Erdogan ibrahimhalil



Yüklə 383,13 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə10/14
tarix19.10.2018
ölçüsü383,13 Kb.
#74763
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 

Cilt: 11     Sayı: 57     Haziran 2018

 

 



The Journal of International Social Research 

Volume: 11      Issue: 57     June 2018    

 

 



 

- 798 - 


128) olup, üzerinde yalan ile ittifak edilmesi aklen tasavvur edilemeyen kesinliğe sahip bilgi (Sâbûnî, 1969: 

35;  Cürcânî,  1983:  130)  olarak  tanımlanmıştır.  Klasik  İslam  terminolojisinde  “haber-i  sâdık”  daha  çok  dini 

bilgilerin  nakli  şeklinde  algılanmış,  mütevâtir  ise  sadece  dini  bilgiyle  sınırlı  olmaksızın  genel  bir  bilgi 

kaynağı olarak değerlendirilmiştir (Apaydın, 2006: 32/208). Bu anlamda mütevâtir haber “geçmişte yaşayan 

toplumlar  ile  uzak  bölgelerin  haberleri”  ve  “haber-i  resul”  şeklinde  bir  sınıflandırılmaya  tabi  tutulmuştur. 

Geçmiş  toplumların  haberleri  diye  ifade  edilen  tarihi  bilgiler  veya  duyularımızdan  uzak  bölgelerdeki 

haberler, zorunlu bir bilgi kaynağı olarak değerlendirilirken, vahiy demek olan “haber-i resul”, istidlâli bilgi 

olarak kabul edilmiştir (Taftâzânî, 1988: 17; Sâbûnî, 1969: 35). Burada zorunlu bilgiden maksat aklın delilsiz 

olarak/bedâheten  kabul  ettiği  ve  harici  bir  kanıta  ihtiyaç  duymayan  bilgi  demektir.  Haber-i  resulün  yani 

vahyin,  istidlâlî  olarak  bilinmesi  ise  haberi  getiren  peygamberin  mûcize  ile  müeyyed  olmasıdır.  Geçmiş 

toplumlar ile uzak bölgelerin durumları, duyular kapsamı dışında olduğundan gaybî bilgiler sınıfına dahil 

edilen  haberler  olarak  isimlendirilmiş  ve  zorunlu  bilgi  olarak  değerlendirilmiştir.  Bizzat  duyularla 

müşahede  etmediğimiz  imparatorlukların,  tarihte  yapılan  savaşların,  uzak  olan  görmediğimiz  ülkelerin 

varlığı, haber yolu ile elde edilen ve inkarı mümkün olmayan zorunlu bilgiler buna örnek olarak verilebilir. 

Zaten gayb ile ilgili konuların başında ve her eşyanın mevcudiyetinin kaynağı olan Allah Teâlâ’nın varlığı, 

gaybe  dair  bilgilerin  başında  gelmektedir.  Dolayısıyla  insanın  kendini  ve  eşyayı  anlamlandırmasının 

temelinde  Allah-insan  ilişkisi  denilen  nübüvvet  ya  da  vahiy  denilen  peygamber  haberi,  buradan  hareketle 

kurulmaktadır  (Yılmaz,  2018:  204).  Bu  anlamda  gerek  Berâhime  ve  gerekse  deizm  gibi  grupların  karşı 

oldukları kısmın, “haber-i resul” olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu akımlar Allah-insan iletişimini haber-i 

resul dışında bir yere konumlandırmakta ve bunu “akıl” olarak ifade etmektedirler. Dolayısıyla burada iki 

asıl  nokta  belirgin  hale  gelmektedir.  Birincisi  salt  aklın  bilgi  bakımından  insan  ihtiyacına  yeterli  olup 

olmadığı, ikincisi ise mûcize ile müeyyed bir haber-i resulün zorunlu bilgi kabul edilebilmesidir. Bu akımlar 

nübüvveti  inkâr  ile  birlikte  mûcizeleri  de  inkâr  ettiklerinden  geriye  sadece  salt  aklın  insan  ihtiyacını 

karşılamada yeterli olduğu savunmasının doğru olup olmadığı üzerinde kanıt oluşturmak kalmaktadır.   

 Haberin  bilgi  kaynağı  olmasını  kabul  etmemek,  bilginin  sadece  akla  ve  duyuya  dayalı  bir  olgu 

olmasını  gerektirir.  Bu  ise  insanın  kendi  varlık  sebebi  olan  baba,  dede  ve  soy  bilgilerinin,  eşyaya  verilen 

isimlerin,  varoluş  mahiyetinin,  sahip  olduğu  tüm  insani  değerlerin  inkârı  demektir.  Çünkü  bu  bilgilerin 

tümü bir önceki nesilden haber yolu ile elde edilmiştir. Her gelen nesil eşyalara yeniden isim bulma yerine, 

öncekilerin kullandığı isimlerle tesmiye etmişlerdir. İnsanların dünya yaşamında muhtaç oldukları gıdaların 

bilgileri (Mâturîdî, 1970: 9), tespit ve öğrenmeye dayalı önceki nesillerden aktarılan tecrübeler, haber yolu ile 

elde  edilen  bilgilerdir.  Asıl  itibari  ile  konuşmak  ve  konuşulanı  duymak  haberin  bizzat  kendisidir.  Çünkü 

aklın  ve  duyuların  kapsama  alanı  dışında  kalan  faydalı  ve  zararlı  olabilecek  şeylerin  öğrenilmesi,  sadece 

konuşmak ve dinlemek yolu ile elde edilen bilgidir. Bu bilgi ve tecrübelerin bir sonraki nesillere iletilmesi ise 

tarihtir. 

 İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli vasıf, onun tarih bilincine sahip olmasıdır. Hayvanlarda 

tarih bilinci söz konusu değildir. Tarih haber demektir. Bu da sadece insana özgü bir olgudur. Tüm nesiller 

kendilerinden önce hazırlanan bir zemin üzerine oturarak, öncekilerin tecrübe ve birikimlerinden istifade ile 

hayata  tutunamaya,  geleceğini  şekillendirmeye  çalışmışlardır.  Her  toplumun  işe  sıfırdan  başlamaması  ve 

kendilerinden  öncekilerin  bıraktığı  yerden  işe  koyulması  tarihi  tecrübeyi  kullanmanın  bir  ürünüdür. 

Hayvanlarda  böyle  bir  bilgi  mevcut  değildir.  Bundan  dolayı  da  hayvanlarda  nesiller  arası  bir  farklılık  söz 

konusu olmaz. Mesela ilk fare ile bu günkü fare arasında hiçbir fark yoktur. İlk asırda insanlar fareleri nasıl 

avladılarsa  bugün  de  aynı  yöntemle  avlamaları  mümkündür.  Örneğin  hayvanlar  tarihsel  tecrübeye  sahip 

olmuş  olsalardı,  insanlar  her  dönem  farklı  bir  araçla  fare  avlamak  zorunda  kalacaklardı.  Nitekim  sonraki 

fareler öncekilerin ne ile avlandıklarını öğrenip buna göre tedbir alacaklardı (Aydın, 2011: 14-15). Kur’ân’a 

bakıldığı zaman önceki peygamberlerin ve toplumlarının kıssalarından bahseder. Bu toplumların yaşadıkları 

önemli  tarihi  bilgileri  sonraki  nesillere  aktarmak  suretiyle  onların  düştüğü  hataya  tekrar  düşmemeleri  için 

ikazlar yapar, elde ettikleri güzellikleri daha da ileri boyuta taşımaları konusunda da tavsiyelerde bulunur. 

Tarihi tecrübe sonraki nesillere haber yolu ile aktarıldığına göre, haberin bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi 

aklî  bir  zorunluluktur  (Mâturîdî,  1970:  8).  Kur’ân’da  tarihteki  kişi  ve  olaylarla  ilgili  yer  alan  haberler 

anlamındaki  “Kısasu’l-Kur’ân”  ilmi  aslında  bu  tarihi  tecrübeyi  insanlara  kazandırmaya  matuf  bilgilerdir. 

Deizm mensuplarının Kur’ânî hakikatleri bizzat göz atmaları ve nefislerini tüm ön yargılardan kurtardıktan 

sonra objektif bir yaklaşım ile İslam dinini ana kaynaklarından tekrar incelemelerine ihtiyaç vardır. 



4.

  Kainattaki Düzen ve Deizm Çelişkisi 

Birçok  Kur’ân  âyeti,  kâinatta  bir  düzenin  olduğundan  (Bakara:  164;  Âlî  İmrân:  190-191;  Sâd:  27; 

Câsiye:  5),  hiçbir  varlığın  boşuna  yaratılmadığından  (Mü’minûn:  115),  aksine  her  şeyin  bir  amaç 

doğrultusunda var edildiğinden, evrendeki kozmolojik varlıkların, insanın hizmetinde olduğundan (Bakara: 




Yüklə 383,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə