allgetneine Lebenserfahrung
ile aşabilmek için na
file uğraştı. Meinecke boşu boşuna bir öznellik-üstü deneyim
olarak "bilincin incelenmesi"nin tarihsel yaşamın göreliliğini
aşabileceğinden medet umdu. Heidegger insan varoluşunun ta-
rihselliğinin zamanı ve tarihi aşma yönünde her türlü umudu
engellediğini gösterme külfetine katlandı.
Bizim amacımız için bizi ilgilendiren tek bir soru var: ta
rihselciliğin bakış açısından "tarihin terörü"ne nasıl katlanı
labilir? Bir tarihsel olayın sırf tarihsel olay oluşuyla, başka
bir deyişle, "böyle olmuş" olmasıyla haklılaştırılması, in
143
sanlığı olayın doğurduğu dehşetten kurtarmakta pek etkili ol
mayacaktır. Burada, hangi açıdan ele alınırsa alınsın felsefi
ve dinsel bir sorun olarak kalan kötülük sorunuyla ilgilenme
diğimiz açıkça anlaşılm alıdır; biz tarih olarak tarih soru
nuyla, insanın durumuyla değil diğer insanlara karşı davra
nışıyla bağıntılı "kötülük" sorunuyla ilgileniyoruz. Örneğin,
sırf coğrafi konumları onları tarihin yoluna çıkardığı için, sü
rekli yayılma halindeki imparatorluklara komşu oldukları
için acı çeken ve yokedilen bir sürü insanın acı ve yokediliş-
lerinin nasıl katlanılabilir ve haklı kılınabileceğini bilmek
istiyoruz. Örneğin, güneydoğu Avrupa’nın, sırf Asyalı isti
lacıların yolunda ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğunun
komşusu olduğu için yüzyıllar boyu acı çekmiş -v e dolayısıyla
daha yüksek bir tarihsel varoluşa, evrensel düzlemde tinsel
yaratışa yönelik her türlü itkiden yoksun kalm ış- olması
nasıl haklılaştırılabilir? Ve günümüzde, tarihsel baskı hiç
bir kaçış yolu bırakmazken insan tarihin dehşet ve felaketle
rine - kollektif sürgünden katliamlara ve atom saldırılarına
kadar- onların ardında hiçbir işaret, hiçbir tarih-üstü anlam
görmeden nasıl katlanabilir; bütün bunlar ekonomik, toplum
sal ve siyasal güçlerin kör oyunundan başka bir şey değilse,
hatta daha beteri, yalnızca bir azınlığın sahip olduğu ve ev
rensel tarih sahnesinde icra ettiği "hürriyetler"in sonucuysa?
/•> Geçmişte insanlığın belirttiğimiz acılara nasıl dayanabil
diğim biliyoruz: bu acılar Tanrı tarafından verilmiş cezalar,
"çağ”ın bitişinin sendromu, vb. olarak görülüyordu. Ve tarih-
ötesi anlamları olduğu, hala geleneksel bakış açısına sahip
olan insanlığın büyük bölümü için tarihin kendi içinde bir de
ğeri olmadığı ve olamadığı için bunlan kabullenmek mümkün
dü^ Her kahraman ilk arketipik jesti tekrarlıyordu, her savaş
iyi ile kötü arasındaki mücadelenin bir provasıydı, her yeni
toplumsal adaletsizlik M esih’in acıları (ya da Hıristiyanlık
öncesi dünyada ilahi bir haberci veya verim tanrısının çile
siyle) özdeşleştiriliyordu, her yeni katliam şehitlerin muzaf
fer sonunu tekrarlıyordu. Böylesi motiflerin çocuksu olup ol
144
madığına, ya da tarihin bu şekilde reddinin her zaman etkili
olup olmadığına karar vermek bize düşmez. Kanımızca tek bir
olgu önem taşımaktadır: bu görüş sayesinde on milyonlarca in
san yüzyıllar boyu, umutsuzluğa kapılmadan, intihar etmeden
veya daima göreci ya da nihilistçe bir tarih görüşüne yol açan
o ruhsal kısırlığa düşmeden büyük tarihsel baskılara dayana
bildiler.
Dahası, evvelce de belirttiğimiz gibi, diğer kıtalar bir
yana Avrupa'nın da dikkate değer bir bölümü hala gelenek
sel, anti-"tarihselci" görüş açısının ışığında yaşamaktadır.
Dolayısıyla, bu sorunla karşı karşıya olan her şeyden önce
"seçkinler"dir, çünkü sadece onlar tarihsel durumlarını, artan
bir şevkle tanımaya zorlanmaktadır. Hıristiyanlık ve eska
tolojik tarih felsefesinin bu seçkinlerin önemli bir bölümünü
tatmin etmekten geri kalmadığı doğrudur. Bir noktaya kadar
ve bazı bireyler için Marksizm'in -özellikle popüler biçimle
rinin- tarihin terörüne karşı bir savunmayı temsil ettiği söy
lenebilir. Sadece tarihselci konum tüm çeşit ve tonlarıyla -
Nietzsche'nin "yazgı”smdan Heidegger’in "zamansallığı"na
-savunmasız kalmaktadır.11 Bu felsefede umutsuzluğun, amor
tali'nin ve kötümserliğin kahramanca bir erdem ve bilişsel bir
araç mertebesine yükseltilmiş olmaları rastlantı değildir.
Yine de bu konum, en modern ve insanı "tarihsel varlık"
olarak tanımlayan bütün düşünürler için, bir anlamda, nere
deyse kaçınılmaz olmasma karşın çağdaş düşünceyi tamamen
fethedemedi. Bir kaç sayfa önce döngüsel döngüsellik mitosu
na, hatta ebedi dönüş mitosuna yeniden değer verme eğilimin
deki bazı yeni yönelimleri belirtmiştik. Bu yönelimler sadece
tarihselciliği değil tarihi de reddetmektedirler. Bunları da
tarihe karşı bir direniş, tarihsel zamana karşı bir başkaldırı,
insan deneyimiyle yüklü olan tarihsel zaman kozmik, döngü
sel ve sonsuz zaman içinde bir yere yeniden yerleştirme olarak
görmekte haklı olduğumuzu sanıyoruz. Her hal-ü karda, günü
müzün en önemli yazarlarından ikisinin -T.S. Eliot ve James
, Joyce- yapıtlarının ebedi dönüş mitosu, ve son tahlilde zama
145
nın ilgasına yönelik bir nostaljiyle dolu olduğunu belirtmeye
değer. Ayrıca, tarihin terörü arttıkça, varoluş tarih karşısın
da giderek daha dayanıksız oldukça tarihselci konumların
gitgide itibar kaybedeceğini öngörmek için nedenler var. Ve,
tarihin ne kozmos, ne insan ne de talih tarafından henüz başa-
rılamamış birşeyi yapabildiği -yani insan soyunu tümüyle or
tadan kaldırm ak- bir anda insan toplumunun arketip ve te
kerrürlerinin (yapay, çünkü kararlaştırılmış) ufku içinde
bütünleştirm e yoluyla "tarihin olaylan"nm engellem esi
yönünde umutsuzca bir çabaya tanık oluyoruz belki de. Başka
bir deyişle, insanlığın varlığını sürdürebilmesi için ilk impa
ratorlukların yaratılışından beri yapmaya başladığı anlam
da tarih"yapmakM
tan artık vazgeçip önceden belirlenmiş ar
ketipik jestleri tekrarlam akla yetineceği ve "tarihsel"
uzantısı olan her türlü kendiliğinden jesti anlamsız ve teh
likeli görerek unutmak için çabalayacağı bir çağı, hem de pek
uzak olmayan bir çağı düşünmek mümkün. Hatta gelecekteki
toplumların tarih-dışı çözümünü
dünyanın başlangıcı
veya so
nundaki altın çağa ilişkin cennetsi veya eskatolojik mitoslar
la karşılaştırmak ilginç bile olabilir. Ama bu spekülasyonları
başka bir yerde araştırma niyetinde olduğumuzdan şimdilik
konumuza dönelim: arkaik insana kıyasla tarihsel insanın ko
numu. Ve arkaik insana karşı getirilen itirazları tarihselci
görüşün ışığında anlamaya çalışalım.
146
|