Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
55
âyetinde böyle bir şey söz konusu olmamıştır.
Bu yüzden ahkâb’ın belli bir
süreyi ifade etmesi düşünülemez.
30
Zaten Arap Dili ve tefsir âlimi Yahyâ b.
Ziyâd el-Ferrâ’nın verdiği bilgiye göre “hukub” kelimesinde “birbirini takip
etme, art arda devam etme” (terâdüf ve tetâbu‘) manası vardır. Buna göre
âyetin manası “Onlar orada birbirinin ardı sıra devam eden devirler boyu
ebedi olarak kalacaklardır” şeklinde olur.
31
Nebe’ âyetinin, kâfirler için
cehennemin sonlu değil ebedî olacağını bildirdiğine dair daha başka
yorumlar da yapılmıştır.
32
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Nebe’
âyetinden cehennemin sonlu olacağı sonucu açık olarak çıkmamaktadır. İlk
dönem âlimlerinin Arap dili çerçevesinde yaptıkları izahlar
da dikkate
alındığında âyetin sonluluk değil sonsuzluk bildirdiği yönündeki yaklaşım
daha kuvvetli görünmektedir. Fahreddîn er-Râzî ve Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır’ın de açıkladıkları gibi, “ahkâb” sözcüğünün sonlu bir zamanı
ifade ettiği kabul edilse bile, kâfirlerin cehennemden çıkacak olmalarına
delâleti mantûkun değil “mefhûmun delâleti”dir. Hâlbuki birçok âyet onların
oradan çıkamayacaklarına “mantûkun delâletiyle” delâlet etmektedir. Böyle
durumlarda mantûk tercih edileceğine göre âyetten azâbın sonlu olacağı
yargısına varmak sağlıklı değildir.
33
Aslında Nebe’ âyetini, ardından gelen âyetlerle birlikte okunduğumuzda
“devirler boyu kalmak” ile ebediliğin mi yoksa belli bir sürenin mi
kastedildiğini rahatlıkla çıkarabiliriz. İnkârcıların cehennemde görecekleri
azabın anlatıldığı pasajın sonunda (Nebe’ 78/30) “
Tadın! Artık size azap
artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz” denilmektedir. Rivâyete göre
sahâbeden Abdullah b. Amr b. Âs, “Bu âyetten (30. âyet) daha şiddetli bir
âyet inmiş değildir. Kâfirler ilâhî azap yönünden sürekli bir artış içerisinde
olacaklardır” demiştir.
34
Şu halde, allâme Tabâtabâî’nin de isâbetle belirttiği
gibi,
35
30. âyet “orada devirler boyu kalacaklardır” sözüyle kastedilenin
30
Mâtürîdî,
Te’vîlât, V, 368.
31
Fahreddîn er-Râzî, XXXI, 13.
32
Fahreddîn er-Râzî, XXXI, 13- 14.
33
Fahreddîn er-Râzî, XXXI, 13- 14; Elmalılı, VII, 5542.
34
bk. İbn Kesîr,
Tefsîrü’l-Kur’âni’l-azîm, İstanbul 1985, VIII, 331; Süyûtî,
ed-
Dürrü’l-mensûr, VIII, 397.
35
el-Mîzân, XX, 169.
Mustafa Altundağ
56
sonluluk değil sonsuzluk olduğunu açıklamış olmaktadır.
Demek ki
Kur’an’ın bütünlüğünün yanı sıra Nebe’ âyetinin siyâkı da, cehennemi sonlu
görenlerin iddialarını desteklememekte aksine çürütmektedir.
Hulâsâ, putperestlerin cehennemde ebedi kalacaklarını bildiren başka
âyetlerin beyanı da gösterir ki Nebe’ âyeti, Arap Dili’nde yaygın olarak
kullanıldığı üzere, “sonu olmayan bir devamlılık”tan kinayedir.
36
2. Hulûd ve ebed sözcüklerinin anlam alanına dair tartışmalar
Azâbı ebedî görmeyenler, Kur’an’da cennetin aksine cehennemle ilgili
olarak kullanılan sözcükler içerisinde –
hulûd ve
ebed sözcükleri de
dahil-
sonsuzluk bildiren herhangi bir kelimenin yer almadığını öne
sürmektedirler.
37
Aslında bu çalışmanın birinci ana başlığı (I/1) altında bu
konuya değinilmişti. Ancak böyle bir iddianın, ayrı bir başlıkta, iddia
noktalarını biraz daha açmak suretiyle yeniden ele alınması gerekmektedir.
Burada, öncelikle,
hulûd ve
ebed sözcüklerinin ebedîlik bildirmediği
iddiası üzerinde durulacaktır. İddia sahiplerine göre hulûd sözlükte
“değişikliğe uğramadan bir yerde uzun müddet beklemek”, ebed de
sonsuzluk manasında değil “uzun süren zaman” anlamında kullanılır. Onlar
kelimelere bu manayı verirken genelde Râgıb el-İsfahânî’nin (ö. 502/1108)
el-Müfredât adlı Kur’an sözlüğünü referans göstermektedirler.
38
el-Müfredât’ta
verilen bilgiye göre hulûd sözcüğü, “bir şeyin bozulmaya
maruz kalmaktan uzak ve arınmış olması, bulunduğu hal üzere kalması”
anlamına gelir. Nitekim İsfahânî cennetteki hulûdu “oradaki eşyanın
bozulmaya maruz kalmaksızın olduğu hâl üzere bekâsı” olarak açıklamış ve
ardından, cennet ve cehennem halkının bulundukları yerde kalışlarını hulûd
kelimesiyle ifade eden Kur’ânî ifadelerden örnekler vermiştir. İsfahânî’den
önce yaşamış olan dilci İbn Düreyd’in (ö. 321/933) verdiği bilgiye göre
kelime
halede-
yahlidü-
haled veya
hulûd bâbından (ikinci bâb) kullanılırsa
kişinin yaşlılığının gecikmesi vb. manaları ifade eder, bu manada
if’âl
bâbından
ahlede fiili de kullanılır. Ama
halede-
yahludu-
hulûd bâbından
(birinci bâbdan) geldiğinde “kalışın (bekâ) devamlılığı”nı belirtir, başka bir
36
İbn Âşûr,
et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXX, 37.
37
bk. Ömer Rıza Doğrul,
Tanır Buyruğu, İstanbul 1980, s. 274; Yusuf Şevki Yavuz,
“Azap”,
DİA, IV, 308.
38
bk.
aynı yerler.
Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
57
şeyi değil. Bu yüzden hulûd (hakîkî anlamıyla) dünyada söz konusu olmaz.
Nitekim âhiret ve cennet için “dârü’l-huld”, “dârü’l-hulûd” denmiştir.
39
Arap
Dili âlimlerinden İbn Fâris (ö. 395/1004) de sözcüğün kök anlamını “sâbitlik
(sebât), devamlı olup ayrılmamak (mülâzemet)” olarak belirlemiştir.
40
Endülüslü Müfessir İbn Atıyye de ( ö. 541/1147) İbn Düreyd’i
destekler
mahiyette açıklama yapmıştır: hulûd kelimesi, “ebedilik” anlamında hakikat,
“bir şeyin uzun süre devam etmesi” anlamında ise mecazdır ve Kur’an’da
cennetlikler ve cehennemlikler için kullanıldığı yerlerde hakikî anlamıyla
kullanılmıştır.
41
Cennetlikler ve cehennemlikler için kullanılan ve Türkçe meallerde
ebedi, sürekli, ölümsüz manaları verilen “hâlidûn/hâlidîn” veya tekil haliyle
“hâliden” kelimesi, müfessirler tarafından sözlük anlamı da dikkate alınarak
genelde “ebedi olarak kalıcıdırlar” tarzında açıklanmıştır.
42
Öte yandan Kur’an’da cehennem azabını nitelemek üzere aynı kökten
“sürekli azap” (
azâbe’l-huld)
43
; “sürekli kalma yurdu” (
dârü’l-huld)
44
tabirleri geçtiği gibi cennet için de “ebedi cennet/ebedilik cenneti”
(
cennetü’l-huld);
45
“süreklilik günü” (
yevmü’l-hulûd)
46
tabirleri geçer. Şu
kullanımlar da kelimenin anlam alanını belirlemede önemlidir: “
Biz onları
(peygamberleri) yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar
(bu dünyada) ebedî (hâlidûn) de değillerdir” (Enbiyâ 21/8); “
Biz, senden
önce hiçbir beşere ebedilik (huld) vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar
ebedi mi (hâlidûn) kalacaklar?!” (Enbiyâ 21/34); “
Ebedî kalacağınızı
(tahludûn) umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” (Şuarâ 26/129)
“
Malının, kendisini ebedi yaşatacağını (ahlede) sanır” (el-Hümeze 104/3).
Ebed kelimesine gelince İbn Düreyd, İbn Manzûr, Zebîdî gibi dilciler
onu mutlak manada “zaman (dehr)” olarak açıklamışlar; İbn Fâris
de onun
39
İbn Düreyd,
Cemheretü’l-luga, Haydarabad 1345, II, 201-202
hld md.; ayrıca bk.
Zebîdî,
Tâcül-arus,
hld md.
40
İbn Fâris,
Mu’cemü mekâyîsi’l-luğa, hld md.
41
İbn Atıyye,
el-Muharrarü'l-vecîz, I, 110
.
42
Mesela bk. Mâtürîdî,
Te’vîlât, I, 27.
43
Yunus 10/52; Secde 32/14.
44
Fussilet 41/28.
45
Furkân 25/15.
46
Kâf 50/34.