ANALİTİK PSİKOLOJİ VE ŞİİR
315
yaratıcı amacının gerçekleşmesi için kendi kendini biçimlendiren canlı bir
varlık olarak tanımlansa yeridir.
Biraz acele ediyorum galiba. Size anlatmam gereken belli bir sanat
türü düşünüyorum. Her sanat yapıtı anlattığım şekilde doğmaz. Düzyazı
olsun, şiir olsun, tamamiyle belli bir sonuç yaratmayı amaçlayan, yazarın
niyetinden doğan edebiyat yapıtları vardır. Elindeki malzemeyi
kafasındaki belli bir amacın çerçevesi içinde işler; yapmakta olduğu
yapıta bir şeyler ekler, ondan bir şeyler çıkarır, bir yanını daha çok vur
gularken, bir başka yanını gölgeler, orasına burasına dokunur, her
defasında da elde edeceği topyekûn etki üzerinde titizlikle durur ve biçim
ile üslup yasalarına yakından uyar. Bütün yargı gücünü kullanır, kul
lanacağı sözleri tam bir özgürlük içinde seçer. Malzemesi baştanbaşa
sanat amacının emrindedir; sadece kafasındaki şeyi dile getirmeye
adamıştır kendini. Ya kendini bile bile öncü durumuna getirmiş, ya da
sanat yapıtı onu öylesine bir araç yapmıştır ki, kendisi bunun farkında
değildir. Öyle veya böyle, sanatçı sanatı ile öylesine özdeşleşmiştir ki,
niyetleri ile melekeleri, yaratma eyleminin kendinden ayrılmaz duruma
gelmiştir. Edebiyat tarihinden örnekler vermeye ya da sanatçıların kendi
lerinin tanıklığına başvurmaya gerek yok.
Yazarın kaleminden oldukça tam ve kusursuz çıkan yapıtlardan
örnek vermeye gerek yok. Bu yapıtlar dünyaya tıpkı Zeus’un kafasından
fırlayan Pallas Athene gibi baştanbaşa donatılmış olarak gelirler. Bu tür
yapıtlar, kendilerini yazarlara ellerinden tutup yazdırırlar; yazar, kalemi
nin yazdığı şeylere hayretle bakar. Yapıt kendi biçimini kendi getirir;
yazarın eklemek istediği bir şey, yapıt tarafından reddedilebilir, ken
disinin kabule yanaşmadığı bir şeyse ona gerisingeri zorla kabul ettiri
lebilir. Bu olaydan önce, bilinçli zihin, hayret içinde, boş durumdayken,
birdenbire yaratmayı aklından geçirmediği ve kendi iradesinin hiçbir
zaman doğuramayacak olduğu bir düşünce ve imge selinde boğulur. Gene
de kendisine rağmen, bunun kendi özleminin sözleri olduğunu, kendi öz
en iç doğasının kendini açmakta olduğu şeyler telâffuz ettiğini kabul
etmek zorunda kalır. Kendi içindeki yabancı gibi görünen dürtüye boyun
eğmek ve onu nereye götürüyorsa, oraya gitmek zorunda olduğunu,
yapıtının kendinden daha büyük olduğunu duymaktadır; kullanmakta
316
ANALİTİK PSİKOLOJİ
olduğu, kendisinin olmayan, dizginleyemediği bir güce sahip olduğunu
farketmektedir. Burada, sanatçı yaradılış süreci ile özdeş değildir; yapıtı
nın egemenliği altında olduğunun farkındadır, o ikinci bir insan gibidir; ya
da yabancı bir iradenin büyüsel dairesi içine hapsolmuş, kendi olmayan
bir insan gibi.
Sanat psikolojisini incelerken, birbirinden ayrı yaratma tarzları
olduğunu unutmamamız gerekir, çünkü bir sanat yapıtının yargılanmasın
da önemli olan şey, büyük çapta bu ayrıma dayanır. Bunun farkına Schil-
ler de varmıştı, kendisi bunu, bildiğimiz gibi duygusal ile naif kavramı
içinde sınıflandırmaya tâbi tutmuştu.
Psikolog, «duygusal» sanatı içedönük, «naif»i ise, dışadönük olarak
nitelendirebilir. İçedönük davranış, objenin talepleri karşısında, süjenin
bilinçli niyet ve amaçlarını öne sürmesi ile; dışadönük davranış ise,
süjenin, objenin kendisinden talep ettiği şeylerin buyruğuna girmesi ile
nitelenir. Kendi görüşüme göre, Schiller’in oyunları ve şiirlerinin çoğu
içedönük bir davranış hakkında iyi bir fikir veriyor: malzeme şairin bi
linçli niyetlerinin emrinde. Dışadönük davranış ise, Faust’m ikinci
bölümünde görülüyor: burada malzeme kolay işlenir türden değil. Daha
çarpıcı bir örnek ise, Nietzsche’nin Zerdüşt’ün de, yazarın kendi burada
«birin nasıl iki olduğunu» gözlemlemekte.
Söylemiş olduğum şeylerden, kişi olarak şair değil de, onu harekete
getiren yaratıcı süreçten söz eder etmez, psikolojik açının yer değiştirmiş
olduğu açıkça meydana çıkmaktadır. İlgi odağı, sözünü ettiğimiz şairi
harekete getiren şey üzerine kayınca, şair bu görünüm içinde sadece tepki
gösteren bir süje durumuna gelmektedir. Şairin bilincinin yaratıcı süreçle
özdeş olmadığı, bizim ikincil olarak sınıflandırdığımız yapıtlarda bu
açıkça görülür. Ne var ki, birincil olarak sınıflandırdığımız yapıtlarda,
gerçeğin bunun tersi olduğu görülüyor. Burada, şair yaratıcı sürecin
kendi, en küçük zorlanma duygusu olmadan yapıtını kendi özgü iradesi ile
yaratmaktaymış gibi görülmekte. Dahası, eylem özgürlüğü içinde
olduğuna tamamiyle kanidir; yapıtının, iradesinin ve yeteneğinin ifadesin
den başka bir şey olamayacağından emindir.
Burada, şairlerin kendilerinin tanıklığı ile yanıtlayamayacağımız bir
sorunla karşı karşıyayız. Ancak psikolojinin çözümleyebileceği bilimsel
ANALİTİK PSİKOLOJİ VE ŞİİR
317
bir sorundur gerçekte. Daha önce de değindiğim gibi, belki de şair, bir
yandan kendi içinden bir şeyler yaratıyor ve bilinçli olarak niyetlendiği
şeyi üretiyor gibi görünürken, yaratıcı güdüye kendini öyle kaptırıyor ki,
«yabancı» bir iradenin farkında olmuyor, tıpkı öteki şair tipinin, her ne
kadar kendi Özbeninin sesi olduğu açıksa da, kendi iradesinin görünürde
«yabancı» bir esin perisi gibi konuştuğundan habersiz olduğu gibi. Bu
durumda, şairin salt özgürlük içinde yaratmakta olduğu kanısı bir duyu
aldanması olur: kendi, yüzdüğünü sanarken, gerçekte, gözle görünmeyen
bir akıntı ile sürüklenmektedir.
Bu akademik bir sorun falan değil, analitik psikolojinin kanıtlarınca
desteklenmekte. Bilinçli zihnin yalnızca bilinçdışınca etkilenmediği, aynı
zamanda, onun tarafından fiilen türlü türlü şekillerde güdüldüğünü
araştırmalar göstermiştir. Öte yandan, bir şairin, kendi kendinin bilincinde
olmasına karşın, yapıtının tutsağı olabileceği varsayımını düşündürecek
bir kanıt var mıdır acaba? Kanıt iki türlü olabilir: dolaylı veya dolaysız,
doğrudan doğruya. Bunun dolaysız kanıtı, söylediğini bildiğini sanan,
ama aslında haberi olduğundan fazlasını söyleyen şairdir. Dolaylı kanıt
ise, şairin, görünürde özgür iradesi ardında, yaratıcı etkinliğini bile bile bir
kenara iter itmez, buyurucu taleplerini yenileyen ya da yapıtına istemeye
istemeye ara verildiğinde, birtakım psişik bunalımlar üreten daha yüksek
düzeyde bir buyurucunun söz konusu olduğu durumlarda görülebilir.
Sanatçıların analizi, bilinçdışından doğan yaratıcı güdünün sadece
gücünü değil, aynı zamanda kaprisli ve inatçı karakterini de yansıtmakta.
Büyük sanatçıların yaşamöykülerinde görüyoruz, yaratıcı dürtü, bazen
öyle buyurgan oluyor ki, sağlığı ve sıradan insan mutluluğu pahasına da
olsa, insanlıkları üzerinden geçiniyor ve her şeyi yapıtın hizmetine
koşuyor. Sanatçının psişesindeki henüz doğmamış yapıtı, doğada mevcut
kuvvetlerdendir, amacına, ya güç kullanarak zorbaca, ya da onu taşıyan
araç olan insanın kişisel kaderine aldırmaksızın, doğanın kendine özgü
ince kurnazlığı sayesinde erişir. Yaratıcı güdü, kendi içinde, tıpkı
sayesinde beslendiği toprağın içinden fışkırıp yaşayan bir ağaç gibidir.
Dolayısıyla, yaratıcı süreci, insan pşisesi içine dikilmiş canlı bir şeymiş
gibi düşünsek iyi olacak. Analitik psikoloji dilinde, bu canlı nesneye
«özerk kompleks», kendi başına buyruk bir karmaşa diyoruz. Bilincin hi
Dostları ilə paylaş: |