76
O durumda kişiyi yöneten, çevredeki uyarıcıların çeldiricilikleri olacağına, kendi
içindeki
değerlendirmeleri,
değerleri,
ahlak
ilkeleri,
empati
yeteneği
olacaktır.
95
Nitekim, insanın kemâlâtı (aşkınlığı) farkındalığı (algısal kapasitesinin
gelişmesi) nispetindedir.
İbnü’l-Arabî’ye göre bir insanın kâmil oluşu veya bundan yoksunluğu,
hüviyet-i Hakk’ın insanın hakîkâti (ayn’ı) olduğunu bilip bilmemesinden ve bu
bilginin gereğine uygun davranıp davranmamasından ortaya çıkar. Hakk’ın
hüviyetinin her insanın hakîkatini teşkil edişinde ise özü itibariyle fark yoktur.
Çünkü İbnü’l-Arabî’ye göre Hakk’ın kula yakınlığını bildiren ayetlerde
96
herhangi
bir insan diğerinden kemâli bakımından ayırt edilmiş değildir. Hak her insana
yakındır. Ancak bunu tecrübe ile bilen âriflerle bunun farkında olmayanlar arasında
farklılık meydana gelmiştir.
97
Ayrıca, İbnü’l-Arabî ve Mevlana’ya göre fiilî kemâlâtın ölçütü, insân-ı kâmil
mertebesinin asıl sahibi olarak kabul edilen Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Muhammedî
Hakîkat kemâle ulaşmak isteyen tüm insanların etrafında döndüğü merkez nokta
(kutup) gibidir. Bir insan, beşer sûretinde zuhûr eden Hz. Muhammed’in (s.a.v) evsâf
(vasıflar, sıfatlar) ve ahlâkını tahakkuk ettirdiği ölçüde bu merkez noktaya
yaklaşmaya devam eder. Kişi bu yaklaşma süreci sonunda bütün hakîkatleri kendinde
toplayan Muhammedî Hakîkat’in, kendi insânî hakîkatini teşkil ettiğini anlar ve bu
merkez nokta ile bütünleşir. İnsan-ı hakîkî makâmına ulaştığından, bu makâmın
unvanı da ona verilir ve insân-ı kâmil hâline gelir. Her bir insanın kemâl ve yetkinliği
95
Özdoğan, s. 104.
96
Vâkıa, 56/85; Kâf, 50/16; Hadîd, 57/4
97
Osman Nuri Küçük, Fusûsu’l-Hikem ve Mesnevi’de İnsan-ı Kâmil, s. 219.
77
insâni kamâlâtın asıl kaynağı olan Muhammedî Hakîkât’teki içkin kemâlâttan aldığı
feyiz ölçüsündedir.
98
C-YÜKSEK ALGI SEVİYESİNDEKİ HAZ TERCİHİ
Nefsin arzusu kırılınca kalbin haz yolları açılmaktadır.
99
İnsan manevi boyutu ile bütünleşme yaşadığında, potansiyelinde var olan
güçler verimli ve yoğun bir hazla bir araya gelmektedir. Diğer bir deyişle, algı
açılmakta, ben-aşkınlığı ve alt düzeydeki gereksinim bağımsızlığı gelişmektedir.
İnsan tamamen kendi olmaya, gizil güçlerini kusursuzca gerçekleştirmeye, varlığının
özüne, tümüyle insan olmaya daha yakın bir duruma gelmektedir.
100
İnsan bütün kuvvet ve içgüdüleri kendisinde toplamıştır. Her kuvvet ve
içgüdünün bir hazzı vardır. Her birinin hazzı, yaradılış tabiatına uygun olan şeylere
ulaşmasındadır. Bu içgüdü ve tabiatlar boşu boşuna değildir. Her kuvvet ve içgüdü,
tabiatının gereği olan bir şey için yaratılmıştır. Mesela öfke, hiddet içgüdüsü intikam
için yaratılmıştır. Onun tabiatının hazzı, intikam almakta ve galip gelmektedir.
Yemeğe şehvet içgüdüsü, yaşayabilmesi için insana lazım olan gıdayı almak içindir.
Onun da hazzı, tabiatının gereği olan bu gıdayı almaktır. Bunun gibi, kulak
işitmekten, göz görmekten, burun da koku almaktan haz alır. Çünkü bunların
tabiatlarının gereği bunlardır. Kalpte de ilahi nur adını taşıyan bir içgüdü vardır.
98
Osman Nuri Küçük, Fusûsu’l-Hikem ve Mesnevi’de İnsan-ı Kâmil, ss. 199, 200.
99
Abdulkadir Geylânî, İlahi Armağan (El-Fethu’r-Rabbânî), Çev: Abdulkadir Akçiçek, İstanbul:
Bedir Yayınevi, 2010, s. 113.
100
Maslow, s. 104.
78
Zira Kur’an’da: “Allah kimin kalbini İslam’a açmışsa, o, Rabbi katından bir
nur üzere olmaz mı?” (Zümer 39/22) buyrulmuştur. Buna akıl, basiret, iman ve yakîn
nuru da denir.
Kalp, hayal ve his ile bilinmeyen manaları anlamak vasfı ile bedenin diğer
kısımlarından ayrılır. Âlemin yaratılmış (mahluk) olduğunu ve hikmet sahibi bir
yaratıcıya muhtaç olduğunu anlaması gibi. Buna “akıl” adını verebiliriz. Fakat
tartışma ve birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için taraflar arasında yapılan
mücadele yollarının kendisiyle anlaşılan manadaki “akıl” demek değildir. Aklın
meşhur olduğu bu manasını anlamamak şarttır. Akıl bu mana ile şöhret bulduğu için
sufîlerden bazıları aklı yermişlerdir. Yoksa insanı hayvanlardan ayıran ve Allah’ın
kendisiyle bilindiği akıl, en şerefli sıfatlardandır. Onu yermek doğru değildir. Bu
akıl, eşyanın hakikatini kendisiyle bilinmek için yaratılmıştır. Onun tabiatının gereği,
marifet ve ilimdir. O, bunlardan haz alır…
Şu halde bilgi hazzı, şehvet, öfke ve diğer duyularla temin edilen hazlardan
çok daha üstündür. Hazlar, önce çeşitleri itibariyle birbirinden ayrılır. Mesela,
münasebet hazzı duyma hazzından, bilgi hazzı başkanlık hazzından ayrı ayrı
şeylerdir. Kimisi daha zayıf, kimisi daha kuvvetlidir. Şehveti baskın olan ile
olmayanın münasebet hazzı ile çok güzel ile güzele bakmak arasındaki haz da
farklıdır. Hazların en kuvvetlisi, başkasını etkilemesi ile bilinir. Mesela, güzele bakıp
ondan haz almakla, güzel kokular koklamak arasında seçim yapacak olan insan,
güzele bakmayı tercih ettiği zaman onu, güzel kokular üzerine tercih ettiği anlaşılır.
Bunun gibi, yemek hazırlandığı vakit, hala satranç başından ayrılmak istemeyen
kimsenin satrancı yemek üzerine tercih ettiği ve ondan daha çok haz aldığı anlaşılır.
Hazları tercihte ölçü budur. Şimdi konuya dönerek deriz ki:
Dostları ilə paylaş: |