Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə13/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   36

Gandolfo'nun silueti bile görülecek bir manzaraydı... bu coşku verici uçurum sahnesinin etkisini artıran etkileyici bir mimarisi vardı. Aringarosa şimdi, Vatikan'ın bina çatısına iki dev alüminyum teleskop kubbesi yerleştirerek mahvettiğini görmekten üzüntü duyuyordu. Bir zamanların bu mağrur yapısını adeta, komik şapka giymiş gururlu bir savaşçı konumuna düşürmüşlerdi.

Aringarosa arabadan indiği sırada bir Cizvit rahibi koşuşturarak, karşılamak için yanına geldi. "Hoş geldiniz piskopos. Ben Peder Manga-

no. Bir gökbilimciyim."

Ne kadar iyi. Aringaroso homurdanarak onu selamladıktan sonra, ev sahibinin peşinden şatonun antresine girdi, Rönesans sanatıyla astronomi görüntülerinin zevksiz karışımından oluşan geniş ve açık bir alan. Kendisine eşlik eden rahibi traverten merdivenlerde takip eden Aringarosa konferans salonları, derslikler ve turist bilgilendirme hizmetlerine ait işaretler gördü. Vatikan'ın her seferinde ruhani gelişim için mantıklı rehberlik hizmetinden geri kalıp, turistlere astrofizik dersleri vermeye bir şekilde vakit bulduğunu düşünmek onu şaşırtmıştı.

Aringarosa, genç rahibe, "Söylesene," dedi. "Kuyruk ne zaman köpeği sallamaya başladı?"

Rahip, ona tuhaf bir biçimde baktı. "Efendim?" Bu gece yine o tartışmayı açmamak düşüncesiyle Aringarosa konuyu kapattı. Vatikan delirmiş. Taviz vermeden ona değerleri öğretmek yerine, şımarık çocuklarının kaprislerine boyun eğen üşengeç ebeveynler gibi, ki-

170

Da Vinci Şifresi



lise de gittikçe yumuşuyor, doğru yoldan sapan bir kültüre ayak uydurmaya çalışıyordu.

Üst kattaki geniş koridor oldukça lüks döşenmişti ve pirinç tabelalı peşe kapıların bulunduğu yöne doğru ilerliyordu.

ASTRONOMİ KÜTÜPHANESİ

Aringarosa burada -Vatikan Astronomi Kütüphanesi- Copernicus, Galileo, Kepler, Newton ve Secchi'nin nadir bulunan çalışmaları da dahil olmak üzere, yirmi beş binden fazla eser bulunduğunu duymuştu. İddia edildiğine göre Papa'nın kıdemli çalışanları da burada özel toplantılar düzenliyorlardı...Vatikan Şehri sınırları içinde yapmak istemedikleri toplantıları.

Kapıya yaklaşan Piskopos Aringarosa, içeride duyacağı haberi ya da harekete geçireceği olaylar zincirini kesinlikle tahmin etmiyordu. Bir saat sonra toplantıdan sendeleyerek çıkarken, kötü olaylara dair imalar yerine oturmaya başlamıştı. Bundan altı ay sonra! diye düşünmüştü. Tanrı yardımcımız olsun!

Şimdi Fiat'ta oturmakta olan Piskopos Aringarosa, o toplantıyı düşünürken yumruklarını sıktığını fark etti. Yumruğunu gevşetip, yavaşça derin bir nefes aldı ve kaslarını gevşetti.

Fiat dağlara tırmandıkça, kendi kendine, her şey yolunda gidecek, dedi. Yine de cep telefonunun çalmasını diliyordu. Öğretmen beni neden aramadı? Silas şu ana kadar kilit taşına ulaşmış olmalıydı.

Sinirlerini yatıştırmaya çalışan piskopos, yüzüğündeki mor ametist taşa bakarak meditasyon yaptı. Piskoposluk arması işlenmiş yüzüğünün ve elmasların dokusunu hissederek, kendi kendine bu yüzüğün yakında sahip olacağı güçten çok daha küçük bir gücün sembolü olduğunu hatırlattı.

171

Dan Brown



35

Gare Saint-Lazare'ın içi, Avrupa'daki diğer tren istasyonlarına benziyordu. Her zamanki müdavimleriyle -mukavva kutular taşıyan evsizler, sırt çantalarının üstünde uyuyup MP3 çalarlarını dinleyen gözleri çapak-lanmış kolej öğrencileri ve sigara içen mavi üniformalı hademeler- dolu büyük bir ambardan ibaretti.

Sophie başını kaldırıp yukarıda asılı duran sefer tablosuna baktı. Siyah beyaz kutucuklar bilgi yenilendikçe dönerek değişiyordu. Listenin en üstünde şöyle yazıyordu:

LILLE-HIZLI TREN- 03.06

Sophie, "Keşke daha erken hareket etseydi," dedi. "Ama Lille işimizi

görür."


Daha erken mi? Langdon saatine baktığında 02.59 olduğunu gördü. Tren yedi dakika sonra hareket edecekti ve henüz biletlerini bile almamışlardı.

Sophie, Langdon'ı bilet gişesine doğru sürükleyerek, "Kredi kartınla

bize iki bilet al," dedi.

"Kredi kartı harcamalarının takip edildiğini sanıyordum..."

"Kesinlikle."

Langdon, Sophie Neveu'ya yetişmeye çalışmaktan vazgeçti. Visa kartını kullanarak Lille'e iki bilet aldı ve Sophic'yc uzattı.

Sophie, onu Lüle yolcularının trene binmeleri için son çağrının yapıldığı peronların bulunduğu yöne doğru götürdü. Önlerinde on altı farklı peron ayrımı uzanıyordu. Sağ taraftaki üçüncü peronda Lille treni ayrılmak üzere düdüğünü öttürüyordu, ama Sophie, Langdon'ı kolundan tutup tam ters istikamete sürüklemeye başlamıştı bile. Hızla yan taraftaki

172


Da Vinci Şifresi

lobiye dönerek, gece boyunca açık bir kafeteryanın önünden geçtiler. Sonunda yan kapıdan istasyonun batı tarafındaki sessiz sokağa çıkmışlardı.

Bir taksi tek başına kapının önünde bekliyordu.

Şoför, Sophie'yi görünce farlarını yakıp söndürdü.

Sophie arka koltuğa atladı. Langdon, onun ardından bindi.

Taksi istasyondan uzaklaşırken Sophie yeni satın aldıkları biletleri çıkartarak yırttı.

Langdon derin bir nefes aldı. Yetmiş dolan çok güzel harcadık.

Gerçekten kaçtıklarını Langdon ancak, taksi Rue de Clichy'den kuzeye giden düz bir yola çıktıktan sonra anlamıştı. Sağ taraftaki camdan Montmarte'yi ve Sacre-Coeur'un güzel kubbesini görebiliyordu. Bu manzarayı, karşı istikameUen geçen polis arabasının ışıkları böldü.

Sirenler uzaklaşana kadar Langdon ile Sophie başlarını aşağı eğdiler.

Sophie, taksi şoförüne sadece şehir dışına çıkmasını söylemişti. Langdon, onun çenesini sıktığını gördüğünde, bir sonraki adımı hesapladığını sezinlemişti.

Langdon haç şeklindeki anahtarı cama tutarak yeniden incelemeye koyuldu. Anahtarın nerede yapıldığını belirten herhangi bir işaret bulmak amacıyla gözlerine yaklaştırdı. Aralıklı sokak lambalarının ışığında tarikat mührü dışında hiçbir işarete rastlayamadı.

Sonunda, "Hiçbir anlam ifade etmiyor," dedi.

"Hangi kısmı?"

"Büyükbabanın, ne yapacağını bilmediğin bir anahtar bulman için bunca zahmete girmesi."

"Sana katılıyorum."

"Tablonun arkasında başka bir şey yazmadığına emin misin?"

"Her yeri aradım. Hepsi bu kadar. Bu anahtar tablonun arkasına sıkıştırılmıştı. Tarikat mührünü gördüm, cebime attım ve sonra çıktık."

Şimdi üçgen gövdenin kör ucuna bakmakta olan Langdon kaşlarını Çattı. Hiçbir şev. Gözlerini kısarak anahtarı yaklaştırdı ve baş kısmın kenarına baktı. Orada da bir şey yoktu. "Sanırım bu anahtar yakın zaman önce temizlenmiş."

"Neden?"

173


Dan Brown

"Tuvalet ispirtosu gibi kokuyor."

Sophie, ona döndü. "Anlamadım?"

"Sanki birisi buna temizleyici sıvı sürmüş gibi." Langdon anahtarı burnuna götürerek kokladı. "Diğer tarafta daha keskin." Arka tarafı çe-virdi. "Evet, alkol bazlı, bir temizleyiciyle ya da..." Langdon durdu.

"Ne?"

Anahtarı ışığa tutarak, haçın üzerindeki pürüzsüz yüzeye baktı. Bazı yerlerde parıldryordu... sanki ıslakmış gibi. "Cebine atmadan önce bu anahtarın arkasına ne kadar iyi baktın?"



"Ne? İyi bakmadım. Acele ediyorum." Langdon, ona döndü. "Siyah ışık hâlâ yanında mı?" Sophie elini cebine sokarak, UV feneri çıkardı. Langdon feneri eline alıp açtı ve ışığı anahtarın arka tarafına tuttu.

Anahtarın arka tarafı hemen renklenmişti. Bir yazı görünüyordu. Aceleyle yazılmıştı ama okunuyordu.

Langdon gülümseyerek, "Evet," dedi. "Sanırım ispirto kokusunun nereden geldiğini biliyoruz."

Sophie anahtarın arkasındaki mor yazıya hayretle bakıyordu. 24 Rue Haxo

Bir adres! Büyükbabam bir adres yazmış!

Langdon, "Nerede burası?" diye sordu.

Sophie'nin hiç fikri yoktu. Tekrar öne doğru eğildi ve taksi şoförüne heyecanla, "Connaissez-voııs la Rue Haxo?"r) diye sordu.

Şoför kısa bir süre düşündükten sonra başını salladı. Sophie'ye bu adresin, Paris'in batı tarafındaki dış mahallerinde bulunın tenis stadyumuna yakın olduğunu söyledi. Sophie, şoförden onları hemen oraya götürmesini istedi.

Şoför, ona Fransızca, "En çabuk Bois de Boulogne'den gideriz," dedi. "Olur mu?"

Haxo Sokağı'nı biliyor musunuz?

174

Da Vinci Şifresi



Sophie kaşlarını çattı. Aklına daha az sakıncalı yollar da geliyordu ama bu gece fazla seçici davranamayacaktı. "Oui." Amerikalı turisti biraz şaşırtabiliriz.

Yeniden anahtara bakan Sophie, 24 Rue Haxo'da ne bulabileceklerini tahmin etmeye çalıştı. Bir kilise mi? Bir çeşit tarikat merkezi mi?

Aklına tekrar on yıl önce bodrum katında tanık olduğu gizli ayin görüntüleri geldi ve içini çekti. "Robert, sana anlatacağım çok şey var." Durdu, taksi batıya doğru hızla yol alırken gözlerini ona dikmişti. "Ama önce bana Sion tarikatı hakkında bildiğin her şeyi anlatmanı istiyorum."
175

Dan Brown

36

Louvre güvenliğinden Grouard Devlet Salonu'nun önünde, Sophie ile Langdon'ın onu nasıl etkisiz hale getirdiklerini anlatırken Bezu Fache ateş püskürüyordu. Lanet tabloya neden ateş etmedin!



"Yüzbaşım?" Komuta odasının bulunduğu yönden atılan Teğmen Collet'nin sesi duyuldu. "Yüzbaşım şimdi öğrendim. Ajan Neveu'nın arabasının yerini tespit etmişler." "Büyükelçiliğe ulaşmış mı?"

"Hayır. Tren istasyonuna gitmiş. İki bilet almış. Tren az önce hareket etmiş."

Fache, Memur Grouard'ı başından savarak Collet'yi yakındaki küçük odaya çekti ve en alçak sesiyle konuşmaya başladı. "Hangi yöne gitmişler?" "Lille."

"Yem olabilir." Fache plan yaparken içini çekti. "Pekâlâ, bir sonraki istasyonu uyar, her ihtimale karşı treni durdurup arasınlar. Arabasını olduğu yerde bırakın ve geri dönmeleri ihtimaline karşı sivil polisler yerleştirin. Yaya kaçma ihtimaline karşı istasyon civarındaki sokakları aramaları için adam gönderin. İstasyondan kalkan otobüs var mı?" "Bu saatte yok efendim. Sadece taksiler var." "Güzel. Şoförleri sorgulayın. Bakın bakalım herhangi bir şey görmüşler mi? Daha sonra taksi şirketiyle temas kurup eşkallerini bildirin. Ben Interpol'ü arayacağım."

Collet şaşkın görünüyordu. "Tüm teşkilata haber verecek misiniz?" Fache duyacağı mahcubiyete üzülüyor, ama başka çare göremiyor-du.

176


Da Vinci Şifresi

Kafesi hemen ve sıkı kapat.

İlk saat çok önemliydi. Kaçakların firar ettikten sonraki ilk saat yapacakları tahmin edilebilirdi. Her zaman aynı şeylere ihtiyaç duyarlardı. Yolculuk. Barınak. Nakit. Kutsal Üçlü. Interpol'ün üçünü birden göz açıp kapayıncaya kadar yapacak gücü vardı. Paris'teki seyahat acentelerine, otellere ve bankalara Sophie ile Langdon'ın fotoğraflarını fakslamak onları kapana kıstıracaktı, şehirden kaçamayacak, hiçbir yerde saklanama-yacak ve tanınmadan nakit para çekemeyeceklerdi. Firariler genellikle sokaklarda panikler ve aptalca bir şey yaparlardı. Araba çalmak gibi. Dükkân soymak gibi. Çaresizlikle bir banka kartı kullanmak gibi. Hangi hatayı yaparlarsa yapsınlar, yetkililerin yerlerini saptamasını kolaylaştırırlardı.

Collet, "Sadece Langdon, öyle değil mi?" diye sordu. "Sophie Neveu' nun peşinde olamazsınız. O bizim ajanımız."

"Elbette onun peşindeyim!" diye parladı Fache. "Sophie onun tüm pis işlerini yaparken, sadece Langdon'ı yakalamak ne işimize yarar? Ne-veu'nun personel dosyasını incelemeyi düşünüyorum, arkadaşları, ailesi, tanıdıkları, yardımını isteyebileceği herhangi birini. Orada ne yaptığını sandığını bilmiyorum ama ona işinden daha fazlasına mal olacak!"

"Benim telefon başında mı olmamı istersiniz yoksa takipte mi?"

"Takipte ol. Tren istasyonuna git ve takımı koordine et. Dizginler sende ama benimle konuşmadan harekete geçme."

"Peki efendim." Collet dışarı çıktı.

Küçük odada dururken Fache kendini gergin hissediyordu. Pencerenin dışında, parlayan piramidin yansımaları havuzda dalgalanıyordu. Ellerimin arasından kaçıverdiler. Kendini sakin olmaya davet etti.

Interpol'ün uygulayacağı baskıdan eğitimli bir ajan bile kolay kurtulamazdı.

Kadın bir kriptografla bir öğretmen mi?

Şafak sökmeden yakayı ele verirlerdi.

177

F: 12


Dan Brown

37

Bois de Boulogne, diye bilinen ormanlık parkın pek çok ismi vardı ama Paris'in eskileri ona "Dünyevi Zevkler Bahçesi" derlerdi. Bu övgü dolu sözlere rağmen, gerçek bunun tam tersiydi. Bosch'un aynı isimli tablosunu gören herkes kinayeyi anlıyordu; orman gibi resim de karanlık ve sapkındı, sapıklarla fetişistler için bir Araf gibiydi. Geceleri ormanın rüzgârlı patikaları, insanın ağıza alınmayan en derin tutkularını gerçekleştirmek için dünyevi zevkler sunan pırıltılı kiralık vücutlarla dolardı... kadın, erkek ve arada kalan diğerleri.



Langdon, Sion Tarikatı hakkında Sophie'ye anlatacaklarını aklında toparlarken, bindikleri taksi parkın ağaçlı girişinden geçip, kaldırım taşlarının üzerinden batıya yöneliyordu. Parkın gece müdavimleri gölgelerin arasından sıyrılıp, mallarını farların ışığında sergilerken Langdon dikkatini toplamakta güçlük çekiyordu. İlerideki iki üstsüz ergen kız, taksiye gözleri yuvalarından fırlayarak baktılar. Arkalarında duran iyice yağlanmış tanga külotlu adam arkasını dönüp kalçalarını gerdi. Yanındaki dev gibi sarışın kadın mini eteğini kaldırarak, aslında kadın olmadığını gösteriyordu.

Tanrım bana yardım et! Langdon bakışlarını taksinin içine çevirerek,

derin bir nefes aldı.

Sophie, "Bana Sion Tarikatı'nı anlat," dedi.

Langdon başım sallarken, anlatacağı efsane için aklına daha uygunsuz bir yer gelmiyordu. Nereden başlayacağını düşündü. Kardeşlik tarihi bin yıldan daha eskiydi... sırlar, şantaj, ihanet ve hatta öfkeli bir Papa'nın merhametsiz işkenceleriyle dolu bir tarih.

178


Da Vinci Şifresi

"Sion Tarikatı," diye başladı. "Şehri fethetmesinin hemen ardından, 1099 yılında Kudüs'te Fransız kralı Godefroi de Bouillon tarafından kuruldu."

Sophie gözlerini ondan ayırmadan başını salladı.

"İddialara göre Kral Godefroi çok güçlü bir sırra sahipti... İsa zamanından beri ailesinin sakladığı bir sırra. Öldükten sonra sırrının kaybolacağı endişesiyle, gizli bir kardeşlik kurdu -Sion Tarikatı- ve onlara sırrını nesilden nesile gizlice aktararak koruma görevini verdi. Tarikat Kudüs'te bulunduğu zaman boyunca, bir zamanlar Süleyman Mabedi'nin bulunduğu yerin üstüne inşa edilmiş Herod Tapınağı'nın yıkıntıları altına gömülü gizli belgeleri öğrendiler. Bu belgelerin, Godefroi'nin güçlü sırrını teyit ettiğine ve kilisenin bu tehlikeli sırrı ele geçirmek için her şeyi yapacağına inandılar."

Sophie'nin bakışlarından tam anlayamadığı belli oluyordu.

'Tarikat, ne kadar vakit alırsa alsın bu belgeleri tapmağın altından kurtarmaya ve sonsuza dek korumaya yemin etti, böylece gerçek asla yok olmayacaktı. Tarikat, belgeleri yıkıntılar arasından kurtarmak için askeri bir kuvvet oluşturdu -İsa'nın Fakir Şövalyeleri ve Süleyman Mabedi Tarikatı isminde dokuz şövalyeden oluşan bir gruptu." Langdon durdu. "Daha çok Tapınak Şövalyeleri ismiyle bilinirler."

Sophie duyduğu ismi hatırlayınca başını kaldırıp şaşkınlıkla baktı.

Langdon verdiği seminerlerden, dünyadaki herkesin en azından ismen Tapınak Şövalyeleri'ni duyduğunu biliyordu. Akademisyenler için Tapınak-çılar'ın tarihi, gerçeklerin, ilmin ve yanlış bilginin salt gerçeği içinden ayık-lanamayacak kadar iç içe geçmiş, bulanık bir dünyaydı. Son zamanlarda Langdon, Tapınak Şövalyeleri'nden bahsetmekten bile çekiniyordu, çünkü komplo teorileriyle dolu imalı soru yağmurlarına tutuluyordu.

Sophie sıkılmışa benziyordu. "Yani Tapmak Şövalyeleri'nin, gizli belgeleri kurtarmak için Sion Tarikatı tarafından mı kurulduğunu söylüyorsun? Ben Tapınakçılar'ın Kutsal Topraklar'ı korumak için oluşturulduğunu sanıyordum."

"Ortak bir yanlış yargı. Tapınakçılar görevlerini, hacıları korumak kisvesi altında yürütüyorlardı. Kutsal Topraklar'daki asıl amaçları, tapınağın altındaki belgeleri ele geçirmekti."

179

Dan Brown



"Peki bulmuşlar mı?"

Langdon sırıttı. "Bunu kimse tam olarak bilmiyor, ama tüm akademisyenler şu konuda hemfikirler: Şövalyeler yıkıntıların altında bir şey buldular... onları, hayal edilebilenin çok ötesinde zengin ve güçlü kılan

bir şey."

Langdon, Sophie'ye Tapmak Şövalyeleri'nin kabul edilen tarihini akademik bir dille anlatarak, İkinci Haçlı Seferleri sırasında Şövalyeler'in Kutsal Topraklar'daki durumunu ve Kral II. Baldwin'e orada bulunma sebeplerinin yoldan geçen hacıları korumak olduğunu söylediklerini açıkladı. Maaş almadıkları ve fakirlik yemini ettikleri halde, Şövalyeler kraldan barınacak yer ve tapınağın altındaki ahırlarda kalmak için izin istemişlerdi. Kral Baldwin askerlerin isteğini kabul etmiş ve Şövalyeler harap tapınakta zor şartlar altında yaşamaya başlamışlardı.

Langdon barınmak için seçtikleri yerin tuhaflığının tesadüf olmadığını açıkladı. Şövalyeler, tarikatın aradığı belgelerin yıkıntılar altında gömülü olduğuna inanıyorlardı... Kudsülakdas'ın, yani Tanrı'nın bizzat oturduğuna inanılan kutsal odanın altında. Yahudi inanışının temelinde bu yatıyordu. Şövalyeler yaklaşık on yıl yıkıntılar arasında yaşamış ve büyük bir gizlilik içinde kazı yapmışlardı.

Sophie, ona bir göz attı. "Ve sen onların bir şey keşfettiğini söylemiştin."

Langdon, "Evet elbette keşfettiler," diyerek kazıların dokuz yıl sürmesinin sebebini ve Şövalyeler'in sonunda aradıklarını bulduklarını açıkladı. Hazineyi mabetten alarak Avrupa'ya götürmüşlerdi ve orada nüfuzları bir gecede artmıştı.

Şövalyeler'in Vatikan'a şantaj yapıp yapmadığını ya da Kilise'nin onlara sus payı verip vermediğini kimse bilmiyordu ama Papa II. Innocent hemen Tapınak Şövalyeleri'nc sınırsız güç veren bir Papalık bildirgesi yayınlamış ve onların "kendilerine münhasır yasalara tabi olduklarını" ilan etmişti -gerek dini, gerek siyasi anlamda tüm krallıklardan ve piskoposluklardan bağımsız özerk bir ordu.

Vatikan'dan yeni aldıkları kayıtsız şartsız salahiyetle Tapınak Şöval: yeleri, gerek sayı, gerekse siyasi güç bakımından inanılmaz bir hızla büyümüşler ve bir düzineden fazla ülkede sayısız mülk edinmişlerdi. İflas

18ü


Da Vinci Şifresi

eden soylulara kredi sağlayıp, karşılığında faiz alarak modern bankacılığı oturtmuşlar ve zenginlikleriyle nüfuzlarını kat kat arttırmışlardı.

1300'lere gelindiğinde Vatikan'ın sağladığı ayrıcalıklar Şövalyeler'in 0 kadar fazla güç kazanmasına yardımcı olmuştu ki, Papa V. Clement bir şeyler yapılması gerektiğine karar vermişti. Fransa Kralı IV. Philippe ile işbirliği yapan Papa, Tapınakçılar'ı ortadan kaldırıp hazinelerini ele geçirmek için dâhice bir plan hazırladı. Böylece sahip oldukları sırrın idaresi Vatikan'a geçecekti. Papa Clement, CIA'e taş çıkartacak askeri bir hileyle, tüm Avrupa'daki askerlerinin 13 Ekim 1307 Cuma günü, aynı anda açacakları mühürlü emir mektupları yollamıştı.

Ayın on üçünde şafak sökerken mühürler açılmış ve içindeki dehşet ortaya çıkmıştı. Clement mektubunda Tanrı'nın kendisine şahsen göründüğünü ve Tapınak Şövalyeleri'nin şeytana tapmak, homoseksüellik, çarmıhı karalamak, hemcinslerine düşkünlük ve Tann'ya küfreden diğer davranışlarından ötürü günahkâr oldukları konusunda uyardığını iddia etmişti. Tanrı, Papa Clement'ten Şövalyeler'i yakalayarak dünyayı onlardan temizlemesini ve Tanrı'ya karşı işledikleri suçu itiraf edinceye kadar işkence etmesini istemişti. Clement'in sinsi operasyonu saat gibi işlemişti. O gün sayısız Şövalye yakalanmış, merhametsizce işkence görmüş ve günahkâr oldukları gerekçesiyle yakılmıştı. Bu trajedinin yankıları modern zamana kadar gelmişti; günümüzde bile ayın on üçüne gelen cuma günleri uğursuz sayılıyordu.

Sophie aklı karışmış bir ifadeyle bakıyordu. "Tapınak Şövalyeleri yok mu edildi? Ben Tapınak kardeşlerinin hâlâ var olduğunu sanıyordum."

"Varlar, farklı isimler altında. Clement'in sahte suçlamalarına ve onları silip süpürmek için gösterdiği çabalara rağmen Şövalyeler'in güçlü ittifakları vardı ve içlerinden bazıları Vatikan'ın temizlik operasyonundan kurtulmayı başardılar. Tapınakçılar'ın gücünün temelini oluşturan belgelerden oluşan hazinesi Clement'in asıl hedefiydi, ama onu elinden kaçırdı. Belgeler uzun zaman önce Tapınakçılar'ın gölge mimarlarına teslim edilmişti, yani Sion Tarikatı'na. Onların gizlilik perdesi Vatikan katliamından kurtulmalarına yardımcı oldu. Vatikan yaklaştığında, tarikat tadatlara uyarak gece vakti belgeleri Paris'ten, Tapınakçılar'ın La Roc-helle'deki gemilerine kaçırdı."

181

Dan Brown



"Belgeler nereye gitti?"

Langdon omuzlarını silkti. "Bu sırrın cevabını sadece Sion Tarikatı biliyor. Belgeler bugün bile tartışmalara ve spekülasyonlara yol açtığından, yerlerinin defalarca değiştirildiğine ve tekrar saklandığına inanılıyor. Son zamanlardaki spekülasyonlara göre belgeler İngiltere'de bir yerde

gizli."

Sophie endişeli görünüyordu.



Langdon, "Bu sırra ait efsaneler," diye devam etti. "Bin yıl devam etti. Belgeler, onun gücü ve açıkladığı sırrın tümü tek bir isimle biliniyor... Sangreal. Hakkında yüzlerce kitap yazıldı. Çok az gizem tarihçilerin Sangreal kadar ilgisini çekmiştir."

"Sangreal mi? Fransızcadaki sang ya da İspanyolcadaki sangre kelimesiyle bir ilgisi var mı? Yani kan?"

Langdon başını salladı. Sangreal'in bel kemiği kandı ama Sophie'nin anladığı şekilde değil. "Efsanenin anlaşılması güç, ama unutulmaması gereken en önemli şey, tarikat muhafızlarının gerçeği açıklamak için tarihteki doğru anı bekliyor oldukları."

"Hangi gerçeği? Hangi sır bu kadar güçlü olabilir?"

Langdon derin bir nefes alarak, gölgelerden sıyrılan Paris manzarasına baktı. "Sophie, Sangreal kelimesi çok eski bir kelimedir. Yıllar içinde bir başka deyişe dönüşmüştür... daha modern bir kelimeye." Durdu. "Sana günümüzde kullanılan ismini söylediğimde, bildiğini anlayacaksın. Aslında, dünyada yaşayan herkes Sangreal'in hikâyesini biliyor."

Sophie şüpheyle bakıyordu. "Ben hiç duymadım."

"Elbette duydun." Langdon gülümsedi. "Sadece ondan 'Kutsal Kâse' diye bahsedilmesine alışkınsın, o kadar."

182


Da Vinci Şifresi

38

Sophie taksinin arka koltuğunda Langdon'ı baştan aşağı inceledi. Şaka yapıyor. "Kutsal Kâse mi?"



Langdon ciddi bir ifadeyle başını evet anlamında salladı. "Kutsal Kâse, Sangreal kelimesinin gerçek manasıdır. Deyim, Fransızcadaki Sangra-al kelimesinden türeyerek Sangreal şeklini almış. Ve sonra da iki kelimeye bölünmüş, San Greal olmuş."

Kutsal Kâse. Sophie dilbilimsel bağlan hemen fark etmemiş olduğuna şaşırmıştı. Ama yine de Langdon'ın iddiaları onun için bir anlam ifade etmiyordu. "Ben Kutsal Kâse'nin bir kadeh olduğunu düşünüyordum. Ama sen bana Sangreal'in bir çeşit karanlık sırrı açıklayan belgelerden oluştuğunu söyledin."

"Evet, ama Sangreal Belgeleri Kutsal Kâse hazinesinin sadece yarısı. Geri kalanı Kâse ile birlikte gömülü... ve gerçek anlamını açıklıyorlar. Belgelerin Tapınak Şövalyeleri'ne bunca güç vermesinin nedeni, sayfalarda Kâse'nin gerçek tabiatının açıklanmasıydı."

Kâse'nin gerçek tabiatı mı? Sophie artık ipin ucunu iyice kaçırmıştı. Kutsal Kâse'nin, Son Akşam Yemeği'nde İsa'nın içmek için kullandığı ve Arimatea'lı Yusuf un çarmıha gerilen İsa'nın kanını doldurduğu kadeh olduğunu sanıyordu. "Kutsal Kâse, İsa'nın Kadehi," dedi. "Daha basit olamazdı."

Ona doğru eğilen Langdon, "Sophie," diye fısıldadı. "Sion Tarikatı 'Çin Kutsal Kâse bir kâse değil. Kâse efsanesinin -ayinde kullanılan kadeh- dâhice düşünülmüş bir alegori olduğunu iddia ediyorlar. Kâse efsa-nesindeki ayinde kullanılan kadeh, başka bir şeyin, çok daha güçlü bir şeyin mecazi hali." Durdu. "Büyükbabanın kutsal dişilere yaptığı sembolik

I

183



Dan Brown

atıflar da dahil, bu gece bize anlatmaya çalıştığı her şeyle mükemmel uyum sağlıyor."

Hâlâ emin olmayan Sophie, Langdon'ın yüzündeki sabırlı gülümsemeden onun aklının karışmasını anlayışla karşıladığını sezmişti, ama Langdon'ın gözleri yine de ciddiyetini koruyordu. Sophie, "Peki Kutsal Kâse bir kadeh değilse," diye sordu. "O zaman nedir?"

Langdon bu sorunun geleceğini tahmin etmesine rağmen, ona nasıl anlatacağına karar veremiyordu. Cevabı tarihsel sıralamaya uygun biçimde vermezse, Sophie şaşırıp kalacaktı. Birkaç ay önce üzerinde çalıştığı kitabın müsveddelerini editörüne verdiği zamanda adam aynı tepkiyi göstermişti.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə