Erdogan ibrahimhalil



Yüklə 383,13 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə12/14
tarix19.10.2018
ölçüsü383,13 Kb.
#74763
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 

Cilt: 11     Sayı: 57     Haziran 2018

 

 



The Journal of International Social Research 

Volume: 11      Issue: 57     June 2018    

 

 



 

- 800 - 


dünyada gerçek bir adaletin tecelli etmesinin mümkün olmadığı durumları göz önüne aldığı zaman, ahiret 

hayatının  gerçek  adaleti  tecelli  ettireceği  düşüncesiyle,  ahiretin  varlığını  uzak  bir  ihtimal  olarak 

görmeyecektir. Ölümden korkan, çekinen, ölümsüzlüğü arzu eden insan, kendisinde bulunan ruhun, aslında 

ebediyet  için  yaratıldığını  ve  bundan  dolayı  da  ölümsüzlüğü  arzuladığı  düşüncesinden  hareketle,  ahiretin 

vukuunu  mümkün  olarak  görmesi  gerekir.    İnsandaki  sonsuzluk  duygusu,  ruhun  sonsuzluk  için 

yaratıldığının  bir  işaretidir.  İnsan,  kendinde  bulunan  aklın  yargılama  gücünü  tefekkür  ettiğinde  bile  başı 

boş,  amaçsız  ve  abes  yaratılmadığını,  ahiret  hayatının  mutlaka  olması  gerektiğini  doğal  bir  şekilde  kabul 

eder.  Bizler,  katil  ile  maktulü,  kibirli  ile  mütevaziyi,  zalim  ile  mazlumu,  iyi  ile  kötüyü,  yalancı  ile  doğru 

sözlüyü,  komşuya  eziyet  eden  ile  onunla  iyi  geçineni,  hayvanlara  acıyan  ve  acımayanı,  bir  insan  olarak 

içimizdeki adalet duygusundan dolayı bir tutamayız. O halde evreni yaratma gücüne sahip olan güçlü bir 

Tanrı’nın,  haksızlıkların  hesabını  sormayacağını  ve  bu  zıt  kutupları  eşit  tuttuğunu  düşünmek  (Sâd:  27-28) 

isabetli bir düşünce olarak kabul edilemez. 

Ahiret hayatının olmadığına inanmak ve yaşamın sadece dünya hayatından ibaret olduğunu iddia 

etmek,  hikmet  dışı  bir  yaratma  düşüncesini  de  beraberinde  getirecektir.  Halbuki  gerek  evrende  görülen 

düzen  ve  gerekse  insanın  mükemmel  bir  varlık  oluşu  sıradan/bayağı  bir  yaratılış  olmadığının  en  açık 

ifadesidir. Her bir zerrenin mevcudiyeti, bir hikmetin gereği olarak, olması gerekenin en mükemmeli olacak 

şekilde  yaratılmıştır.  Bu  düşünce  ise  yaratılışın  amiyane  değil,  üstün  bir  hikmetin  neticesi  olduğunun 

kanıtıdır.  Hikmet  kelimesinin  sözlük  anlamında  “engelleme,  mâni  olma”  (Isfahânî,  1961:  126)  eylemi  de 

olduğu düşünülürse, amiyane, başıboş, abes gibi durumların engellenerek, yaratılışın hikmeti, bilgi/ilim ve 

eylem/amel  düzeyinde  doğruya  varma  şeklinde  anlaşılır.  Deist  bir  kimsenin  Tanrı  tasavvurunda,  O’nun 

evreni  asla  amiyane/bayağı/hikmetsiz/başıboş  yaratmadığını  (Mü’minûn:  115),  sanatsal  bir  eserin 

tasarımını  yaptığı  inancı  vardır.  Böyle  bir  sanat  eserini,  insanların  emrine  verip,  hiçbir  kural  koymadan 

başıboş  yaşamalarını  irade  etmek,  hiçbir  mantıkla  izah  edilemez.  Akıl,  şuur  ve  idrak  sahibi  insanın 

yaşamının,  ölümle  sonuçlanacak  bir  dünya  hayatına  indirgenmesi,  hiçbir  sınava  tabi  tutulmaması 

(Anktebût: 2), amaçsız ve gayesiz olması, hikmet ile bağdaşmayacağı gibi akıl ve mantıkla izahı da mümkün 

değildir.  Yaratılış  amacının  “sadece  oyun”,  “sadece  eğlence”,  “sadece  haz  alma”  ya  da  “sadece  arzuların 

tatmin edilmesi” şeklinde algılanması hikmetli bir yaratmanın sonucu olarak değerlendirilemez. 

Dünya  hayatından  sonra  ahiret  hayatının  geleceği  aklen  mümkün  ve  insan  doğasının  böyle  bir 

inanca ihtiyacı olduğu genel bir kabuldür. Çünkü her insanın “beni kim yarattı?”, “neden yarattı?” ve “ben 

nereye  gideceğim”  şeklindeki  sorulara  cevap  araması,  fıtratında  var  olan  bir  durumdur.  Zira  bu  düzenin, 

sadece  doğum  ile  ölüm  arasındaki  bir  zaman  dilimini  kapsamasına  ve  sonrasında  hiçbir  yaşamın 

olmamasına inanmak, bu soruları cevapsız bırakmak demektir.  



6.

  Nübüvvetin Hedefi 

Kâdî Abdulcabbâr (ö. 415/1025), “peygamberlerin getirdikleri aklın karar verdiği durumları tafsil eder” diye 

cevap vermiştir (Abdulcabbâr, 1996: IV/565). Hasan Hanefi Peygamberlerin aklı kemale erdirdiğini 

söyleyerek, “nübüvvetin amacının aklı olgunlaştırmak” olduğunu ifade etmiştir (Hanefî, 1988: IV/45; 

Akbulut, 1992: 12). 

Vahyin  temel  hedefinin,  insan  yaşamı  için  salah/uygun  olanı  öğretme,  zararlıyı  önleme  olduğu 

tarihi bir vakıadır. Hz. Şuayb; kendi toplumuna, gücü yettiği kadar onları düzeltmek/ıslahı istediğini (Hûd 

11/88)  ifade  etmiş,  Hz.  Musa  kardeşi  Hz.  Harun’a;  toplum  içinde  yapıcı  olmasını,  toplumu  bozanları 

uyarmasını  emretmiştir  (A’râf:  142).  Kur’ân’ın  ıslah/salah/uygunluk  gibi  ifadeleri,  toplumları  reform 

etmeye,  oradaki  mefsedet/kötülükleri  ortadan  kaldırmaya  yönelik  terimler  olduğunu  belirtmekte  yarar 

vardır. Çünkü mefsedet, salah mefhumunun zıttı olarak kullanılmış ve gerekçeleri ile birlikte belirtilmiştir. 

Kur’ân-ı  Kerîm’de  Firavun’un  bozgunculardan  olduğu  ifade  edilirken,  bunun  gerekçesi  olarak  onun 

ülkesinde  büyüklük  taslaması,  halkını  sınıflara  ayırması,  toplumun  bir  kesimini  ezmesi,  doğan  erkek 

çocuklarını boğazlatarak öldürtüp kızlarını sağ bırakması gibi (Kasas: 4-5) insanlık dışı haller zikredilmiştir. 

Hz. Musa’nın gönderilme nedeni, Firavun’un bu zalim, bozguncu ve despot eylemleri karşısında o toplumu 

yeryüzünde ezilmekten kurtarma, zamanın zorbaları olan Firavun, Hâman ve orduları karşısında ezilenleri 

güçlü  bir  hale  getirme  hedeflenmiştir  (Kasas:  6).

 

  Dikkat  edilirse  burada  Firavun’un  yeryüzünde  fesat 



çıkarması,  onun  Tanrı’yı  inkar  etmesi  değil,  yaptığı  fesat/çirkin  işler  olarak  belirtilmiştir.  Çünkü  İsrail 

oğulları,  Tanrı’yı  inkâr  konusunda  zaten  Firavun’a  tabi  olmamışlardı.  Bu  da  gösteriyor  ki  bahse  konu 

bozgunculuk ve zulüm, Tanrıyı inkar değil, Firavun’un toplum üzerinde oluşturduğu zalimce eylemlerden 

ibarettir (Tâhir b. (Âşûr, 2001: 273). Anlam olarak fiillerdeki salah ve fasit olma durumu, akl-ı selim ile bizzat 

kendi  içerisinde  idrak  edilmesi  mümkün  olan  manalardır.  Bunlar  toplumun  geneli  için,  yapıldığında  bir 

menfaat sağlayan, terkinde ise bir kötülüğü ortadan kaldırmaya yönelik olan kurallardır. Örneğin adaletin 

faydalı,  haksızlığın  zararlı  olması  ya  da  zalimin  zulmünün  önlenmesinden  elde  edilen  toplum  menfaati 



Yüklə 383,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə