Fəlsəfə və sosial-siyasi elmlər – 2015, № 1
10
çıkaran dini safhanın ahlaklılık açısından son derece önemli olduğunu kabul
eder.
Kierkegaard, insanın bir özü olduğunu varsayan yaklaşımları da eleş-
tirmektedir. Bir anlamda, ona göre insan için, tabir yerindeyse, bir kullanma
kılavuzu mevcut olmadığı gibi onu anlamak için değişmez somut kriterlerin
bulunduğunu kabul etmek de yanlış olur.
Zira her bir bireyin, kendisini fark-
lı şartlar ve durumlar içerisinde inşa etmesi dolayısıyla, yalnız kendine mün-
hasır bir anlam dünyası, seçimleri ve yönelmişlikleri ile yazılmış yaşamöy-
küleri vardır. Bir anlamda varoluş, hayatın türlü renkleri içinde bireyin ken-
di yönünü tayin etmesidir.
Şu halde, Kierkegaard için önemli olan şey, birey
ve bireyin varoluşudur. Birey seçimleri ve eylemleri ile kendisini inşa ede-
rek varoluşunu gerçekleştirir. Bu açıdan bakıldığında Kierkegaard'ın, seçim-
leri istikametinde yaşayan ve kendisini ortaya koyan insanı esas aldığını
söyleyebiliriz. Dahası ona göre insan, kendi varoluşunu gerçekleştirebilmek
için yürümesi gereken yolda yalnız başına seyretmelidir. Dolayısıyla Ki-
erkegaard için hayat, bireysellik üzerinden yapılandırılır. Bu bireysellik çer-
çevesinde kişi kendine ait anlam ve değerleri seçerek kendi yolunu inşa
eder. Önemli olan da bireyin kendi seçimleri istikametinde yaşamasıdır. Her
bir seçim, şimdi içerisinde mevcudiyeti olan bir gerçekliğe sahiptir.
Kierkegaard, rasyonel olarak doğrulanabilir bir
ahlak sistemi ya da din
olamayacağını kabul etmekle bir yerde şüpheci ile aynı zeminde yer almak-
tadır. Tıpkı bir şüpheci gibi Kierkegaard’a göre de herhangi bir hayat tarzı-
nın ahlakiliğin rasyonel bir şekilde ispatı mümkün değildir. Zaten böyle bir
delil olduğunu varsaymak insanı tedirginlik ve muamma içinde bulunmak-
tan kurtarsa da gerçekte özgürlüğü ortadan kaldırır. İşte Kierkegaard için
önemli olan öznel hakikatin ve dolayısıyla belirsizliğin muhafaza edilmesi-
dir. Ahlaki bir hayat için seçme / karar verme özgürlüğünü kabul etmek ge-
rekir. Zira özgürlük, sorumluluğu iktiza etmektedir. Ona göre, kesinliğe
ulaşma imkanımızın bulunmadığını bilsek de yine de
ulaşmak için çaba gös-
termek sorumluluk gereğidir; seçim yapmak haricinde bir seçimimiz olamaz
Fəlsəfə tarixi və müasirlərimiz
11
(West 1998:168-9). Tercih etme özgürlüğü varsa tercih etme sorumluluğu
da vardır.
Şu husus belirtmek faydalı olacaktır ki, öznellik ile şüphecilik ara-
sında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle öznelci yaklaşım şa-
yet fideist görüş ile tamamlanmazsa şüpheciliğe, şüphecilik de hakikat ola-
rak kabul edilen ne varsa bunların temellerinin sarsılmasına yol açar. İşte
Kierkegaard, şüpheciliğin yıkıcı neticesinden fideizmi sayesinde kur-
tulmuştur diyebiliriz. Bir anlamda fideizme göre inanç, kendi ispatı ya da
çürütülmesi için bilimsel olsun ahlaki olsun hiçbir delilin içeri giremediği
bir kale gibidir.
Varoluş bir süreçtir. Kişinin sürekli eylem halinde bulunmasıdır ki her
eylem kişiyi daimi olarak var eden bir harekettir. Esasen varoluşun tanım-
lanamazlığı da bununla ilgilidir. Tabir yerindeyse, ona göre insan, bir ya ya
da varlığıdır. Ben olmak bir ya ya da varlığı olmak demektir. Ya ya da insa-
nın kendisini seçeneklerle sürekli inşa etmesidir. Peki, burada seçimin biza-
tihi kendisi mi mühimdir? Yoksa seçilen şeyin ne olduğu ve niteliği de bir
önemi haiz midir?
İleride de göreceğimiz gibi, şunu söylemek mümkündür ki
Kierkegaard için seçme eyleminin kendisi önemli olduğu gibi (Kierkegaard
2009: 24) bir taraftan da seçimin istikameti önemlidir ve bu istikamet Tanrı
olmalıdır. İnsan ya Tanrı ya da hiç’i seçer. (Kierkegaard, 2016: 25, 27).
Ya ya da varlığı olan insan, bizatihi özgür bir varlıktır. Özgürlük, var-
oluş sürecinde kendi istikametini bulma imkânına sahip olmak demektir.
Hatırlanacağı üzere, Mevlana “özgürlüğümü kulluğa taş çatlasa değişmem”
demişti. Ona
göre kulluk, bir anlamda Tanrıdan gayrı bir yerde
bulunup Ona
yönelmeyi ifade etmekteydi. Özgürlük ise Onda olmak, Mutlak Özgürlük
(Tanrı) ile bir olmak demektir. Benzer şekilde Kierkegaard da, ya ya daya
dayanan özgürlüğü Tanrı ile ilişkilendirmiş, seçimin sevgi ve sevgiye dayalı
itaat olması gerektiğini söylemiştir.