Fuat aydin



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə3/7
tarix22.10.2018
ölçüsü0,71 Mb.
#75418
1   2   3   4   5   6   7

Modern Dini Akımları

Müslümanların uzun süreli Hindistan hâkimiyetleri (1211-1526 Delhi Sultanlığı ve 1526-1757 Moğol imparatorluğu), Hint kültürü üzerinde silinmez bir iz bıraktı. Ancak din olarak Hinduizm hâkim olmayı sürdürmüş olsa da, iki din arasında yaşanan kültürel etkileşim eklektik şahısların (Kebir gibi) ve hareketlerin (Sihizm gibi) ortaya çıkmasına yol açtı.

Fakat İngilizlerin Hindistan’daki yönetimleriyle başlayan modern dönem, Hinduizm tarihinde, daha önemli bir dönem oldu. 1805’de İngiltere Hindistan’daki hâkim güç haline geldiğinde, Hint hayat anlayışı önceki dönemlerden farklı bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu hissetmeye başladı. Ancak söz konusu meydan okuma Avrupalının dininden daha ziyade, İngiliz eğitim sistemi ve onun girmesini sağladığı Avrupa düşüncesinden gelmekteydi. Bu etki daha önce Kalküta ve Bombay civarında İngiliz yönetimiyle olan temastan ve on dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren vardı. Bütün on dokuzuncu yüzyıl boyunca devam eden bu etki süreci, Hindistan’ında üç tür tepkiye yol açtı.

İlk tepki, İngiliz etkisinin güçlü olduğu, özellikle Bengal’da küçük bir İngiliz azınlık tarafından Avrupai liberal değerler ve rasyonalizme tam bir teslimiyetle aşikâr hale geldi. Bu hareketin başlatıcısı, bir brahmin ailesine mensup olan Bengalli Rom Mohan Roy (1774-1833) idi. Arapça, Farsça ve sonra Sanskritçe çalışan Roy, Doğu Hindistan Şirketinde gelinebilecek en yüksek mevkiiye ulaştı. Emekli olduktan sonra Kalküta’da İngiliz eğitimi veren bir okul açtı. Dini inanç olarak unitaryanizme yakın olan Roy, 1827’de ilk adı İngiliz Hindistan Uniteryen Cemiyeti olan Brahmo Samaj adlı derneği kurdu (1828). Roy, Upanişadlar ve Brahma-Sutra’da bulunduğunu düşündüğü ahlaki tek tanrıcılığı savundu, tanrı ve tanrıçalara ibadeti yasakladı. Sati (kadının ölen eşiyle birlikte yakılması uygulaması), çocuk yaşta evlilik, kast karşıtı olmayı ve kadınların eğitimini savundu. Bu düşünceler, sonraki iki başkan Devandranath Tagore (1817-1905) ve Keshap Candar (1838-1884) tarafından sürdürüldü. Ancak Brahma Samaj hiçbir şekilde bir halk hareketi olamadı. Erken dönem on dokuzuncu yüzyıl Avrupasının liberal ve bireyci bakışı açısının etkisi altında kalmış olan kişilerin bir araya geldikleri cemiyet olarak kaldı.

Hindistan’ın farklı bir yerinde, Bombay civarında başka bir hareket ortaya çıktı. Bu 1875’de Swami Dayananda (1824-1883) tarafından kurulan Arya Samaj hareketiydi. İsminin de ifade ettiği gibi kuruluş gerekçesi, Aryan Veda dinini eski asli haline döndürmek ve Vedalar sonrası vukuu bulan bütün gelişmeleri reddetmekti. Roy’unkinden farklı olarak bu hareket Hinduizm’in bir reforma ihtiyacı olduğunu kabul etmekle birlikte, bu reformun ilhamını batıdan değil Vedalardan alması gerektiğini vurgulamaktaydı. Dayananda, pupteresliğin, dokunulmazlığın, çocuk yaşta evliliğin ve Hinduizm’in öteki bozulmuş özelliklerinin Vedalarda bulunmadığını savunmaktaydı. Ayrıca Vedaların yalnızca brahmanlar tarafından değil kadınlar tarafından da okunması gerektiğini iddia etmekteydi. Arya Samaj, kurucusunun ölümünden sonra, kendi kaynaklarına müracaat etmek isteyen reformcular için model olmayı sürdürdü. İngiliz yönetimine yönelik rahatsızlıkların olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu hareket, Bal Gangadhar Tilak (1856-1920) ile ilişkilendirilen militan Hinduizm’e yol açtı (Ling, s. 369).

Batı siyasi hâkimiyetinin ve kültürel değerleri karşısında ortaya çıkan eklektik ve savunmacı söz konusu hareketlerden olsalar da, kökü Hindu geçmişinde olan bir takım dini ihya hereketleri de vardır. Bunlardan en önemlilerinden biri Bengalli mistik, Vedanta monizmini savunan bir keşiş tarafından erginlendikten sonra Ramakrişna adını alan, bir brahmanın oğlu olan Gandhadhar Chatterji’dir. (1836-86). Manevi arayışı sırasında, birçok farklı okula mensup gurudan eğitim gören Ramakrişna, nihai olarak bütün dinlerin aynı hedefe giden farklı yollar olduğunu kabul etti. Onun bu görüşü, vefatından sonra 1897’de en yetenekli talebesi Vivekananda tarafından kurulan Ramakrişna Misyonu hareketinin temel özelliklerinden biri oldu. Evrensel Hinduizm olarak adlandırılabilecek olan bu yaklaşım, çokluğun temelinde yer alan birlik ve bütün formüle edilmiş olan inanç esaslarının izafi olduğu şeklindeki Hindu kabullerinin bir ifadesidir. Vivekananda’nın 1893’de Şikago’daki Dinler Parlementosu’a taşıdığı bu düşüncedir.

Hinduizm’in çağdaş hikâyesi ve reform, adaptasyon, yeniden değerlendirme ve saldırgan yeniden tasdiğin tedricen ortaya çıkışı Yeni Hinduizm olarak adlandırılır. B. C. Chatterjee (1838-1898), Aurobindo Ghose (1872-1950), Tagore (1861-1941) gibi kişiler bu döneme ait kişilerdir. Ancak bunlardan hiçbiri, M. K. Gandhi (1869-1948) kadar Yeni Hinduizm’in tam bir temsilcisi değildir. Londra’da hukuk okuyup Kuzey Afrika’da yirmi yıldan fazla bir süre dava vekilliği ve gazete editörlüğü yaptıktan sonra 1915’de Hindistan’a döndü. Bhagavat-gitayı dini ideallerinin ve değerlerinin en büyük kaynağı olarak kabul etti. Ancak onu, Yeni Ahit, Tolstoy ve Ruskin’in etkisiyle yorumladı. Hindistan’ın batıyla teması yüzünden bozulduğunu gösterecek bir şekilde, dönüşü sonrasında köylü elbisesi giydi ve sade bir yaşam sürdü. Kendisini dokunulmazlar (ana kastların dışında bırakılan şudralar) meselesine adadı. Hindistan’ın bağımsızlığı mücadalesini Cayinizm’den aldığı ahimsa doktrini bağlamında yürüttü. Gandhi tartışmasız Hindistan’ın ahlaki lideridir. Halk nezdinde, bir aziz, dünyanın kötülüklerine son vermek için gelmiş Tanrının bir enkarnasyonu idi (Ling, 373).
DİĞER DİNLERE BAKIŞLARI

Klasik dönem Hindu düşünürleri Şankara ve Kumarila Hinduzim’i tamamen dışlayıcı bir tarzda yorumlamış; Hinduizm’den kaynaklanmakla birlikte müstakil birer din haline gelmiş olan Budizm ve Cayinizm gibi hareketleri yanlış olarak kabul etmişlerdir. Hatta Şankara, kurtuluş bakımından yalnızca cnana-marganın esas olduğu onun dışında kalanların cehaletten kaynaklanan tercihler ve yanlış olduğunu söyler. Modern dönemde Ramakrişna inanç sistemleri, ibadet şekilleri farklı olmakla birlikte bütün dinlerin ortak hedefinin Tanrının idrak edilmesi olduğu, şeklinde çoğulcu bir yaklaşım ortaya koyar. Swami Vivekananda’ya göre bütün dinler, insan ruhunu tanrıya götüren basamaklardır. Onların her biri, insanın çocukluktan gençliğe, gençlikten yaşlılığa geçişi gibidirler. Yani her bir basamak, geçici bir fonksiyon icra eder. Vivekananda’nın yaklaşımı her ne kadar çoğulcu bir yaklaşım gibi görünüyorsa da, nihai olarak dinlerin daha üst bir düşünceye götüren basamaklar olmak bakımından bir değerleri vardır, bu yüzden de her basamağın bizatihi bir değer olduğu iddiasında bulunması yanlıştır.

Hindistan’ın modern dönemde yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerden biri olan Mahatma Gandhi, başlangıçta Hinduizm’i en hoşgörülü, bütün dinlerdeki doğruluğu ve hakikati kabul eden bir din olarak görürken yani, Hinduizm’e diğer dinlerden daha üst bir yer verirken daha sonraları, bütün dinlerin eşitliğini öne çıkarmaya çalışır. Bunun sonucu olarak da, “dinlerin aynı ağacın dalları” olduğu benzetmesini kullanmaya başlar. Bununla da, dinlerin köken ve öz itibariyle aynı olduklarını ifade etmeye çalışır.

Radhakrişnan’a göre dini çoğulculuk Hinduizm’in özünde var olan bir şeydir. Bu yüzden karşılaştığı kültürleri dışlamamış, hatta onların güzel taraflarını almış ve kendisinin bir parçası haline getirmiştir. Radhakrişnan, farklı tanrı tasavvurlarını, “özüne nüfuz edilemeyen Yüce Hakikatin” değişik tezahürleri olarak kabul edilmesi yaklaşımını bu çoğulcu yaklaşımın bir yansıması olarak görür. Bu çoğulcu yaklaşımlara rağmen, Şankara ve Kumarila kadim dışlayıcı yaklaşımını çağrıştıran dinlerin her birinin insanlığın gelişim aşamasındaki bir anı temsil ettiği; son haldeki basamaklar olduğu dolayısıyla geçici olan bu anların mutlak doğru kabul edilmelerinin yanlış olduğu şeklindeki yaklaşımlar da vardır (Yitik,129-146).



CAYİNİZM

GİRİŞ

Bugün Hindistan’da üç milyon kişinin dini kimliğinin ifadesi için kullanılan Cayinizm, bir cinanın (zafer kazanan)ın takipçilerini ifade eder ve dokuzuncu yüzyıldan sonra bugün bilinen grup için kullanılmaya başlanır. Mahavira (büyük kahraman) olarak tanınan Vardhaman’ya izafe edilir. Ancak cayinler için bir cina, bir dinin kurucusu olmaktan daha ziyade her zaman mevcut, yok olmaz geleneğin bütün üstatları tarafından yapıldığı tarzda öğretilen hakikatin ve yolun yayıcısıdır. Her cina, bu geleneği yeniden canlandırır, yeni bir şey ortaya koymaz; çünkü yol her zaman aynıdır. Yirmi dört tane olduğu kabul edilen ve insanları kurtuluşa götürecek yolu inşa edenler anlamına gelen “tirthankaralar” olarak da adlandırılan cinalar grubunun sonuncusu, Vardhamana’dır. Bu yirmi dört tirthankaradan tarihsel bir şahsiyete sahip olanlar Vardhamana ve kendisinden önceki cina olan Parşva’dır. Parşva mö. dokuzuncu yüzyılda yaşadığına dair arkeolojik kazılar ve diğer kalıntılarda atıflar bulunan biridir.



TARİHSEL SÜREÇ

Mahavira/büyük kahraman olarak da adlandırılan Vardhamana, mö. altıncı yüzyılda kurtuluşu yalnızca kurbanla elde edileceğini kabul eden Vedacı yaklaşıma ve kast sistemine karşı olarak, alternatif kurtuluş yolları arayan ve bulduklarını söyleyen, Buda’nın da içlerinden biri olduğu bağımsız (nigantha) gezici dervişler (şramana) içinde yer alır. Otuz yıllık çilekeşlik ve meditasyon hayatından sonra evrenin doğası hakkında tam bir anlayışa ve dünyevi arzulardan mutlak bir kopuşa ulaşan Mahavira, ulaştığı bu anlayışı başkalarına da öğretmeye başlar. Cayin geleneğin anlatısına göre, yetmiş iki yaşında öldüğünde kadın ve erkeklerden oluşan birkaç yüzbin kişilik bir takipçi grubuna sahipti.

Ölümün arkasından cemaatin liderliği üst düzey şakirtlerine geçti. Bu şakirtler ve ondan sonra gelenlerin yönetiminde hareket, kuzey Hindistan’dan kuzey-batıdaki merkezlere doğru yayılmaya başladı. Cayinler, Mauryan hanedanlığının manastır ideallerine yönelik desteğinden yararlandılar ve Cayinizm’in gelişimi ve coğrafi bakımdan yayılımı, merkezi ve güney Hindistan’a yayılışını hızlandırdı. Mö. üçüncü yüzyılda yaşanan kıtlık yüzünden cemaatin bir kısmı Dekkan’a göç etmek zorunda kaldı. Gidenlerin geri gelmesi, kalanlarla aralarında dünyanın tam bir terkinin ifadesi olarak Mahavira’yı takiben giysi giyilmemesini, yani çıplaklığı savunanlarla beyaz bir elbisenin giyinilmesininin bunun için yeterli olduğunu savunanlar arasında bir anlaşmazlığın ortaya çıkmasına yol açtı. Bu ayrılık niahi olarak miladi birinci yüzyılda, Digamabaralar (gök-giyinenler) ve Svetambaralar (beyaz giyinenler) adındaki iki mezhebin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.

Giysiyle alakalı anlaşmazlığın yanı sıra daha çok teknik olan bazı anlaşmazlıklarda iki grup arasındaki ayrılığı derinleştirdi. Bunlar, daha sonra ele alacağımız üzere kutsal metinlerle, manastır hayatının özellikleriyle Mahavira’nın hayatı hikâyesinin farklı sürümleri ve kadınların statüsü hakkındaki bitmek bilmez anlaşmazlıklardır. Bu anlaşmazlıklardan kaynaklanan ayrılıkların bir sonucu olarak iki grup, Cayinizm’in gelişim döneminde Hindistan’ın farklı yerlerinde ve alt kültürlerinde yoğunlaştılar. Digambalar güney ve merkezi Hindistan’daki ana Cayinist grup iken, kuzeyde ve batıdakiler ise Svetambaralar oldular. Bu ayrılığa rağmen miladi beşinci yüzyılda gelişme ve büyük bir etkiye sahip olmaya başladılar. Kralların korumasına nail olan Digambaralar merkezi ve güney Hindistan’da özellikle yerel dillerin gelişimi gibi konularda olmak üzere seçkin kültürel bir güç haline geldiler. Benzer bir rölü, daha sonraki yüzyıllarda Svetambaralar kuzey ve batı Hindistan’da oynadılar.

Bu şekilde farklı bölgelere yayılma, Cayin laik (keşiş olmayan) topluma bugüne kadar devam eden bir yapı kazandırdı. Yayıldığı bu bölgelerde çok sayıda laik kişinin harakete dâhil olması onlara ayrı bir yerin verilmesini zorunlu hale getirdi. Bu yüzden söz konusu dönemde, rivayet metinleri ve laik disiplin modelleri öne çıkmaktaydı.

On birinci ve on ikinci yüzyıllar Cayinizm’in şimdi yoğun olarak bulundukları yerlere doğru geri çekilmeye başladıkları dönemdi. Hindu teistik dinlerinin ortaya çıkışları ve krallıkların bu dinleri desteklemeleri Cayinleri bu bölgelerde istenmeyen grup haline getirdi. Digambaralar, yavaş yavaş kuzeye ve batıya çekildiler. Svetembaraların hâkimi oldukları bölgelerde daralma daha az olsa da yaşandı ve yeni Hindu hareketlerinin tâbi kazanmasıyla onun da etkisi azalmaya başladı. Ayrıca on birinci yüzyıldan itibaren İslam’ın Hindistan’da artan varlığına şahit oldu. Bu yüzden Cayinizm’in gelişimi Digambaraların bölgelerinde olduğu gibi kuzey doğu bölgelerinde de tersine döndü. On beşinci yüzyıldan itibaren bugünkü coğrafi durumuna ulaştı. Bugün Hindistan nüfusunun çok az bir kısmını oluşturmalarına rağmen, sayılarıyla kıyaslanmayacak bir etkiye sahiptirler. Bu da, ahimsanın gereği olarak tarımla ve hayvancılıkla uğraşmayıp daha ziyade ticaretle uğraşmanın yol açtığı sonuç olsa gerektir.



KURUCUSU

Vardhamana, Cayinist geleneğe göre, tirthamkaraların yirmi dördüncüsü olarak mö. 599 yılında Kşatriya sınıfına mensup bir ailede doğdu. Babası Jnatr klanının reisi Siddhartha; annesi ise, Vaişali yöneticisi Cetaka’nın kız kardeşi Trişali idi. Ailesi Parşva’nın takipçileri olduğu için, Cayinist gelenek içinde yetişti. Yosada adlı bir kızla evlendi, Anavadya adında bir kızı oldu. Onu, aynı kasttan Jamali adlı biriyle evlendirdi. Dünyevi zevklerin kendisini çok az ilgilendirdiği Vardhamana otuz yaşında, sahip olduğu her şeyi bırakarak ve din adamı cübbesi giyerek bir çileci oldu. Yirmi yol boyunca acımasız bir çilecilik yaşamı sürdürdü ve kendisini düşman halkların kötü muamelesine maruz bıraktı.

Sürdürdüğü uzun meditasyonlardan ve kendisindeki sevgiyi, nefreti, arzuyu ve isteksizliğin kökünü kazıdıktan sonra mutlak bilgiye, evrensel acıdan kurtulmanın bir metodunun keşfine ulaştı. Bu andan itibaren o bir cina, dünyanın ve ihtiraslarının “fatihi”, bir kevalin “her şeyi bilen”, bir arhat “ulu” ve bir Mahavira “büyük kahraman” haline geldi. Bundan sonraki otuz yıl boyunca Magadha etrafında dolaşarak kendisini, bulduğu yolun tebliğine adadı. Yağmur mevsimleri dışında bu tebliğe hiç ara vermedi. Bu mevsimlerde kendisinin de mensubu bulunduğu kşatriya kastının üyeleri tarafından saygıyla kabul edildi. Yetmiş iki yaşında 527’de öldü (Folkert, 1991, s. 258-60).

KUTSAL KİTAPLARI

Cayin geleneği bütün cinaların öğretilerinin aynı olduğunu ve kendi zamanlarında yazıya geçirildiklerini kabul ediyor olsalar da, son cina olan Mahavira’nın öğretisinin zamanında yazıya geçirilmediği çok iyi bilinmektedir. Vefatından sonra uzun bir müddet talebeleri arasında şifahi olarak nakledilen öğreti ancak, mö. üçüncü yüzyılın sonlarına doğru (yaklaşık 280) Svetambaraların insiyatifiyle Pataliputra’da yapılan konsilde derlenmiş, bu haliyle yine şifahi olarak nakledilmiş ve ancak Mahavira’nın vefatından 980 (453 ya da 466) yıl sonra Devaraddhi’nin başkanlığında Valabhi’de toplanan konsilde ilk olarak yazıya geçirilmiştir. Bundan on üç yıl sonra da, Mathura’nın konsilinde Skandhila’nın gözetimi altında nihai halini almıştır. Svetembaralar ellerinde bulunan kutsal kitap külliyatının söz konusu zamanda tespit edilen olduğunu kabul ederler.

Cayin kutsal metinlerinin diline gelince, Mahavira’nın daha fazla insana ulaşmak istemesi yaşadığı bölge olan Madagha’nın diliyle, bölgenin sınırlarında bulunan yerel dillerin karışımı bir dil kullanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden onun kullandığı dil yarı-Magadhi anlamında Ardha-Magadhi olarak adlandırılır. Ancak Cayin kutsal metin külliyatının Madaghi’den daha çok Maharaştri’ye yakın olduğundan onu, Cayin-Praktrita’sı olarak adlandırırlar. Cayinler genel olarak kutsal metin dilini Arşa, yani rişilerin dili olarak isimlendirirler ve onu, tanrıların dili ve Sanskritçe ile diğer dillerin kendisinden kaynaklandığı temel dil olarak kabul ederler.

Farklı isimlerle bilinen Cayin kutsal kitap külliyatı (agama) 3 ana bölümden ve altmış kitaptan oluşur. I. Purvalar, II Angalar ve III Angabahyalar. Bunlar hem Svetambaraların hem de Digambaraların metinlerinin tamamını içerir. Her iki grubun kabul ettiği kutsal metin külliyatı hakkında farklılıklar olsa da, ortak noktalar da vardır. Mesela her ikisi için de temel metinler Angalardır. Svetambaralar Angaların on ikincisine yer verirken, Digambaralar bunun kaybolduğunu kabul ettikleri için Angalar içinde ona yer vermezler.

I. Purvalar (eski metinler). On dört metinden oluşur. Cayinler tarafından bu metinlerin Parşva’nın zamanına kadar gittiği kabul edilir. Bunlar, evrenin yapısı, ruhun maddenin köleliği altında oluşuna dair doktrinler, çağdaş felsefi okullara karşı polemikleri içerirler. Aynı zamanda yogik ve gizli güçlere ulaşmaya yönelik batini metotlar; Cayin astrolojisi ve astronomisi hakkında birçok şeyi de içlerinde barındırırlar.

II.Angalar (dallar). Kutsal metin külliyatının tamamlayıcıları oldukları için bu şekilde isimlendirilmişlerdir ve on iki metinden oluşur. Bunlardan yalnızca on ikinci metin artık yoktur. Bu on iki metin, içerik bakımından dört ana kategoriye ayrılabilir: Cemaatla ilgili yasa; yanlış görüşlerin denetlenmesi; doktrin ve laikleri aydınlatmaya, ahlaken yükseltmeye yönelik anlatılar.

III. Angabâhya (ikincil külliyat), ganadharalarla değil de bir sonraki dönemin gezici dilencileri olan sthaviralarla başlarlar. Kadim dönemlerde bu koleksiyon, prakirmaka (çok yönlü/çeşitli) olarak bilinmekteydi. Agabâhya beş alt gruba ayrılır: A. Upanagalar (upanga, angalara bağlı, yardımcı) on iki metinden oluşur ve çoğunluğu itibariyle laiklere yönelik olan anlatılardan oluşur. B. Chedasûtralar, yedi metinden oluşan bu kitap, keşişlerin hayatını düzenleyen metinleri içerdiğinden Cayin disiplin kitabı olarak da adlandırılır. C.Mûlasûtralar. Dört Mûlasûtra vardır ve bunlardan üçü muhafaza edilmiştir. Bu üçünden biri olan daşavaikâlia on konferans ve iki eki içerir. Bunlar emredilen saatlar ötesindeki çalışma için gerekli malzemeyi oluştururlar. D. Prakirnakasûtralar (çok yönlü/çeşitli). On kısa metinden oluşur; hem törensel ilahiler hem de kutsal ölüm için hazırlanmada kullanılacak ritüellerin betimlenmesini içirirler. E. Cûlikâsûtralar. Angabâhya’rın son kısmı, ilave ek anlamında Cûlika diye adlandırılır. İki çalışmayı içerir. Bunların her ikisi de, diğer kanonik metinlerin büyük kısmında bulunan malzemelerin bölüm bölüm özetini içerirler.

İNANÇLARI

Cayinistlerin inanç esasları üç tanedir ve “üç mücevher” olarak adlandırılır: Doğru inanç (samyagdarşana), doğru bilgi (saygcnâna) ve doğru davranış (samyakcârita). Bunlardan öncelik doğru inancındır. Çünkü doğru inançtan kaynaklanmayan davranışların fazla bir değeri yoktur. Bu doğru inançtan maksat, Cayin kutsal kitaplarıyla onların içerdikleri öğretiye olan kesin inançtır. Bu inançla manevi gelişmenin önündeki engeller olarak görülen şüpheciliğin ortadan kaldırılması hedeflenir. Doğru bilgi ise, Cayin dini ve felsefi ilkeleri hakkındaki bilgidir. Doğru davranışa gelince bu, insanın öğrendiği ve doğru olduğuna kanaat getirdiği şeyi eyleme dönüştürmesidir. Bu öğretinin en önemli kısmıdır. Çünkü insan ancak doğru eylem sayesinde karmadan kurtulabilir ve hayatın hedefi olan kurtuluşu gerçekleştirebilir.

Manastır hayatına başlayacak (erkek ya da kadın) herkesten yerine getirilmesi istenen ve “beş büyük yemin/mahabavrata” olarak da adlandırılan eylemler vardır. Bunlar keşiş için: Var olan herhangi bir canlıya zarar vermeme (ahimsa), yalan, uydurma söz söylememe (satya), çalmama (asteya), bekâr bir hayat sürme (brahma-carya) ve dünyayı terk etme (aprigraha). Keşiş olmayan laikler için ise, son ikisinin yerini iffet ve kanaatin alması dışında aynıdır.

Resim 2: Cayinizm’in en temel doktrini olan ahimsanın bir gereği olarak havadaki canlılara zarar vermemek için ağzını bir örtüyle kapatan ve aynı maksat için yürürken yerleri süpürmek maksadıyla elinde süpürge taşıyan bir Svetambara Cayin keşişi ve Cayinizm’in derin sembolik anlamları bulunan sembolü.

Cayinizm’in kurtuluşa götüren yol çetin bir yol olduğu ve dünyayı terki gerektirdiği için Cayin toplumu (samga), keşişler (erkek-kadın) ve keşiş olmayan laikler olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincilerin hayatı ikincilere göre daha üstün bir yere sahiptir ve asıl Cayin cemaatini oluşturanlar bunlardır. Çünkü kurtuluş, ancak keşiş hayatı yaşamakla elde edilebilecek bir şeydir. Bu özelliklerinden dolayı da, keşişler grubuna yönelik olan emirler daha keskindir. Bu keskinlik, yukarıda zikredilen beşinci yeminin her iki grup için gerektirdiği şeylerde açık bir şekilde görülür. Bu yeminle ilgi olarak laik kesimden beklenen şey, yalnızca içinde bulunduğu durumdan memnun olmakken, bir keşişten beklenen ise kendisine ait hiç bir şeyin hatta bir keşkülünün bile olmayacağı şekilde dünyevi şeyleri terk etmesidir. İki kesim arasındaki bu keskin ayırıma rağmen, onların farklılıklarını bir tür ayırımı değil de derece ayırım yapmaya yönelik emirler de vardır.

Cayinist hayatın hedefi, karmadan kurtulmaktır. Cayinizm ezeli ve edebi ve yaratılmamış olduğunu kabul ettiği ruhun bu dünyaya sonsuz defa gidiş gelişine (reenkarnasyon) inanır. Ancak Hinduizm ve Budizm’le ortak olan ve bu gidiş gelişe yol açan karma anlayışı onlardan farklıdır. Cayinizm’de karma, maddi olan ve civa(ruh)ların hepsine nüfuz eden ve onları dünyevi hayata maruz bırakan bir şey olarak kabul edilir. Civa haraket etmeye başladığı andan itibaren ruhla birliktedir. Bu şekilde karmanın civa ile olan birlikteliği onun doğasını lekeler ve civanın asli niteliklerinden yoksun hale getirir. Bu durum kölelik olarak adlandırılır.

Maddenin hâkimiyeti altında bulunan civanın her şeyi hakkıyla bilme özelliğinin belirsiz hale gelişi, Cayinizm’de varlık hakkındaki gerçeğin tam olarak bilinemeyeceği anlamında kullanılan ve syâdvâda olarak adlandırılan doktrinle ifade edilir. “Olabilir” anlamına gelen bu kelimenin doktrin olarak ifade ettiği şey, varlığa birçok noktadan bakılabileceği ve bu noktaların hiç birinin onun hakkındaki mutlak bir bilgiyi ifade etmediğidir. Ortaya konulan bilgi her zaman, belli bir bakış açısından; dolayısıyla şarta bağlı olarak doğrudur.

Suyun sütle birleşmesi gibi civa ile birleşen karmanın, bir başlangıcı yoktur. Ancak ondan kurtulmak mümkündür. Bu iki aşamada gerçekleştirilir: Birinci aşamada; doğru bilgi ve nefse hâkimiyet vasıtasıyla karmanın akışı durdurulur (samvarada). İkincisinde ise daha önce meydana gelmiş olan karmalar dağıtılır. Bu son durum insanın kendi kendisini eğitmeyle hızlandırılabilecek olan durumdur (nijara). Bu iki aşamanın sonunda ulaşılan hal, mokşadır. Bu durumda civa ile madde arasındaki ortaklık sona erer ve ruh asli özelliğine geri döner. Böylece samsaradan kurtulmuş olan civa, yukarıda lokâkaşa olarak adlandırılan, evrenin en üstünde bulunan ebedi ikametgâhına uçar (Hriyanna, 2005). Buraya ulaşanlar tanrı olarak kabul edilirler.

Cayinistler için var olan şeylerin yok olması ve yok olan şeylerin var olması söz konusu olmadığından, bunların var kılınması ve yok edilmesi için bir yaratıcının varlığı da zorunlu değildir. Şeylerin ortaya çıkışları ve yok oluşları onların sıfatları ve modlarının bir sonucudur. Evren, zihni ve maddi faktörlerden oluşur ve bunlar ezelden beri var olan şeylerdir; herhangi bir tanrının müdahelesi olmaksızın doğalarında bulunan güçler tarafından üretilmiş sonsuz dönüşümlere maruz kalmışlardır. Bu anlayış itibariyle Cayinizm ateist bir din olarak görülmesine rağmen, Cayinistler bunu kabul etmezler. Onlar da tanrılığa ve sayısız tanrıya inanırlar. Ancak kabul ettikleri bu tanrıların evreni yarattığına inanmazlar. Kabul ettikleri tanrılar, daha önceki hayatlarında birçok iyi iş yaptıkları için yukarıdaki dünyada olma hakkını kazanmış olan ölümlülerden başka bir şey değildirler.

Her şeye güç ve kudreti yeten bir tanrının varlığına inanmamakla birlikte bu, onların söz konusu niteliğe sahi olan hiçbir varlık kabul etmedikleri anlamına gelmemektedir. Bütün yanlışların üstesinden gelmiş ve her şeyi bilen (kevalin) haline gelen cinalar vardır. Kurtuluşa ulaşan her ruh, yüce bir ruh paramatman haline gelir. Geçmişin cinaları en yüce tanrı olarak kabul edilir. Onların resimleri, heykelleri mabetleri süsler Hindu mabetlerinde tanrılara yapılan tarzda onlara da dualar ve ibadetler edilir. Hindu tanrı ve tanrıçaları bir şekilde Cayinizm’e girmenin yolunu bulmuşlardır. Mesela Vişnu’nun karısı Lakşimi’nin gözde bir tanrıça oluşu; Krişna’nın inananları Cayinizm’i kabul ettiklerinde, yirmi ikinci tirthankara’nın Krişna’nın kuzeni olduğunun söylenmesi gibi.

Tanrılar, ezeli varlıklar, ancak insandan daha aşağı bir konumda oldukları kabul edilirler. Yalnızca insan düzeyine erişmiş olanlar kurtuluşa erişeceklerinden, nirvanaya ulaşmak için onlar da, insan olarak bu dünyaya gelmek zorundadırlar. Bu da her ne kadar kendilerine ibadet ve dualer edilmiş olsa da, tanrıların da reenkarnasyona/tenasüha tabi oldukları anlamına gelir (Parrinder, 1961).


Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə