312
ANALİTİK PSİKOLOJİ
ilgisi ne bunun? Her nereden çıktıysa çıktı, sonuçta Zerdüşt başlı başına
bir dünya değil mi? İnsansı, alabildiğine insansı kusurların ötesindeki,
migren, ya da beyin atrofısi ötesindeki bir olay değil mi?
Freud’un indirgeme yönteminden söz ettim ya, bunun ne olduğunu
söylemedim. Aslında tıbbi bir teknik yöntem bu. Marazi psişik arka plana,
bilinçdışına ulaşmak için, bilinçdışının kapılarını aralamak için bir araç.
Nevrotik hastanın, bilinç dünyasındaki değerlerle ahlâksal açıdan
bağdaşmayan bazı psişik içerikleri bilinçdışmda bastırdığı varsayımına
dayanıyor. Bundan da, bastırılan içeriklerin herhalde çocukluk çağındaki
cinsel, müstehcen, hatta suçluluk duygusu ile yüklü olumsuz özelliklerle
ilgili olması gerektiği çıkıyor ortaya. İster kabul etsin, ister etmesin, hiç
kimse kusursuz olmadığına göre, her insan, böyle bir arka plana sahiptir.
Dolayısıyla, Freud’un geliştirdiği yorum tekniğini kullanarak bu arka-
planı açığa çıkarmak daima olanaklıdır.
Bu sınırlı konuşmamda, söz konusu tekniğin ayrıntılarına giremem
elbette. Birkaç noktaya değinmekle yetineceğim sadece. Bilinçdışı arka
plan edilgen durumda değildir, bilincin içerikleri üzerinde belirli etkileri
vardır; örneğin, kolayca cinsel imgeler olarak yorumlanabilecek özel nite
likte fanteziler üretir. Ya da, gene bastırılmış içeriklere indirgenebilecek,
belirli rahatsızlıklar çıkarır ortaya. Bilinçdışı içerikler hakkında bilgi
edinilmesine yarayacak önemli kaynaklardan biri de düşlerdir, çünkü
düşler, doğrudan doğruya bilinçdışı etkinliğinin ürünleridir. Freud’un
indirgeme yönteminin esası, bilinçdışı arka plana yönelen bütün ipuçlarını
bir araya getirip, onları analiz edip, yorumlayıp, temeldeki içgüdüsel
süreçleri yeniden kurmaktır. Bilinçdışına götürecek ipuçlarını sağlayan
bilinç içeriklerini, Freud, yanlış olarak simge diye adlandırmaktadır. Oysa
bunlar gerçek anlamda simge değildir; çünkü, Freud’un kendi kuramına
göre, bilinçaltı süreçlerin işaretleri veya belirtileri görevini görmekte
dirler. Simge, aslında bambaşka bir şeydir, daha başka türlü, ya da daha
iyi bir şekilde dile getirilemeyen sezgisel bir düşüncenin ifadesidirler.
Örneğin, Platon, tüm bilgi kuramı sorununu mağara benzetmesi ile ifade
etmiş, İsa ise Tanrının egemen olduğu dünya fikrini kıssalar ile anlatmaya
çalışmıştır; gerçek ve doğru simgeler bunlardır işte, yani sözle ifade
edilebilecek, kavramı henüz oluşmamış bir durumu dile getirme
ANALİTİK PSİKOLOJİ VE ŞİİR
313
çabalarıdır. Platon’un benzetmesini Freud’ça bir yaklaşımla ele alsaydık,
ister istemez mağaranın döl yatağını ifade ettiği sonucuna varmamız
gerekirdi; bu durumda Platon’un kafası gibi bir kafanın dahi, ilksel
çocuğun cinsellik düzeyine takılıp kaimış olması gerekeceğini kanıtla
mamız gerekirdi. Ama bu arada neleri gözden kaçırmış olurduk, dersiniz;
Platon’un felsefi fikirlerinin temelini oluşturan şeyler güme gitmiş olmaz
mıydı, esas noktadan tamamiyle uzaklaşmış olamaz mıydık ve onun da
tıpkı bütün öteki ölümlüler gibi çocukluk çağının cinsel fantezileri olmuş
olması gerektiği sonucuna varmaktan başka bir şey yapmamış olmaz
mıydık!.. Kimi için böyle bir buluşun değeri olurdu, tabii Platon’u
insanüstü görenler için; çünkü Platon’un da, artık kendileri gibi sıradan bir
insan olduğunu görerek rahatlamış olurlardı. Platon’u Tanrı gibi görmeyi
kim isterdi peki? Elbette çocukluk fantezileri dünyasında yaşayan, dola
yısıyla da nevrotik zihinli kimseler. Bu gibiler için, ortak insan gerçekleri
ne indirgenme tıbbi bakımdan sağlıklı olurdu, ne var ki, Platon’un mağara
benzetmesinin taşıdığı anlamla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmazdı.
Psikanaliz yönteminin aynı zamanda Freud öğretisinin temel bir
bölümü de olduğunu belirtmek için, tıp psikolojisinin sanat yapıtlarına
uygulanması üzerinde bile bile durdum. F reud’un katı, öğretisel
yaklaşımı, temelde birbirinden apayrı şeyler olan yöntem ile öğretinin
halk tarafından aynı şeylermiş gibi benimsenmesine neden olmuştur. Bu
yöntem, öğreti düzeyine yükseltilmeden, hastalara uygulanabilir ve iyi
sonuçlar elde edilebilir. Ancak, öğreti ile ilişkili olarak, bizi karşı çıkmaya
götürecek önemli nedenlerimiz var. Üzerine dayandığı varsayımlar olduk
ça gelişigüzel. Örneğin nevrozlar ille de cinsel bastırmalar sonucu ortaya
çıkmaz; aynı şeyler psikozlar içinde de söz konusudur. Düşlerin, ahlâksal
uyumsuzluğun kendilerini varsayımsal bir sansür mekanizması tarafından
kılık değiştirmeye zorladığı ve bunların aslında bastırılmış arzulardan
ibaret olduğunu kanıtlayacak hiçbir şey yok. Kendi tek taraflı, dolayısıyla
da hatalı varsayımların etkisi altında kaldığı sürece, Freud’un düş yorumu
tekniğinin apaçık bir önyargı içinde olduğu kesin.
Bir sanat yapıtının hakkını vermek için, analitik psikolojinin
tamamiyle tıbbi önyargıdan kurtulması gerek; çünkü, sanat yapıtı bir
hastalık değildir, dolayısıyla da tıbbi yaklaşımdan başka bir yaklaşım
314
ANALİTİK PSİKOLOJİ
gerektirir. Hekim, doğal olarak, bir hastalığı kökünden koparıp atmak
ister, psikologun da, doğal olarak, sanat yapıtına karşı bu davranışın tam
karşıtı bir tutumu sergilemesi gerekir. Sanat yapıtını oluşturan tipik
insansı özellikleri araştıracağına, her şeyden önce anlamını araştırmalı, o
yapıtı daha iyi anlamaya yarayacaksa eğer ve yarayacağı oranda
sözkonusu yapıyı meydana getiren öğeleri araştırmalıdır. İçinden çıktığı
bitki ile toprak arasında ne denli bir ilişki varsa, kişisel sebepler ile sanat
yapıtı arasında da öyle bir ilişki vardır. Yetiştiği ortam hakkında bir şeyler
bilirsek, bitkinin bazı özelliklerini elbette daha iyi anlarız; botanikçi için,
bu, teçhizatının önemli bir bölümünü oluşturur. Ama, bu öğrenildi mi,
bitki hakkında bilinmesi gereken her şey öğrenildi demek değildir. Tıpta,
hastalığın sebepleri karşılaştığında, hekimin ihtiyaç duyduğu kişisel yöne
lim, bir sanat yapıtı ele alındığında yersiz bir davranış olur, çünkü sanat
yapıtı bir insan varlığı değildir, kişinin üstünde bir şeydir. Bir nesnedir,
kişilik değil; dolayısıyla da kişisel ölçütlerle yargılanamaz. Doğrusu,
gerçek bir sanal yapıtına özgü anlam kişisel olanın sınırlamalarını aşmış
ve yaratıcısının kişisel kaygılarının çok ötesine geçmiştir.
Bir hekim, sanat yapıtı ile karşı karşıya geldiğinde, meslekî
önyargısını kolay kolay bir yana bırakıp, görünürde geçerli, biyolojik
nedensellikten arınmış bir zihniyetle ona bakamaz, bunu ben kendi deney
imimden de biliyorum. Tamamiyle biyolojik yönelimli bir psikoloji, insan
hakkında genel olarak epey şey açıklayabilse dahi, bu, sanat yapıtına
uygulanamaz, yaratıcı rolündeki insana ise hiç uygulanamaz. Tamamiyle
nedenselliğe dayanan bir psikoloji, insanı, liom o Sapicns insan türünün
bireyine indirgemekten öteye gidemez, çünkü kalıtım ile aktarılan ya da
başka kaynaklardan türetilen nesnelerle sınırlıdır. Sanat yapıtı
aktarılamaz, ya da türetilemez-yapıt, nedenselliğe dayanan bir psikolo
jinin eninde sonunda indirgeyeceği koşulların yaratıcı bir yaklaşımla
yeniden düzenlenmesidir. Bitki, sırf toprağın ürünü değildir; özde,
toprağın niteliği ile hiç ilgisi olmayan, kendi başına varolan canlı bir
süreçtir. Aynı şekilde, bir sanat yapıtının anlamı ve bireysel niteliği onun
kendinde içkin durumdadır, kendi dışındaki belirleyici öğelerin içinde
değildir. Sanat yapıtı, insanı sadece onu besleyen bir ortam olarak kul
lanan, onun yeteneklerinden kendi yasalarına göre yararlanan ve kendi
Dostları ilə paylaş: |