107
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
ve ihtiyaçlarının gözetilmesi ve giderilmesi amacıyla kurulan ve faaliyet gösteren
(başkası zaten düşünülemezdi.) STK’lar bir devletin ya da küresel gücün diğer
devletlerde ya da coğrafyalarda etkinlik göstermesinin en meşru ve etkili birer
aracı olarak kullanılmaktadır.
Bu çerçevede demokrasilerin ‘olmazsa olmazı’ sayılan ve şirin birer aparat
sayılan Sivil Toplum Kuruluşları (STK)ların bizdeki duruş ve işleyişleri de ayrı
bir bahisle ele alınmayı hak etmektedir. Zira cemaat olmayı kibarca reddeden
ve kendini ‘büyük bir camia’ olarak tanımlayan FETÖ’nün sahnedeki sözcüleri,
sivil toplum kavramının sempatisinden yararlanmışlardır. Ülkemizde belirli
bir liberal hassasiyete sahip aydın çevresinin Gülen cemaatine olan yakınlığı,
desteği ve hatta birlikte hareket etme düşüncesi, diğer nedenler bir yana, sivil
toplum kavramının cazibesinden kaynaklandığı düşünülebilir. Elbette bu ilişki,
politik olarak bir yanılsama üzerine kuruludur. Zira Fetullah Gülen’i açık zihinli,
entelektüel, ılımlı, hoşgörülü bir lider olarak gören aydınların, kendisiyle ters
düşmedikleri için, Gülen’in muhaliflerine nasıl davranabileceğini görme şansları
olmamıştır.
FETÖ olayında dinî değerlerin ve kavramların politize edilmeleri, İlahiyatı
yakından ilgilendiren bir sorundur. Öteden bu yana İslam’ın politik bir din olduğu,
dünyada belirli bir düzeni gerçekleştirmeye çalıştığı, İslam peygamberinin de
henüz kendi sağlığında politik bir toplum/cemaat oluşturduğu ileri sürülerek
Müslümanın inancı gereği doğal biçimde dünyayı ve içindekileri ‘politik bir
göz’ ile algılayacağı belirtilmektedir. Özellikle İslamofobi söyleminin Batı’daki
ateşli ve ısrarlı savunucuları, Müslümanların Batılı modern değerlerle uyumsuz
ve tehlikeli olmalarının İslam’ı aşırı politik olmasının bir sonucu olduğu konusu
üzerinde durmaktadırlar.
Tam da bu tablo içinde kendine ayrıcalıklı ve parlak bir yer arayan FETÖ,
Batı’ya yönelik Müslüman tepkilerini hiç gündeme getirmeyen, Müslümanları
eleştiren ılımlı bir İslam söylemi ile ortaya çıkmıştır. FETÖ, ortalıkta o kadar
radikal İslamcının dolaşıyor olmasının ve zaman zaman Batı dehşete düşüren
eylemlerde bulunmasının, kendisi için bir meşruiyet, sempati ve pazarlık imkânı
doğurduğunu fark etmiş olmalıdır.
Ayrıca buna dinler arası diyalog çalışmalarını da eklemek gerekir. Aslında Sünnî
İslam’da yeri olmayan bir dinsel otorite ihdas etme girişimi olarak görülebilecek
olan Vatikan’a mektup olayı, ayrıca incelenmeye değer bir konudur. Zira İslam’da
din adamları sınıfı olmadığı, dini temsil eden bir kişi ve kurumun bulunmadığı,
İlahiyat fakültelerinin eğitim-öğretim ve araştırma konularıyla meşgul olduğu,
Diyanet’in ise bir hizmet kurumu olduğu düşünüldüğünde, Fetullah Gülen’in
hangi yetkiyi kullanarak Katolik dünyanın en tepe otoritesi olan papaya hitap
108
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
etme konumunda kendini görebildiği, siyasal ve bürokratik olduğu kadar teolojik
bir problemdir de (Evkuran; 2017, 116)
Bir dünya krallığı (acaba sınırları ahirete uzanan bir krallık mı demelidir?)
kurma hayali peşinde koştuğu anlaşılan Fetullah Gülen’in, bu amacı
gerçekleştirme konusunda kendisine katkı ve destek sağlayabilecek her güçle
ittifak kurmaya hazır olduğu, önüne çıkan ve engel olan her gücü de tasfiye
etmekten çekinmediği anlaşıldı. FETÖ’nün aşırı ılımlılık ve sempati ile tam
tersi bir tutum olan düşmanlık ve mücadele arasında gidip gelmesi, ulaşmak
istediği amaç bilinmeden anlaşılamaz. Aşırı sevgi ile ölçüsüz nefret, bu zihniyet
yapısının politik-teolojik kurulumunda yer alan yapısal bir özelliktir. Benzer bir
politik-teolojiye sahip olan dinsel grupların da aynı tavırlar sergileme potansiyeli
taşıdıklarını söylemeye gerek bile yoktur.
Dinden beklenen ilk ve en önemli dünyevî işlev, insandaki olumlu duygu ve
düşünceleri öne çıkarmasıdır. Böylece insan toplum içinde güvenilir, dürüst,
çalışkan ve tutarlı bir birey olarak yaşar. Din bu işlevi, güzel ahlâklı insanlar
yetiştirerek gerçekleştirir. Tanrı inancı, ahiret ve ahlâk arasında kurulan sıkı
ilişki dindar insanı metafizik olarak kurduğu gibi onu dünyada süreceği sosyal
hayata da hazırlar. Metafizik derinlik, dünyadaki eylemleri anlamlandıran ve
ahlâklandıran bir referans olarak çalışmaktadır.
Ancak Tanrı-ahiret-ahlâk ilişkileri yanlış ve çarpık kurulduğunda dini de
dünyayı da dönüştüren ve savuran bir süreç ortaya çıkmaktadır. FETÖ olayı,
dindar insanın nasıl olup da güvenilmez ve tehlikeli bir militana dönüştüğünü
örneklemektedir. ‘Karıncayı bile incitmeyen, mahcup, kendi halinde, inançlı’
kişiler, ahlâk, hukuk ve hatta dinî ilke ve kuralları tanımayan birer terörist olarak
karşımıza çıktılar. Acaba baştan itibaren böyle miydiler? Yoksa hareketin belirli
bir aşamasında derinlerde bir yerlerde uyuklayan ‘militan’ açığa mı çıktı?
Engellenmiş olma duygusu, aşırı sevginin ölçüsüz nefret ve öfkeye
dönüşmesine neden olmuş olmalıdır. Seküler radikalizm ile dinsel radikalizm
arasındaki içerik ve düzey farkını anlamak için, FETÖ ile onun ilişki kurduğu
ideolojileri karşılaştırmak yeterlidir. FETÖ karşılaştığı ve ilişki kurduğu her kesimi
kolayca yönetebilmiş ve girdiği her ilişkiden kazançlı çıkmasını bilmiştir. Ancak
çarpıtılmış ve yanlış yönlendirilmiş bir din duygusu sayesinde oluşturulabilen
bireysel fedakârlıklarla kendine ait menkıbeler bile üretmeyi başarmıştır.
Fetullah Gülen’in söylemlerinde yoğun biçimde Allah’a, peygamberine ve din
büyüklerine atıflar bulunmuştur. Bu atıfların diğer dinî gruplardaki benzerlerine
oranla yoğunluk ve kapsam açısından ayrıldığı dikkat çekmektedir. Adeta Allah,
peygamber, melekler, geçmişte yaşamış tüm önemli dinî kişiler Gülen’i ve
onun hareketini izlemekte, desteklemekte, yardım etmektedir. Örneğin Fetullah