Mustafa Altundağ
58
“müddetin uzunluğu” ve “yabanîleşmek/vahşîleşmek” olmak üzere iki kök
anlama sahip olduğunu kaydetmiştir.
47
Râgıb el-İsfahânî’nin verdiği bilgiye
göre ebed, zamanın cüzlere ayrılması gibi cüzlere ayrılma niteliği olmayan
“uzun (uzayıp giden) zaman müddeti”nden ibarettir. Bu yüzden “şu kadar
zaman” denir, fakat “şu kadar ebed” denmez. Anlam itibarıyla ebed’e
eklenecek bir başka zamanın varlığı düşünülemeyeceğinden, onun ikili
(tensiye) ve çoğulunun olmaması beklenir. Ancak kelime, Arapların
kullanımında bazen anlam alanının bir kısmına (zamanın bir bölümüne)
tahsis edildiği için, “âbâd” diye çoğul haliyle de kullanılmaktadır. Ebed, bir
şeyi nitelemek üzere kullanıldığında “dâim” anlamına gelir. Te’bbede fiili,
aslında, (dünyevi konularda) uzun müddet kalan şeyleri belirtmede
kullanılır.
48
İbn Manzûr’un Ubeyd b. Umeyr’e nisbet ederek kaydettiği
“ dünya emed (sonlu), âhiret ise ebeddir” sözü de kelimenin taşıdığı anlamı
belirlemesi açısından önemlidir.
49
Kelimenin yabanîleşmek anlamında
kullanılmasına gelince, Araplar, kaza ve hastalık gibi arızi haller dışında
tabii şartlarda kalması durumunda vahşi hayvanın ebedi olarak yaşayacağına
inandıkları için ona âbid/âbide demişlerdir. Bunların yanında yaz kış aynı
arazide kalan, göçmen olmayan kuşlara evâbid (tekili âbid); her yıl doğum
yapan (doğurgan) dişi eşeğe ebid demişlerdir. Bir arazinin sahibi tarafından,
satılmamak ve miras bırakılmamak üzere vakfedilmesine müebbed vakıf
tabiri kullanılır.
50
Kur’an’da, “sürekli kalıcı olmayı” ifade eden ve genelde çoğul haliyle
gelen “ hâlidîn” (tekili “ hâlid”) kelimesi ile “”ebedilik” manasını içeren
“ ebed” kelimesinin, cehennemlikler hakkında, birlikte ( hâlidîne fîhâ ebeden
şeklinde) kullanıldığı üç âyet vardır: “ İnkâr edip haksızlık yapanlara gelince
Allah onları ne bağışlayacak ne de bir yola iletecektir. Ancak içinde ebedi
kalacakları cehennem yoluna iletecektir. Bu da Allah’a çok kolaydır” (en-
Nisâ 4/168-169); “ Allah inkârcıları lanetlemiş ve onlar için çılgın bir azap
hazırlamıştır. (Onlar) orada ebedi olarak kalacaklar, ne bir koruyucu ne de
47
İbn Düreyd , Cemhere, III, 201; İbn Fâris, Mu’cem, ebd md.
48
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, ebd md.
49
İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, ebd md.
50
İbn Düreyd, Cemhere, III, 201; Râgıb el-İsfahânî, a.g.e., ebd md.; İbn Manzûr,
a.g.e., ebd md.
Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği
59
bir yardımcı bulacaklardır” (el-Ahzâb 33/64-65); “ Kim Allah’a ve Resûlüne
karşı gelirse, bilsin ki ona, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır”
(el-Cin 72/23). Bu üç âyette kâfirlerin cehennemdeki kalışlarının sonsuza
kadar devam edeceği, hâlidîne kelimesinin ebeden kelimesiyle pekiştirilmiş
şekilde kullanılmasıyla beyan edilmiştir. Cehennem azabının sonsuz
olduğunu kabul eden âlimler de öncelikle bu üç âyeti delil göstermişlerdir.
Öte yandan cennetliklerin cennetteki kalışlarının sonsuzluğu da aynı ifade
biçimiyle sekiz âyette açıklanmaktadır,
51
bir âyette (Kehf 18/3) ise hâlidîne
kelimesi yerine “kalmak, beklemek” anlamına gelen mâkisîne kullanılmıştır.
Azabı geçici görenlerin hulûd kelimesiyle ilgili olarak öne sürdükleri
argümanlardan biri de şudur: “…Kur’an’da bir mümini kasten öldürmek suretiyle
büyük günah işleyen veya Allah’a âsî olan müminler için de hulûd kelimesi
kullanılarak cehennemde kalacakları belirtilmiştir (Nisâ 4/14, 93). Eğer hulûd
ebediyet manası taşısaydı büyük günah işleyen müminlerin de Mu’tezile’nin öne
sürdüğü gibi cehennemde ebedi olarak kalacaklarını ve hiçbir zaman buradan
çıkamayacaklarını kabul etmek gerekirdi. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimleri arasında
müminlerin bir süre azap gördükten sonra cehennemden çıkacakları noktasında
icmâ vardır. Şu halde hulûd ebediyet değil uzun süre anlamındadır.”
52
Nisâ sûresinin mîras âyetlerinden sonra gelen 14. âyetinde Allah’a ve
elçisine isyân eden, O’nun çizdiği sınırları çiğneyen kimselerin cezasının
içinde ebedi kalmak üzere ( hâliden fîhâ) cehennem olduğu belirtilir. Saîd b.
Cübeyr, Kelbî gibi ilk dönem bilginlerinin yanı sıra Taberî, İbn Atıyye,
İbnü’l-Cevzî, Fahreddîn er-Râzî, İbn Kesîr gibi müfessirlere göre “Allah’a
isyân eden”den maksat, miras taksiminde haksızlık yapmak suretiyle günah
işleyen mümin değil, ilâhî taksimi reddeden, bu konuda Allah’a karşı gelen
kimsedir. Nitekim İbn Abbâs’tan gelen bir rivayete göre bu âyet, mîras
ayetleri inince inkârcılardan (münâfıklar) bir şahsın, “Ata binmeyen, savaşa
iştirak etmeyen, ganimet kazanmayan kimse (kadın, çocuk) şimdi malın
yarısını veya tamamına vâris mi olacak?” diyerek ilâhi taksimi reddetmesi
üzerine inmiştir. Böyle bir kimse cehennemde ebedi kalacaktır.
53
51
bk. Nisâ 4/57, 122; Mâide 5/119; Tevbe 9/22, 100; Tegâbun 64/9; Talâk 65/11;
Beyyine 98/8.
52
İbn Kayyim, Hâdi’l-ervâh, s. 367; Yusuf Şevki Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 308.
53
Taberî, Câmi’u’l-beyân (Şâkir), VIII, 72.
Mustafa Altundağ
60
Âyetin lafzının umum olmasını ve buna bağlı olarak âyetteki tehdidin
kapmasına müminin de girebileceğini düşünen âlimler ise ilâhî tehdidin
mümin hakkında tövbe ile veya öbür dünyada Allah’ın onu bağışlamasıyla
ortadan kalkacağını söylerler.
54
Son dönem müfessirlerinden İbn Âşûr ise
hulûd’un uzun müddet manasında olmasını sadece bir ihtimal olarak
değerlendirir.
Bir mümini kasten öldürenin cezasının içinde ebedî kalmak üzere
(hâliden fîhâ) cehennem olduğunu bildiren Nisâ’nın 93. âyeti hakkında de
benzer şeyler söylenmiştir. Bir sahâbîyi öldürdükten sonra irtidad edip
Mekke’ye kaçan ve fetih günü öldürülen bir şahıs hakkında indiğini dikkate
alan bâzı âlimler, tehdidin kâfirler yani müminin kanını helal addederek
öldüren kimseler hakkında olduğunu söylemişlerdir.
55
Tövbe veya Allah’ın
bağışlamasıyla cezanın kalkacağın söyleyenler de vardır.
56
Hatta ilk dönem
âlimleri içerisinde, mümin de olsa kâtilin tövbesinin kabul edilmeyeceğini
dile getirenlerin sayısı az değildir.
Aslında bu farklı görüşlerin ortaya çıkmasının ana nedeni şudur: Nisâ
93’te mümin kâfir ayırımı yapılmadan kâtilin cehennemde ebedî kalacağı
belirtilmiştir, hâlbuki aynı sûrenin 48 ve 116. âyetlerinde Allah’ın şirk
dışındaki günahları bağışlayacağı duyurulmuştur; Hz. Peygamber de mümin
olarak ölen kimsenin cehenneme gitse de orada ebedi kalmayacağını
açıklamıştır. Bu durumu dikkate alan İslâm âlimlerinin çoğu, söz konusu
ebedi azap tehdidinin mümin hakkında tövbe ile veya âhirette ilâhî affa
uğramak suretiyle ortadan kalkacağını savunurlar.
Gerçi İbn Atıyye’ye göre, kâtilin mümin olması durumunda âyetteki
hulûd kelimesi “uzun müddet kalmak” manasına gelebilir. Tıpkı
hükümdarları için halkın ebedi yaşama dileğinde bulunmaları ( tahlîd) gibi.
Âyette hulûd’dan sonra “ebeden” kaydının gelmemiş olması da bunu
gösterir. Çünkü hulûd ile ebed kelimeleri Kur’an’da ancak kâfirler söz
konusu olduğunda birlikte kullanılmıştır.
57
İbn Atıyye’den sonra benzer
yaklaşımda bulunan müfessirler de olmuştur. Ancak onları böyle bir mana
54
Hüseyin b. Mes’ûd el-Begavî, Me‘âlimü’t-tenzîl, Riyad 1993, II, 267.
55
Taberî, (Şâkir) IX, 61; Begavî, a.g.e., II, 267.
56
Taberî, (Şâkir) IX, 62-63.
57
el-Muharrerü’l-vecîz, II, 95.
Dostları ilə paylaş: |