Ca'fer es-sâdik



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə11/25
tarix30.10.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#76034
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   25

CAİZE

Sanat, edebiyat ve Osmanlı idarî teşkilâtında mükâfat, hediye anlamında kullanılan bir terim.

Arapça "geçip gitmek" anlamındaki cevaz masdarından türemiş bir kelime olan caize (çoğulu cevâiz), genel olarak beğenilen bir işi yapan kimseye, âlim ve sanatkârlara yazdırılan veya bunlar ta­rafından devlet adamlarına takdim edi­len eserlere verilen mükâfat, hediye ve ihsan mânalarına gelir. Ancak caize da­ha çok yazdıkları şiirler karşılığında şair­lere verilen her türlü hediyeyi ifade et­mek için kullanılmış ve bu sebeple bir edebiyat terimi niteliği kazanmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe'de aynı anlam­da sıla, in'âm, sevâb284 ve atıyye kelimeleri de kullanılmıştır.

Şiir Câhiliye devrindeki kadar olmasa bile gelişen İslâm medeniyeti içinde ye­rini ve önemini korumuş, her sınıftan hâmilerce desteklenmiştir. Şairin ve sa­natının çeşitli vesilelerle itibar görmesi­ne yol açan bu anlayışın değişik örnek­lerini ilk devirlerden itibaren görmek mümkündür. Câhiliye devrinin tanınmış asillerinden ve cömert simalarından Harîm b. Sİnân el-Mürrî, dönemin üç bü­yük şairinden biri olan Züheyr b. Ebû Sülmâ'ya samimi methiyelerine karşılık her fırsatta ihsanlarda bulunmuştu. Ni­tekim Hz. Ömer, Harîm'in çocuklarının birinden Züheyr'in, babası hakkında söy­lediği şiirlerden birini okumasını istemiş, dinlediklerini çok beğenip şair hakkın­da takdirlerini bildirince Harîm'in oğlu bu şiirler için şaire caizeler verildiğini söylemişti285. Kaynaklar, iste­mediği halde kendisine verilen caizeler­le Züheyr'in müreffeh bir hayat sürdü­ğünü belirtirler. Caize vermenin İslâm'­dan sonraki en meşhur örneği olduğu kadar şairlere caize vermeyi âdeta Isla-mî bir gelenek haline getiren bir olay da Züheyr'in şair olan oğlu Kâ'b'ın Hz. Peygambere sunduğu şiir sebebiyle pey­gamberin kendisine hırkasını (bürde) he­diye ederek onu mükâfatlandırmasidır. Kâ'b'ın bu şiiri daha sonra "Kasîde-i Bür­de" adıyla tanınmıştır. Hz. Peygamber'e na't yazan sonraki şairler bu caizeye tel­mihte bulunarak ondan şefaat dilemiş­lerdir. Emevî ve Abbasî ha lif eleriyle di­ğer müslüman hükümdarlar da şiir ve eserlerini beğendikleri şairlere pek çok atıyye ve ihsanda bulunmuşlardır.

Caizenin medih maksadıyla yazılan şi­irler (kasideler) karşılığında övülenler ta­rafından verildiği bir gerçektir. Methi­yelerin bir karşılık beklenmeden yazılan­ları olduğu gibi birtakım taleplerin yeri­ne getirilmesine yönelik olanları da var­dır. Bunun İslâm tarihindeki en meşhur örneği, Hevâzin Gazvesi'nde esir düşen­ler arasında bulunan şair Ebû Cervel el-Cüşemî'nin Hz. Peygamber'e okuduğu, bağışlanmalarını isteyen şiiridir. Kasi­deyi beğenen Resûlullah, "Bana ve Ab-dülmuttaliboğullan'na ait ne varsa sizin­dir" deyince muhacir ve ensar da, "Bize ait ne varsa hepsi peygamberindir" di­yerek bütün ganimetlerden vazgeçtiler. Kaynaklarda bu şekilde bağışlanan esir­lerin 6000 kişi, develerin 24.000, koyun­ların 40.000 baş olduğu, 4000 ukıyye gümüşün de geri verildiği belirtilmekte­dir286. Ancak bu kadar büyük bir ikramı caize olarak görmek yerine, Osmanlı şairlerinden Ahmed Pa-şa'nın Fâtih'ten af dilemek için yazdığı, divan edebiyatında pek çok örneği bu­lunan "kerem" redifli kasidelerin karşı­lığında elde edilen af ve ihsanların Hz. Peygamber'in uygulamasındaki bir ör­neği kabul etmek daha uygun olsa ge­rektir. Divan şairleri arasında yazdığı şiirlerden dolayı oldukça fazla caize elde edenler arasında adı geçen Fuzûlî, meş­hur "Bağdat" kasidesi için günde 9 ak­çe almış, bir kasidesinden dolayı Nef'î Vezir Osman Paşa tarafından bir at, bir köle. birçok değerli eşyadan ibaret atıy­ye ile mükâfatlandırılmış, Nevşehirli Da-mad İbrahim Paşa da şiirlerine caize ol­mak üzere Nedîm'e çeşitli mücevher ih­san etmiştir.

Methiye yazma (kasidecilik) işinin za­manla istismar edildiği bilinmektedir. Birçok şair sırf caize elde etmek ama­cıyla şiirler yazarak övdükleri kimsele­rin ihsanına kavuşmak istemişler ve bu işi bir geçim vasıtası telakki etmişlerdir. Türk edebiyatında ramazanın gelişi, ra­mazan ve kurban bayramları, yeni yıl, sefere çıkma ve seferden dönme, fetih­ler, düğünler, doğum ve ölümler, tahta çıkma gibi olayların kaside yazıp caize almaya vesile addedildiği görülmektedir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman devri­ne ait bir in'âmat defterinde rastlanan "âdet-i câize-i şuarâ-i mezkûrîn ki der ıyd-i adhâ kaside dâde-end" kaydı ve benzerlerinden287, bu vesilelerle sunu­lan kasideler karşılığında şairlere caize vermenin Osmanlı sarayında resmî ka­yıtlara geçecek derecede bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. İn'âmat defter­lerinde, saraydan maaş alan şairler de dahil olmak üzere her sınıftan pek çok sanatkâra, imparatorluğun uzak yakın her bölgesinden padişaha sundukları şiir ve eserleri dolayısıyla çeşitli caizelerin verildiği görülmektedir. Bu defterler­de caize yerine genellikle aynı anlamda in'am, tasadduk, ıydâne (lydiyye) kelime­leri kullanılmıştır. Tasadduk, hem mer­siye ve taziye gibi şiirler veya bir eser karşılığında verilen hediyeyi, hem de kar­şılıksız yapılan ihsanları ifade etmekte­dir. Caizeler ya para (nakdiyye) olarak ve­ya kumaş, elbise, cübbe şeklinde verilir­di. Nakdî olanların dışında en çok görü­len caize şeklinin elbise veya cübbe ol­masının, Hz. Peygamber'in Kâ'b b. Zü-heyr'e mükâfat olarak hırkasını İhsan etmesinden kaynaklandığı düşünülebilir.

Çeşitli vesilelerle şiir takdim etme ve açıkça bazı taleplerde bulunarak caize koparma gayretleri, bilhassa son asır­larda bu işin âdeta dilencilik seviyesine düştüğünü göstermektedir. "Kıymet-i şi'ri eden himmet-i şâir gibi pest / Şâi­rin meskenet-i câize-cûyânesidir" beyti bu hususu anlatır. Hicviyelerde ve nasihat kitaplarında da bu duruma işaret edildiği görülür. Nitekim Sünbülzâde Vehbî, oğlu LuttTye nasihat için yazdığı "Lutfîyye"de bu şairleri. "Sözleri bir çü­rük akçe etmez / Caize almasa kalkıp gitmez" beytiyle tasvir eder ve bu du­ruma düşülmemesi gerektiğini belirtir. Aynı şair "sühan" redifli kasidesinde de, "Nice nâ-ehl-i gedâ-tiynet ü sâil-meş-reb / Cerri sermâye eder eylese imlâ-yi sühan" diyerek işi bu derecede ayağa düşürenleri yerer.

Eskiden, yazılan eserler karşılığında devlet büyüklerinden alınan bir nevi te­lif ücreti olarak da kabul edilebilecek olan caize günümüzde bir anlamda şe­kil değiştirerek müesseseleşmiş, çeşitli sanat ve edebiyat kuruluşlarının jüriler aracılığıyla seçilen yazar ve eserlere ver­dikleri ödül biçimine dönüşmüştür.

Osmanlı Teşkilâtında Caize. Caize ta­biri Osmanlı idarî ve malî teşkilâtında, özellikle yüksek makamlara tayin edi­len kişiler tarafından verilmesi mûtat olan aynî ve nakdî çeşitli hediyeler (ge­lirler) için kullanılmıştır. Nitekim başta padişah ve sadrazam olmak üzere tayi­nin yapılmasında yetkili olanlara ve ma-iyetlerindeki memurlara rütbelerine uy­gun olarak hediyeler (caize /pışkeş) veril­mesi yerleşmiş bir usuldü. Padişahlara verilen caizeye "Tuğ-ı Hümâyûn caizesi" denilirdi. Sadrazam dahil pek çok dev­let adamının, Tanzimat'a kadar aylık be­lirli bir maaş yerine has, zeamet vb. isim­lerle alınan yıllık gelirler yanında288 böyle bir gelirden de faydalanma­sı, o günün şartlarına göre bir ihtiyaç ve belki de bir zaruretti. XVI. yüzyılda Vezir Damad İbrahim Paşa'nın "hare ve havâyicine lâzım olan mühimmat masra­fı için bir miktar caize elde etmek mak­sadıyla" bir kişiyi Eflak voyvodalığına ta­yin ettiğini Selânikî tabii bir hareket ola­rak bildirmektedir. Başlangıcından iti­baren uygulandığı her dönemde çeşitli mahzurların ortaya çıkması, XVII ve XVIII. yüzyıllarda rüşvet dedikodularına sebe­biyet vermesi, hatta son devirlerde rüş­vete dönüşmesi dolayısıyla zaman za­man uygulamadan kaldırılmakla birlik­te uzun müddet geçerli olmuş bu usu­lün bir ara hazineye gelir sağlamak üze­re kullanıldığı da görülmektedir. Nitekim 1109'da (1697-98) sadrazamlara Mı­sır eyaletinden verilen 50 keşe caize ha­zineye gelir kaydedilmiştir.289

Uygulanmaya başlandığı tarih kesin olarak tesbit edilemeyen ve XVI. yüzyılda artık bir kanun haline gelen bu usu­le göre, bir kişinin herhangi bir şekilde divanda görevlendirilmesinde (menâsıb-ı dîvâniyye) kendisinden, eyalet tevcihle­rinde ise valilerden, tayin edildikleri vi­lâyetin varidatına göre kanunen bir mik­tar caize alınarak sadrazama ve maiye­tine verilirdi. Pîşkeş olarak adlandırılan bu meblağ bazan tayinden önce de ve­rilmekle birlikte tayinden sonra verilme­si usulü daha yaygındı. Ancak caizenin zamanla âdeta tayinin yapılması için ön­ceden verilen bir rüşvet haline geldiği ve rüşvetle eş anlamlı olarak kullanıldı­ğı görülmektedir.290 Hatta bazan caize peşin alındığı halde tayinin gerçekleşmediği de olurdu. Selânikî'nin bildirdiğine göre önceden caizesi alınıp Mısır'da Circe beyliğine tayini emredilen Hüseyin Paşa'nın buraya gitmesi müm­kün olmamış, görevi Lahsâ beyierbeyili-ğine çevrilmiştir.

En çok caizesi olan yerlerden biri Mı­sır valiliği idi. Bu husustaki pek çok ör­nek arasında, Osman Paşa'nın (ö. 1686) Mısır valiliği için 900 kese altın ödediği kaynaklarda belirtilmektedir.291

XVIII. yüzyılda vali tayinlerinden 10.000 kuruş olarak alınan caizenin defterdar ve yeniçeri ağası tayinlerinden yirmişer bin, gümrük emini tayininden 30.000 kuruş olarak alındığı bilinmektedir. Ve­zirlerden ise tayin edildikleri hizmete göre çeşitli miktarlarda olmak üzere "tuğ caizesi" ve "manşıb caizesi" adıyla iki türlü vergi alınırdı.

Tayinlerden başka yüksek dereceli me­murların, bulundukları yerde bırakıldık­larında yani senelik ibkalarda sadrazam­la sadâret kethüdasına kürk ve kumaş hediye ettikleri gibi nakdî caizeler gön­derdikleri de bilinmektedir. Tayinlerin yıllık olarak yapılmasının veya her yıl ye­nilenmesinin sebepleri arasında, devlet erkânının bu yolla gelir elde etmesinin de tesiri olduğu belirtilmektedir. XVII ve XVIII. yüzyıllarda bir yerin cizyesini ma­likâne olarak alan kişinin bu sebeple ver­diği caizeye "cizye caizesi" denilmekte­dir.292

1779 yılında sadrazamdan başkasına tevcihat dolayısıyla caize verilmemesi emredilmiştir.293 Vezir­lerin yaptığı tayinlerden caize alma usulü 1828'de kaldırılmışsa da bir süre sonra yeniden konmuş, alman para mukâtaat hazinesine gelir kaydedilmiştir.294 Sultan Abdülmecid zamanında ise sadrazamlara maaş bağlanarak caize al­ma usulü kesin olarak kaldırılmıştır.

Caizenin bir makama tayin için peşin olarak alınan bir rüşvet haline dönüş­mesi, vak'anüvis tarihlerinde, siyasetnâ-melerde vb. klasik kaynaklarda şikâyet konusu olduğu gibi295 ye­ni yayınlarda da umumiyetle bu şekilde telakki edilmektedir296. An­cak caize meselesini her yönüyle ele alan müstakil çalışmalar yapılmadıkça konu­nun bütünüyle aydınlığa kavuşması ve kesin hükümler verilmesi mümkün de­ğildir.

Bibliyografya:

Dihhudâ, Luğatnâme, "câJize", "sıla" md.le-ri; Tâhir'ül-mevlevî. Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 28-29; Selânikî. Târih (İpşirli), 1, 200, 239; II. 479, ayrıca bk. İndeks; Koçi Bey. Risale (Aksüt), s. 21; Ziya Karamursal. Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler297, An­kara 1989, s. 192; Uzunçarsılı, Merkez-Bahri-ye, s. 157, 164, 165, 199, 202; Nihat Özön. Edebiyat oe Tenkit Sözlüğü, İstanbul 1954, s. 43-45; Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstan­bul 1973, s. 1-2; Ahmet Mumcu. Osmanlı Dev­letinde Rûşuet298, İstan­bul 1985, s. 86, 90-91; Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ue Değişim Dönemi, İs­tanbul 1986, s. 106, 346, ayrıca bk. İndeks; Ce­mâl Kurnaz, Halk Divan Şiirinin Müşterekleri üzerine Denemeler, Ankara 1990, s. 49-50; Ab-dülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l-idâriyye (Özel), I, 286-291; Ahmet Uğur. "Âsaf-nânıe-i Vezir Lütfi Paşa", AUİFD, N (1980], s. 246; İsmail E. Erünsal, "Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kay­nakları I. II. Bâyezid Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri", TED, X-X1 (1981}. s. 303-342; a.mlf.. "Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları II. Kanunî Sultan Süleyman Devrine Ait Bir İn'âmât Defteri", Osm.Ar., IV (1984), s. 1-17; Mehmed Çavuşoğlu, "Divan Şiiri", TDl299, LII/415-417 (1986), s. 10;Pakalın. I, 254-255.

Yapılan bir iş veya elde edi­len bir başarıdan dolayı caize vermek ve almak, faydalı ve hayırlı şeylere özen­dirdiği için mubah kabul edilmiştir. Gay­ri meşru olmaması şartıyla caizenin dinî veya dünyevî bir iş karşılığında verilme­si bu hükmü değiştirmez. Ancak fıkıh kaynaklarında caize ele alınırken konu­ya iki açıdan bakıldığı görülmektedir.

1- Hanefî âlimleri, servetlerinin çoğu­nu meşru olmayan yollardan elde eden kimselerle mallarını bu şekilde elde et­meleri ihtimali kuvvetli olan zâlim dev­let adamlarından caize almayı meşru görmemişlerdir. Böyle olduğu bilinme­yen devlet adamlarından veya diğer kimselerden Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre caize alınmasında bir mahzur yoktur. Sâfiîler'e göre serveti­nin çoğu haram olduğu bilinen kimse­den, doğrudan haram maldan verme­mesi şartıyla sadaka, hediye ve benzeri şeyler almak haram olmamakla birlikte mekruhtur. Ahmed b. Hanbel de devlet adamlarından caize almayı mekruh gör­müş ve yakınlarını bundan menetmiştir. Ona göre böylelerinin mallarına genellik­le haram karışır ve onlardan alınacak herhangi bir şey. Hz. Peygamberin sa­kındırdığı "şüpheli şeyler"300 grubuna girer. Ayrıca dev­let adamlarından caize almak, minnet altında kalma ve dolayısıyla onların hak ve hukuka uymayan icraatlarını tasvip etme veya gerçeği dile getirmeme so­nucunu doğurabilir. Özellikle davranış­ları örnek olarak kabul edilen ilim ve fa­zilet sahibi kimselerin bu tür hareket­lerden kaçınması gerekli görülmüştür. Nitekim Huzeyfe b. Yemân, Ebû Ubey-de b. Cerrah, Muâz b. Cebel, Ebü Hürey-re ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbîter devlet adamlarından herhangi bir şey kabul etmemişlerdir. Ancak Ahmed b. Hanbel caizeyi haram kabul etmemiş ve sultandan caize almanın sadaka alma­ya tercih edileceğini söylemiştir.301 Çünkü sadaka insan­ların manevî kiri sayılmış, Hz. Peygam­ber kendisini sadakadan uzak tuttuğu gibi ailesini de sakındırmıştır.

2- Caizeye vesile oları hususlar, ilim ve sanat alanında elde edilmiş başarılar ve­ya takdir ve teşvike değer üstün hizmet gibi meşru şeyler türünden olmalıdır. Bundan başka binicilik, atıcılık, koşu ve yüzme gibi sportif faaliyetlerle ilgili ya­rışmalar fakihler tarafından meşru ka­bul edilmiştir. Sağlık açısından zararlı olan, israfa sebebiyet veren, tabiatın tah­ribine yol açan, hayvanlara işkence ya­pan, din ve ahlâk kurallarına aykırı olan yarışmalar ve bunlar için konulan ödül­ler meşru sayılmamıştır.302

Öte yandan caizenin meşru sayılabil-mesi için cins ve miktarının belirlenme­si, İslâm'da mal olarak kabul edilen bir nesne olması, devlet başkanı veya yet­kili kıldığı kimse yahut yarışan taraflar­dan yalnızca biri tarafından konmuş ol­ması da gerekli kabul edilmiştir. Yan­şan taraflardan her birinin bir bedel koy­ması ve kazanan tarafın onu alması ku­mar sayılacağından caiz görülmemiştir. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre iki yarışmacının karşılıklı ödül ko­yarak yaptıkları müsabakaya üçüncü bir yarışmacının ödül koymaksızın katılma­sı halinde kumar niteliği ortadan kalka­cağından ödülün alınması meşrudur. Mâ-likî mezhebinde ise böyle bir durumda da müsabakanın kumara dönüşme ihti­mali mevcut olduğundan söz konusu ca­izeyi almak haram sayılmıştır.



Bibliyografya :

Müvıed. I, 256. 358. 425, 505; İli, 402; IV, 267, 269-271, 275, Dârimî. "Buyu'", 1. "Ci-hâd", 35; Buharı, "Şalât", 41. "Cihâd", 57-58. "İctisâm", 15. "îmân", 39, "Bıiyûc", 2; MÜSÜm. "İmâre", 95, "MüsâkÜt", 107-108. "Zekât", \6\-168; ibn Mâce. "Cihdd", 44, Titcn", 14; Ebü Dâvûd, "Cihâd", 60. "Büyûtrr, 3. "İmâre", 20; Tirmizî, "Biıyü'", 1, "Cihâd", 22; Nesâî, "Hayl", 12, 14, "Zekât", 95; $âflî, el-üm. İV, 148; İbn Hazm. el-Muhatiâ. Vll, 354; Kâsânî. BcdâY, VI. 206; İbn Kudâme, el-Muynî. VI. 443-444; VIK, 654-655; Nevevî. el-Mccnuf. XV, 128-129; Sa­lih el-Eznerî, Ceuâhirü'l-iklîl, Beyrut, ts. (LX1-ru'l Md'rilel. I, 271; İbn Hacer el-Heytemî. Tuh-fetü'l-muhtâc bi-şerhi'l-Minhâc Ibaskı yeri vü yılı yok|, IX. 389: Sirbinî. Muğni'l-muhlâc, IV, 305, 31 1-314; Buhûtî. Keş$âfü'i-kınâ\ IV, 48-49; a.mlf., Şerhu Münteha'l-irfjdâL. Beyrut, ts., II. 384; Kalyûbî. Haşiye 'ula Şcrhi't-Minhâc İbash yeri ve yılı yok| IV. 262; el-Fctâua'l-Hin-diyye, V, 342; Sevkânî, Neyiü'l-evlât. VIII, 87 94; İbn Âbidîn, Reddü7-muhtar. V. 258; Mv.F. XV. 76-81.




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə