Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
Cilt: 11 Sayı: 57 Haziran 2018
The Journal of International Social Research
Volume: 11 Issue: 57 June 2018
- 801 -
şeklindeki eylemler buna misal olarak verilebilir. İyilik yapmanın toplum yararına olduğu, suçluya ceza
vermek, suçluyu bir daha aynı hataya düşmekten önlemekle birlikte, başkasına da o suç işleme konusunda
caydırıcı bir önlem olması, başka bir örnek olarak verilebilir. Burada akl-ı selim kaydının anlamı ise istisnai
durumlarda bile olsa, eski Roma’da veya Arap cahiliye dönemlerinde bazı anormal akılların
mazoşist/özezer eylemleri arzu edip veya sadist/elezer olup zalimlikten hoşlanması gibi durumları tarifin
dışında bırakmak içindir (Âşûr, 2001: 251-252).
İslam dininde vahyin en büyük özelliklerinden biri fıtrata uygun ve evrensel olmasıdır. “Fıtrat”
sözlük anlamı olarak yaratılış, huy, mizaç, tabiat demektir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de insanlara,
yönlerini mizaç ve tabiatlarıyla uyum içerisinde olan dine yöneltmelerini istemiş ve açık bir niteleme ile
insanların tümünün bu fıtrat/yaratılış üzere olduklarını (Rûm: 30) ifade etmiştir. Fahreddin er-Râzî (ö.
606/1210) burada ifade edilen dinden maksadın İslam dini olduğunu, fıtrattan maksadın da insanın
yaratılışında tevhit ve rubûbiyyet bilgisinin bulunması şeklinde açıklamıştır.
Zemahşerî (ö. 538/1144)
fıtratı, her doğan insanın Allah Teâlâ’nın varlığını, birliğini ve aynı zamanda vahyin ilklerini kabul etmeye
eğilimli olma şeklinde açıklamıştır (Zemahşerî, 2007: III/484). Buna göre fıtrat, yaratıcının fizikî ve aklî olarak
insana yüklemiş olduğu doğal davranış biçimleridir. Örneğin insanın ayakları üzerinde yürümesi doğal
davranış biçimi/fıtratıdır. Bir eşyayı eli ile değil ayakları ile almaya kalkışması fıtrata aykırı bir durumdur.
Bir önermenin sonucunu, öncüllerden hareketle ortaya koymak aklî bir fıtrattır. Bu sonucu sebeplerin
dışında bir şeyden çıkarmak ise aklî fıtrata aykırıdır. Dolayısıyla İslam’ın fıtrat dini olması, aklî olmasından
ileri gelmektedir. Çünkü getirmiş olduğu inanç ve hukuk sistemi aklî ve aklın idraki ile uyum içinde olan
yasalardır (Âşûr, 2001: 262). Hz. Muhammed’in (s.a.s.) İslam dini olarak insanlara tebliğ ettiği inanç
meseleleri, daha önce Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Mûsâ (a.s.), Hz. Îsâ (a.s.) ve diğer peygamberlerin tebliğ ettikleri
dinlerin aslı ile herhangi bir farklılık arz etmemiştir (Şûrâ: 13). Hristiyan ve Yahudilik gibi dinler ile İslam
dininin arasında görülen farklılıklar ise o dinlerin peygamberlerinden sonra değiştirilmesi ve din
adamlarının kendi yorumları ile inşa ettikleri yanlış dini ritüellerden kaynaklanmaktadır. Yoksa asıl itibari
ile Hz. Adem’in tevhit inancı ile son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirmiş olduğu tevhit inancı
arasında hiçbir fark yoktur.
Vahyi ve nübüvveti daha yakından tanımak için insanların birlikte yaşadıkları hakikatini, bu
birlikteliğin yardımlaşma, dayanışma ve bazı yasakları beraberinde getirdiği gerçeğine de göz atmak
gerekir. Yardımlaşma ve yasaklar belli bir takım kanun ve kurallar bütünüdür. Kural ve sistemin olmadığı
bir yaşam tarzı, toplumlar bir tarafa, iki insan arasında bile mümkün değildir. Bu kurallar ve sistemlerin
muhtevasında mündemiç emir ve yasaklar vardır. Toplum hayatının devam etmesi için gerekli olan
anayasa, mevzuat, idare, ceza, yargılama, iş ve vergi hukuku gibi denetim mekanizmaları, emirler ve
yasakları içeren hükümlerden ibarettir. Bu emir ve yasaklar, fertlerin eylem ve söylemlerini düzenleyerek
toplumun asayiş ve hukukunu sağlar. İş hukuku sayesinde, işveren işçisinin haklarına saygı duyar, topluma
zarar veren kimseler ceza hukuku sayesinde kendilerine çeki düzen verir, hakkı gasp edilen kimseler de bu
hukuk sayesinde haklarına kavuşurlar.
Nübüvvet kurumunun getirmiş olduğu emir ve yasakların, insandaki haz duyguları ile çelişik bir
durumu ortaya koyduğu gerekçesi ile dini reddetmek bilimsel bir yargının sonucu değildir. Basiret, feraset
ve sağlıklı bir akıl ile düşünüldüğünde durumun çok farklı olduğu ortaya çıkacaktır. İslam’ın ortaya
koyduğu evlilik dışı ilişki/zina, içki/uyuşturucu gibi yasaklar veya getirmiş olduğu hukukî sistem, hedonist
bir bakış açısı ve vahyin ışığındaki aklın tefekkürü ile mukayese edildiğinde, birbirinden farklı sonuçlar
ortaya çıkacaktır. Berâhime’nin ibadet eleştirilerini, günümüz deizm severlerinin sınırsız özgürlük
taleplerini, ortak aklın ilkeleri ve tarihi tecrübeyle beraber değerlendirmek, meselenin hikmetini ortaya
koyma bakımından önem arz etmektedir. İbadetler Tanrı-insan ilişkisindeki sınırlı-sorumlu bir durumun
varlığı düşüncesinden hareketle anlaşılmaya çalışılmalıdır (Gündüz, 2018: 48). Örneğin zina, uyuşturucu ve
alkol kullanımının yasak olmasına, materyalist bir bakış açısı ile bakmak, ilk etapta insan özgürlüğünün
kısıtlanması şeklinde algılanabilir. Halbuki meseleyi tarafsız bir yargı, bilim ve aklın ölçüleri içerisinde
değerlendirmek, ortaya farklı sonuçların çıkmasını sağlayacaktır. İslam’ın cinsel birlikteliğe bakış açısı
Hristiyan din adamlarının ortaya koyduğu ruhbanlık şeklinde değildir. Aksine evlenmeyi, fıtratın bir gereği
olarak gören İslam dini (Rûm: 21), evliliği teşvik etmiş (Nûr: 32; Müslim, “Nikâh”, 1; Buhârî, “Nikâh”, 1),
erkek ve kadının birbirine olan sevgi, merhamet ve meveddetinin evlilik ile mümkün olduğunu söylemiş ve
aklını kullanan/tefekkür eden kimselerin bunda çok büyük olağanüstü durumlar fark edeceğini ifade
etmiştir (Rûm: 21). İslam dininde erkek ve kadının cinsel münasebeti yasak değil, sadece hukuki bir zemin
üzerinde olması istenmiştir. Bu hukuk sayesinde, erkek ile kadın birlikteliğinden meydana gelen neslin
tespit edilmesi, mirasın tahakkuku, eş ve çocukların bakımının üstlenilmesi/nafaka gibi maddi durumların
yanı sıra, baba şefkatini ve anne merhametini temin ederek çocuğun psikolojik ve fiziki anlamda topluma