", £/2(lng.), II, 389-390.




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə