56
Temmuz 1923), devletlerin kendi aralarında-
ki
birçok sorunu çözmüş, kimi sorunları da
sonraki görüşmelere bırakmış ve çözmüşler-
di. En çok tartışılan konu sınır sorunu olmuş-
tur. Daha önce Türkiye’nin güney sınırları
Fransızlarla varılan “Ankara İtilafnamesi” ile
saptanmıştır. Bu sınırlar Lozan Antlaşması’y-
la doğrulanıp, onaylanmış olur. Irak ile sınır
saptanırken, Musul konusunda anlaşmaya va-
rılamaz. Musul İngiliz ve Fransızlar arasında
1916 yılında imzalanan (Ortadoğu coğrafya-
sı parsellenir) Sykes-Picot antlaşmasına göre,
Fransızlara bırakılıyordu. Birinci Dünya Savaşı
sona erdiğinde, Musul Osmanlı’nın elinde bu-
lunuyordu. İngilizler savaşın bütününü sağla-
yan Mondros Ateşkes Antlaşması’ndaki “İtilaf
Devletleri güvenliklerini tehlike altında gör-
dükleri bölgelerde işgal edebileceklerdir.” (13)
şeklindeki maddeye dayanarak Musul’u işgal
etti. Bunun temel nedeni Musul’un zengin pet-
rol kaynaklarına sahip olmasıdır. Ancak, Musul
Osmanlı Devleti’nin elinde ve Misak-ı Milli sı-
nırları içinde sayıldığından hep talep edilecekti.
Lozan konferansının en tartışmalı bölümü
Musul üzerinde olmuştur. İngiliz temsilcisi
Lord Curzon ile İsmet İnönü arasında
aylarca
tartışma devam etmiştir. 12 Aralık 1922 ta-
rihini oturumda İsmet İnönü şunu savunur:
“TBMM Hükümeti, Türklerin olduğu kadar
Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin
gerçek ve meşru temsilcileri millet meclisine
girmiştir.”(14) bununla İngilizlere bırakılmak
istenen Musul ve Kerkük gibi Kürt ve Türkle-
rin yoğun yaşadığı bölgeleri muhafaza etmek
istiyordu. İngilizler ise Musul’un zengin petrol
kaynaklarına sahip olmasından dolayı vermek
istemez. Sorunun çözümü için dokuz aylık bir
takvim belirlenir. Bu süre içinde çözülmediği
takdirde, sorun Milletler Cemiyeti’ne havale
edilecekti. 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihle-
ri arasındaki ikili
görüşmelerinden bir sonuç
çıkmaz. Bu nedenle konu Milletler Cemiye-
ti’nin önüne gelir. Türkiye referandum öne-
rir ama İngilizler kaybedeceğini bildiğinden
kabul etmez. Milletler Cemiyeti tarafından
kurulan komisyonun hazırladığı rapor, bölge-
nin Irak’a bırakılmasını bölgede yaşayan Kürt
Halkı’nın haklarını(!) garanti altına alınmasını
ve İngiltere’nin tartışma konusu yaptığı Hak-
kâri’nin Türkiye’ye bırakılmasını öneriyordu.
Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nun da
1925 Aralık ayında kabul ettiği bu rapor çer-
çevesi, 5 Haziran 1926’da yapılan bir antlaş-
mayla kabul edilmiştir. Türkiye Musul pet-
rollerinden yirmi beş yıl süreyle %10 hisse
alacaktı. Türkiye daha sonra beş yüz bin İngiliz
parası karşılığında bu hakkından vazgeçecektir.
Anadolu’nun batı sınırları ise misak-ı Mil-
li temelinde çözüme kavuştu. Ege Denizi’nde
Bozcaada ve Gökçeada adaları Türkiye Cum-
huriyeti’ne kaldı, Yunanistan’a bağlı adalar
Türkiye’yi tehdit etmemesi için silahtan arın-
dırılır. Borçlar konusunda batılı devletler Os-
manlı’dan kalan borçlarının tümünün Tür-
kiye Cumhuriyeti’nin ödemesini ısrar ederler.
Kısmen çözülen borçlar sorunu 1930 yılında
tamamen çözülecektir…
Boğazlar sorununun
çözümü için bir komisyon kurulur ve geçişleri
serbest etmek için bölge silahtan arındırılmış-
tır. Bu sorun, nihai olarak 1936 yılında imza-
lanan Montreux Sözleşmesi ile çözülmüştür…
Gayr-i Müslüman azınlıklar için 37-44.
Maddeleri arasındaki maddeler uluslarara-
sı antlaşmalar temelinde tanınan haklardan
oluşmaktadır. 39. Madde şu temeldeydi: “Türk
uyruklu herhangi birinin özel ilişkilerinde, ti-
caret ve dinde, basında veya her türlü yayında
veya kamu toplantılarında herhangi bir dili
serbestçe kullanması konusunda hiçbir kısıt-
lama getirilmeyecektir. Resmi dilin mevcu-
diyetinin yanında Türkçe konuşmayan Türk
uyruklara mahkemeler önünde kendi dillerini
sözlü olarak kullanmaları konusunda gerekli
imkânlar sağlanacaktır.”(15) biçiminde geç-
mektedir. Belirtilen çerçevede çözüme kavuşur.
Yine kapitülasyonların kaldırılması karara
bağlanır. Böylece yabancı devletlere ülkenin ba-
ğımsızlığını tehlikeye koyan ulusal kalkınmayı,
engelleyen ve kaldırılması için çokça uğraşılan
bu ayrıcalıklar kaldırılmış oldu. Musul dışında
hemen hemen tüm
sorunlar çözülmüş ve so-
nuçlanmıştır. Fakat Kürtlerin ismi metinlerde
geçmiyordu… 6 Mart 1923 tarihinde yapılan
gizli celse görüşmelerinde 63 Kürt milletvekili
Musulsuz bir Lozan’a karşı çıkacaklarını be-
lirtince, seçimlerin yenilenmesine karar veril-
miş, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşma-
sı’nı yeni seçilen milletvekilleri imzalamıştır…
Ne Osmanlı sürecinde ne de Lozan öncesi
Ankara hükümeti Kürtleri inkâr gibi bir yak-
laşım yaşanmamıştır. İki halkın birlikteliği
hep vurgulanmış ve ona göre bir tavır sergilen-
57
miştir. Türkler ve Kürtler aynı ordu safların-
da sırt sırtta, omuz omuza mücadele etmiştir.
Lozan Konferansı’na da bu birlikteliğe uygun
iki halk adına tek heyet biçimde gidilmiştir.
Musul sorunu gündeminde Türk heyeti baş-
kanı İsmet İnönü: “Devlet, hükümet nezdinde
eşit haklara sahip ve ulusal haklardan yarar-
lanan iki halka Kürtler ve Türklere aittir.”(16)
Lozan antlaşması metninde “bütün hak ve
özgürlüklerine sahip”
Kürtlerden tek kelime ile
söz edilmedi. Galipler de artık Kemalistlerden
yana tavır almayı gizleme gereği duymadan her
şeyi kitabına uyduruyorlardı. Konferans sıra-
sında Kürt sorunu gündeme geldiğinde böyle
bir sorunun olup olmadığı Türk Meclisi’ne so-
rularak yapılıyordu. Böylesi bir soruya verilecek
bir cevap da önceden hazırdı. “Böyle bir sorun
yoktur”. İnandırıcı olması için de soru, Kürt
mebuslarınca cevaplandırılıyordu. Daha son-
raları Mustafa Kemal tarafında cezalandırıla-
rak dışlanacak olan Erzurum Mebusu Hüseyin
Avni, parlamentoda yaptığı konuşmada şöyle
diyordu: “Bu memleket Kürtler ve Türklere ait-
tir. Bu kürsüde konuşma hakkına yalnız iki mil-
let sahiptir. Kürt milleti ve Türk milletidir.” (17)
Kürt-Türk kardeşliğini savunup, par-
lamentoda ayrılmazlıkların
biri de emek-
li bir subay olan Dersimli Hasan Hayri idi.
Bedirxan, Kürt sorunu adındaki kitabın-
da şöyle diyor: “Mustafa Kemal ve diğer Türk
Milliyetçileri, Kürt Mebusları’ nın bu konuş-
malarından çok memnun kalmışlardır. Mustafa
Kemal’in önerisi üzerine, Kürt Mebusları mec-
lise ulusal giysileri ile gelmeye başladılar.”(18)
Ulusal giysileriyle meclise gelenlerden biri
de Hasan Hayri’ydi. Hasan Hayri, 1926 yı-
lında Şeyh Said ile ilişki kurduğu ve Kürt giy-
sileriyle meclise gelerek bölücülük yaptığı
gerekçesiyle asılarak idam edilecekti… İşin
ilginç yanı, Lozan heyetinde yer alan kişile-
rin çoğu, daha sonraki yıllarda cezalandırılıp
dıştalanmışlardır. Öyle anlaşılıyor ki, Kürt-
ler heyete “taktik gereği” dahil edilmiştir.
Sonuç olarak Lozan Antlaşmasıy-
la, Türkiye Cumhuriyeti Uluslararası dev-
letlerce resmen kabul ediliyor, sınırları
onaylanmış oluyor. Kürdistan’ın dörde parça-
lanması (Irak, İran, Suriye ve Türkiye)
da Ulus-
lararası devletlerce resmiyet kazanıyor. Ana-
dolu ve Mezopotamya halkları hiçe sayılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti kapitalist modernite-
nin ulus-devlet projesine dönüşümüdür. Tür-
kiye ikilem içinde kalmıştır. “Ya Cumhuriyet
Ya Musul” ikilemi ile yüz yüze kalan Türkiye,
tercihini Cumhuriyetten yana koymuş, Mu-
sul’dan vazgeçmiştir. Burada belirtilmesi ge-
reken en önemli tarafı İngilizlerin emelleridir.
Cumhuriyetin kuruluşunda İngilizlerin belir-
leyici rolü olmuştur. Bunda iki amaç güdüyor.
Birincisi o dönemde dünya devrimi peşinde
koşan Sovyetler Birliğini güney yolu üzerin-
de stratejik bir denge konumunda tutmak,
ikincisi kendisi için tehlike teşkil etmeyecek
küçük bir alanda sınırlandırmak… Cumhuri-
yet üzerinde İngilizlerin sıkı denetimi vardır.
Cumhuriyetin resmiyet kazanmasıyla yeni
bir dönem başlar. 1924 yılında çıkarılan 105
maddelik
Anayasa ile Kürtler; dili, kültürü, ki-
şiliği ve bütün varlığıyla inkar ediliyor, “yok”
sayılıyordu. “Kürdistan“ adı Kürtlerin dili, isim-
leri yasaklandı. Kürtlerin İnkar edildiği yasalar
giderek ağırlaştı. 1924 Anayasası aynı zamanda
1921 Anayasası’na karşı bir darbedir. Çünkü 1921
Anayasası demokratik bir çerçeveye kavuşmuştu.
1921 anayasasında Kürtler, sosyalistler, üm-
metçiler ve emekten yana olan herkes vardı.
1924 anayasası ise bu kesimlere yer vermemişti.
Bu yönüyle tepeden inmeci, anti-demokratik,
tekçi bir anayasadır. Her şey ulus-devlet çıkar-
larına göre şekil alıyordu. Kürtler için soykırım
tarihinin de başlangıcıdır. “Takrir-i sükûn”,
“Şark Islahat Planı” ve benzer yasalarla Kürtler
cezalandırılıyordu. “Kürt İsyanlarının bastırıl-
ması amacıyla birbirine bağlı, birbirini tamam-
layan sayısız tedip ve tenkil hareketi” yenilendi.
Kürdistan fiziki ve kültürel soykırıma uğru-
yordu. Baskı ve zulme karşı Kürtler hep direniş
içinde oldular. 1925’te Şeyh Said, 1927-30 Ağrı,
1937-38 Dersim isyanları
başta olmak üzere
birçok irili ufaklı ayaklanmalar, fiziki imha ve
kültürel soykırım politikalarına karşı gelişti-
rilmiş başkaldırı hareketleridir. Uluslararası
komplocu güçlerin cumhuriyeti desteklemeleri
sonucu ve bazı iç yetersizliklerden dolayı dire-
nişler yenilgiyle sonuçlanmıştır. 1924-40 yıl-
ları, tam bir askeri yönelim ve imha yıllarıdır.
Bu süreçte binlerce insan katliamdan geçiril-
miştir. Bu katliamların sorumlusu ulus-devlet
mimarlarıdır. Ulus-devlet projesi tekçi, soy-
kırımcı, inkarcı ve imha edicidir. Azınlık bir
elitin halka karşı tekelci, asalak bir rejimidir.