her olayda Evrensel Tin'in sürekliliğini görmek zorundaydı.
Bu nedenle sabah gazetelerini okumak bir tür gerçekçi sabah
duasıdır demişti. Ona göre, olaylarla tek bir günlük temas in
sanm dünya ve Tanrıyla ilişkilerini yönlendirebilirdi.
Hegel tarihte neyin zorunlu olduğunu, olup biten şeylerin o
şekilde olması gerektiğini nasıl bilebiliyordu? Hegel Evren
sel Tin'in ne istediğini bildiğine inanmaktaydı.
Sonunda tam
da Hegel'in tarihte kurtarmak istediği şeyi -in san özgürlü
ğünü- yokeden bu tezin cüretliliği üzerinde ısrar etmeyeceğiz.
Ama Hegel'in tarih felsefesinin bir veçhesi var ki hala Muse-
vi-H ıristiyan anlayışından bir şeyler muhafaza ettiği için
bizleri ilgilendirmektedir: Hegel'e göre tarihsel olay Evren
sel Tin'in tezahürüydü. İmdi, Hegel’in tarih felsefesiyle İb
rani peygamberlerin tarih teolojisi arasında bir koşutluk çiz
mek mümkün: Hegel gibi bu peygamberlere göre de bir olay
Tanrı'nın iradesinin tezahürü olduğundan
geri çevrilemez ve
kendi başına geçerlidir -bunun, arketiplerin ebedi tekerrürü
tarafından belirlenen geleneksel bakış açısından gerçekten
devrimci bir önerme olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Do
layısıyla, Hegel’in görüşüne göre bir halkın yazgısının hala
tarih-üstü anlamı vardı, çünkü tüm tarih Evrensel Tin'in yeni
ve daha mükemmel bir tezahürünü sergiliyordu. Ama Marx'la
birlikte tarih her tür aşkın anlamdan sıyrıldı; artık sınıf mü
cadelesinin kutsal-tezahüründen başka bir şey değildi.
Böyle
bir teori tarihsel acıları ne ölçüde haklılaştırabilir? Bunun
yanıtı için evrensel tarihi dolduran tüm baskıların, kollektif
acıların, sü rgü nlerin, aşağılanm aların ve katliam ların
Hegelci ve Marksçı diyalektik açısından nasıl kabullenile-
bileceğini kendilerine sorup duran
bir Belinsky ya da bir
Dostoyevski'nin patetik direnişlerine dönmemiz gerekiyor.
Yine de M arksizm tarihte bir anlam görm ektedir hala.
Marksizme göre olaylar keyfi rastlantıların ardarda gelişi
değildir; tutarlı bir yapı sergiler ve hepsinin üstünde belirli
bir sona doğru ilerlerler -tarihin terörünün nihai olarak orta
dan kaldırılması, "selamet" dolayısıyla, marksist felsefe ta
142
rihinin sonunda arkaik eskatolojilerin altın çağı uzanmakta
dır. Bu anlamda Marx‘ın "Hegel felsefesini yeryüzüne geri ge
tirmekle" kalmayıp, yalnızca insana özgü bir düzeyde ilkel
altın çağ mitosunun değerini de onayladığı
söylenebilir; şu
farkla ki altın çağı sadece tarihin sonuna yerleştirmektedir,
hem başlangıç hem de sona değil. Militan marksist için tari
hin terörünün telafi ediliş sırrı burada yatmaktadır: "karan
lık çağ"da yaşayanların kötülüğün artışının nihai kurtuluşu
hızlandırdığı düşüncesiyle artan acılarını yatıştırmaları gibi
günümüzün militan Marksisti de tarihin baskısının doğurduğu
dramada zorunlu bir kötülük, tüm tarihsel "kötülüğü" ebedi
yen sona erdirecek yaklaşmakta olan zaferin öngörüsel belir
tisini okumaktadır.
Tarihin terörü çeşitli tarihselci felsefeler tarafından sunu
lan bakış açılarında daha da katlanılmaz olmaktadır. Bun
lara göre/her
tarihsel olay, elbette tüm ve tek anlamını yal
nızca gerçekleşmesinde bulur. Rickerl, Troellsch, Dilthey ve
Simmel'i yeterince uğraştırmış ve son zamanlarda Croce, Kari
Mannheim ya da Ortega y Gasset'nin çabalarıyla kısmen
üstesinden gelinmiş olan tarihselciliğin
güçlüklerine burada
girmemize gerek yok.10 Bu nedenle de tarihselciliğin felsefi
değerini ya da göreciliği kesin olarak aşabilecek bir "tarih
felsefesi”nin kurulup kurulamayacağını tartışmamız gerekmi
yor. Dilthey, yetmiş yaşında, "tüm insani kavramların göre
liliği tarihsel dünya görüşünün son sözüdür" demişti. Bu göre
liliği bir
Dostları ilə paylaş: