142
inandırmıştı. Doğrusu pek de haksız sayılmaz-
lardı. Yanılgıyı soykırımın sonuç aldığının sa-
nıldığı
bir dönem ve ortamda, kırk yıla yayıla-
cak ve halen de devam eden büyük savaş, “29.
İsyan” gösterecekti. Buna artık hakikatin kaçı-
nılmazlığı mı, gerçeklerin inatçılığı ve mutlaka
kendisini hissettireceği mi, en dip noktasında
çıkışın gerçekleştirileceği mi denir, fark etmez.
Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN, Kürt
sorununun gelmiş olduğu o aşamada, yani yok
edilmenin sadece iddia düzeyinde değil, ger-
çekten de böyle hissedildiği bir süreçte, PKK’yi
kurarak özgürlük mücadelesini geliştiriyordu.
Devlet yetkilileri her ne kadar bunu 29. isyan
olarak değerlendirseler de, PKK’nin kuruluşu
ve geliştirdiği özgürlük mücadelesi özü itibariy-
le 50 yıllık inkâr,
imha ve yok sayma politikala-
rının sonuçsuz kaldığı, çözülmeyen sorunun bir
kez daha kendisini gündemleştirmesi ve çözüm
araması anlamına geliyordu. PKK’nin kuruluşu,
ulusal kurtuluş mücadelesinin geliştirilmesi ve
kırk yıla yayılan bu direniş mücadelesinin varlı-
ğı, ortaya çıkarılan sonuçlar, Kürt Halkı’nın ya-
şamaya hakkının olduğunu ispatlamak kadar,
gerçeklerin üzerinin kolay kolay örtülemeyece-
ğini de göstermiş, kanıtlamış oluyordu. Aslında
28 isyanın gösterdiği de; inkâr ve bastırmayla
toplumsal sorunların çözülemeyeceği, ilelebet
ortadan kaldırılamayacağıydı. Zamanı gelmiş
fikirlerden daha güçlü bir şeyin olamayacağı
gibi, zamanı gelmiş
bir sorunun çözümünü yok
saymak da mümkün olamazdı.
Kürt Sorununun Çözümünde
Savaş Bir Tercih Değil,
Bir zorunluluktu
Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN öz-
gürlük mücadelesini başlatırken, savaşı bir ter-
cih olarak ele almadı; elde kalan tek seçenek
olduğundan dolayı benimsemek zorunda kaldı.
İnkâr, imha, katliam, baskı; kısacası kültürel
soykırım politikası savaş dışında başka seçe-
neklerin varlığına ve gelişmesine imkân tanı-
mıyordu. Devlet yetkilileri derinliğine uygula-
dıkları bu politikanın başarısına o kadar çok
inanmış, imhanın gerçekleşmesine o kadar bel
bağlamışlardı ki, akıllarına başka bir çözüm
yöntemi gelmiyordu. Türk Devleti, Kürt Halkı
diye bir halkın, Kürt Sorunu diye bir sorunun
varlığını dahi kabul etmiyordu. Sorunun var-
lığını
kabul etmeyenlerin, çözümün yöntemini
geliştiremeyeceğini söylemeye bile gerek yoktur.
Ki, Türk devleti bu noktadaydı.
Savaş, tüm yollar tıkandığından, farklı bir
uygulamaya imkân bırakılmadığından, bir se-
çenek değil, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak
öne çıkıyordu. İnkâr, imha kadar, isyan da soru-
nun tek çözüm yöntemi olmamışlardı, olamaz-
lardı. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze
geçen zamandaki uygulamaların gösterdiği ger-
çek bu olmasına rağmen, devletin katı inkârcı,
baskıcı ve mutlak egemenlikçi yaklaşımı, diya-
log ve demokratik yöntemlerle sorunu çözme
seçeneklerinin öne çıkmasını engelliyordu. Di-
yalog, demokratik çözüm yaklaşımları, uygula-
nan bu politikaların varlığı nedeniyle gündeme
bile gelmiyordu. Oysaki en nihayetinde savaş
bile ancak diyalogun yolunu açmak üzere bir rol
oynayabilirdi. Yoksa bir başına savaşın
sorunu
çözmesi diye bir yaklaşım geçerli olamaz.
O nedenle Kürt Halk Önderi silahlı mücadele
belli bir aşamaya geldiği, inkârın kırıldığı andan
itibaren sorunun diyalogla, demokratik yöntem-
lerle çözümü için girişimlerde bulundu. Kürt
Halk Önderi “bir damla kanın bile boşa akma-
ması” için demokratik çözüme imkân tanınma-
sını istiyordu. Bu amaçla ilki 1993 Newroz’unda
olmak üzere defalarca tek taraflı ateşkes ilan
edecek, barış gruplarının Türkiye’ye dönmeleri-
ni sağlayacaktı. Uluslararası bir komployla tut-
sak edildikten sonra da bu arayışlarına ara ver-
meden devam etmiş, Kuzey Kürdistan’da, savaş
sahasında bulunan gerilla güçlerinin sınırların
dışına çekilmesini istemiş, sağlamıştı. Oslo
görüşmeleriyle süreci çözüme evirmek istemiş
olmasına rağmen, istenen sonuç elde edileme-
miş, o süreç akamete uğramıştır. Son olarak,
2013 Newroz’ unda yayınladığı deklerasyonla,
koşulları ve imkanları
da zorlayarak demok-
ratik çözüme bir şans daha tanımak istemiştir.
PKK’nin kuruluşu ile gündemleşen Kürt
Halkı’nın varlığı, yaşanan uzun ve ağır çatış-
malı bir süreç sonucunda, kâğıt üzerinde de
olsa, devletin inkâr politikaları etkisiz duru-
ma getirilmiştir. Kürt Halk Önderi yaşanan bu
uzun ve çatışmalı sürecin sonunda ortaya çıkan
durumu, “diriliş başarıldı” sözleriyle tanım-
lamış, bu tanımlamayla da çözüm arayışları-
nın devreye girmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Kuşkusuz çözüm arayışları olarak ifade edilen
şey, diyalogun ve demokratik yöntemlerin ge-
çerli olduğu yaklaşımdır. Bu değerlendirmeden
sonradır ki, Kürt Halk Önderi her imkânı di-
yalog lehine yorumlamaya, demokratik yak-
143
laşımlarla sorunu çözmeyi gündemleştirme-
ye çalışmıştır. 1993 Newroz’undaki tek taraflı
ateşkese de o gelişme ve değerlendirmeler or-
tamında gidilmiştir. 1995-98
ve daha sonraki
tek taraflı ateşkesler de aynı anlayış ve yakla-
şımın ürünü ve sonucu olarak gelişmişlerdir.
Her ne kadar bu çalışmalar barışı kalıcılaş-
tırma anlamında sonuçsuz kalmış olsalar da,
demokratik çözüme şans tanımak anlamında
önemli roller oynadıkları, bugünkü çatışma-
sızlık ve diyalogun, gelişirse “anlamlı müzake-
relerin” de hazırlayıcısı oldukları söylenebilir.
Kürt Halk Önderi demokratik yöntemlerle
sorunu çözmek amacıyla her imkânı kullan-
mıştır. Devletle görüşmelerin gerektiği yerde,
devletle görüşmeleri gerçekleştirmiş, silahların
susturulması gerektiği yerde silahları sustur-
muş, hatta gerilla güçlerinin sınır dışına çıka-
rılmasının çözümü güçlendireceği düşünül-
düğü şartlarda, gerillanın savaş alanlarından
geri çekilmesini sağlamaktan da geri durma-
mıştır. Diyalogla beraber çatışmalı ortamların
varlıklarını sürdürmüş olmaları, yürütülen bu
çalışmanın öneminden herhangi bir şey yitirt-
memiştir. Sayın Öcalan’ın ısrarla
bu yöntemi
denemesi, bu çalışmanın karakterinden dola-
yıdır. 2013 Newroz Deklarasyonu, hazırlanan
yol haritaları, hükümetin çok ciddi olmayan
yaklaşımlarına rağmen, sorunun demokratik
yöntemlerle çözülmesi için kafa patlatılan onca
çalışma ve emek, yürütülen çalışmanın önemi-
ni gözler önüne sermektedir.
Newroz Deklarasyonu’nu kırk yıllık PKK ta-
rihinde çözüm doğrultusunda atılan en önemli
adımlardan biri olarak değerlendirmek yanlış
olmayacaktır. Çözüm süreci olarak tabir edilen,
devletin de doğrudan katılım gösterdiği süreç,
önceki denemelerle bir alt yapısı olsa da, Newroz
Deklerasyonu’ yla başlamış, gelişmiştir. Kürt
Halk Önderi Sayın Abdullah ÖCALAN bu sü-
reci kurtarabilmek amacıyla bir yandan devlet
yetkilileriyle, bir yandan HDP heyeti ve onların
aracılığıyla da hareketin merkeziyle (Kandil’le)
görüşmelerini sürdürmüş, sürecin ilerleyebil-
mesi için kapsamlı değerlendirmelerde bulun-
muştur. Bu amaçla yol haritaları hazırlamış,
komisyonların kurulmasını önermiş, sürecin
ilerlemesi ve bir kazaya uğramaması için gerekli
takvimlendirmeleri yapmıştır. Bu sürecin geli-
şiminin, AKP hükümetinin sahiplenmesiyle bir
bağı yoktur. Dahası AKP hükümeti yaşanan ge-
lişmeler karşısında süreci sahiplenmek zorunda
kalmış, siyaseten çıkarına yorduğu için de, ge-
liştiricisiymiş gibi kendisini yansıtmaya devam
etmiştir.
Demokratik Çözümün
Büyük Arayıcısı
Kürt Halk Önderi İmralı
Heyeti olarak isim-
lendirilen HDP heyetiyle yaptığı görüşmelerde,
yaşanan “çözüm süreci” ni, “Büyük savaşın bü-
yük barışını yapmak” olarak değerlendirmiş,
yorumlamıştır. Sayın Öcalan’ın çözüm ara-
yışlarının altında bu anlamlı değerlendirmeye
bağlı olan “gereksiz yere bir damla kanın akma-
ması gerektiği” büyük ahlaki yaklaşımı yatar.
Gerçekten de son kırk yıllık süreçte (ki, kesin-
tili de olsa bunun otuz yılı savaşla geçmiştir),
savaşla varılacak olan noktaya varılmış, açığa
çıkarılması gerekenler de açığa çıkarılmıştır.
Kuşkusuz savaşla varılacak olan noktaya varıldı
demek, sorunun çözümünü bir sonuca vardır-
madan, öz savunmanın bir tarafa bırakılması
anlamına gelmemektedir. Çözümsüzlüğün ko-
runduğu bir ortamda, farklı seçeneklerin dev-
rede olması kaçınılmazdır. Yapılması gereken
yaşanan bu gelişmeler ve ortaya çıkarılan so-
nuçlar üzerinden bir çözüme gitmektir. Newroz
Deklerasyonu’yla başlayan diyalogun “anlamlı
müzakereye” dönmesi sürecin karakteri gereği-
dir ve olması gerekendir.
Sayın Öcalan’ın demokratik çözümün yıl-
maz bir arayışçısı olduğunu Kürt Özgürlük Ha-
reketi’ni izleyenlerin tanıklığını yapabilecekleri
bir durumdur. Hiçbir hareketin tarihinde olma-
dığı kadar, tek taraflı ateşkeslerin ilan edilmesi
bile böyle bir değerlendirmeye, yargıya varmak
için yeterli nedendir.
Son söz olarak; “Büyük savaşın büyük barı-
şını yapmak” için koşulların
yeterince olgun-
laştığını söylemek, fazladan bir söz söylemek
anlamına gelmez ise, yanlış olmayacaktır. Bura-
da Önemli olan İnkarı ve imhayı politika olarak
benimseyip direniş savaşına neden olan devlet
aklının demokrasiye duyarlı hale gelmesidir.
Yani Kürtler onurlu ve özgürlüğe dayalı barış
yolunda her türlü fedakarlığa hazır olduğunu
göstermiştir. Şimdi sıra devlet ve onun adına
hareket ettiğini söyleyen siyaset kurumundadır.
Şimdiye kadarki gelişmelerin de gösterdiği gibi
eğer çok olağandışı gelişmeler yaşanmazsa bu
kurum adeta bir tüccar gibi davranan AKP Hü-
kümeti olmayacaktır.