Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə11/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   36

Kadın ile Sol taraf ilişkisi bile kilisenin karalamalarından nasibini almıştı. Fransa ve İtalya'da "sol" -gauche ve sinistra- kelimelerinin ima ettiği anlamlar olumsuzdu, fakat sağ taraf için kullanılan kelimeye dürüstlük, ustalık ve doğruluk gibi anlamlar yüklenmişti. Günümüze kadar radikal

142


Da Vinci Şifresi

düşüncelere sol kanat, mantıksız düşüncelere sol beyin ve şeytani olan her şeye netameli sinister denildi.

Tanrıçaların günleri sona ermişti. Saat durmuştu. Toprak Ana, erkeklerin dünyası haline gelmişti ve devir, yıkım ile savaş tanrılarının devriydi. Erkek egosu dişi dengi tarafından iki bin yıl başıboş bırakılmıştı. Si-on Tarikatı, modern zamanda kutsal dişilerin bu şekilde silinmesinin, Hopi Yerli Amerikalıların koyanisquatsi "dengesiz hayat" dediği şeye sebep olduğuna inanıyordu. Yakıtı testosteron olan savaşların, kadından nefret eden cemiyetlerin artmasının ve Toprak Ana'ya karşı giderek artan bir saygısızlığın oluşturduğu dengesiz bir duruma sebep olduğunu düşünüyorlardı.

Sesi arka taraftan gelen Sophie, "Robert," diye fısıldadı. "Biri geliyor!"

Langdon koridordan gelen ayak seslerini duydu. "Buraya!" Sophie siyah ışığı kapatıp, Langdon'ın gözünün önünden adeta kaybolmuştu.

Langdon geçici bir körlük yaşadı. Nereye! Gözleri seçmeye başladığında, Sophie'nin odanın ortasına doğru koşturup, sekizgen divanın arkasına saklanan siluetini gördü. Arkasından fırlamak üzereyken duyduğu gürleyen ses onu olduğu yere çiviledi.

Kapıda duran adam, "Arretez!"n diye seslendi.

Louvre'un güvenlik görevlisi, Langdon'ın göğsüne nişan aldığı silahını ileri doğrultmuş bir halde Devlet Salonu'ndan içeri girmişti.

Langdon'ın kolları içgüdüsel olarak havaya kalktı.

Muhafız, "Couchez-voıts!" diye emretti. "Yere yat!"

Langdon birkaç saniye içinde yüzükoyun yere uzanmıştı. Muhafız hemen yanına gelerek bacaklarını tekmeleriyle birbirinden ayırdı.

Silahını Langdon'ın sırtına bastırarak, "Maııvaise idee, Monsiur Langdon," ("> dedi. "Mauvaise idee."

Parkenin üstünde elleri ve kolları yanlara açılmış bir halde yatan Langdon durumu bir parça komik bulmuştu. Vitnıvius Adamı, diye dü-Şündü. Ama yüzükoyun yatıyor.

Dur.


Çok kötü fikir mösyö.

143


Dan Brown

29

Silas Saint-Sulpice'de sunaktan aldığı ağır demir şamdanı tutmuş dikilitaşa doğru taşıyordu. Şamdanın gövdesi tokmak görevi görecekti. Yerdeki boşluğu örten gri mermere bakınca, kapağı ses çıkartmadan kı-ramayacağını anladı.



Mermer ve demir. Sesi tonozlu tavanlarda yankılanacaktı. Rahibe onu duyar mıydı? Şimdiye dek uyumuş olmalıydı. Öyle bile olsa, bu Silas'ın almamayı tercih ettiği bir riskti. Demirin ucuna saracak bir bez bulmak için etrafına baktı ama sunaktaki keten örtüden başka bir şey göremedi, onu da kirletmek istemiyordu. Cüppem, diye düşündü. Koca kilisede tek başına olduğunu bildiğinden cüppesini çözdü ve üstünden çıkardı. Çıkartırken, yün liflerin sırtındaki açık yaralara battığını hissediyordu.

Kasık bağı haricinde çıplak kalan Silas cüppesini demir şamdanın alt ucuna doladı. Ardından, yer karosunun tam ortasını hedef alarak vurdu. Boğuk bir ses çıktı. Taş kırılmamıştı. Şamdanın gövdesiyle yeniden vurdu. Yine hafif bir ses çıktı ama bu kez bir çatlak oluşmuştu. Kapak üçüncü sallayışında nihayet parçalandı ve taş parçaları yerin altındaki boşluğa döküldüler. Bir bölme!

Kalan parçaları çabucak çekip kaldıran Silas boşluğa bir göz attı. Yanında diz çökerken kalbi hızla çarpıyordu. Soluk avucunu kaldırıp, içeri daldırdı.

İlk başta hiçbir şey hissetmedi. Bölmenin zemininde sadece taş vardı. Daha sonra elini biraz daha derinlere soktuğunda, Gül Çizgisi'nin altında bir şeye dokundu! Kalın bir taş tablet. Parmaklarıyla ucundan kavrayarak, tableti yavaşça dışarı çıkardı. Ayakta durup bulduğu nesneyi in-

144

Da Vinci Şifresi



çelerken, üzerine kelimeler kazınmış yontma bir taş levha tuttuğunu fark etti. Bir an için kendini modern zamanın Musa'sı gibi hissetmişti.

Silas tabletin üstündeki kelimeleri okurken şaşkınlık içindeydi. Kilit taşının bir harita, bir dizi talimatlar ya da şifrelerden oluşmasını bekliyordu. Buna rağmen kilit taşında en basit yazıtlardan biri vardı.

Eyub 38:11

Bir İncil ayeti mi? Silas bu sadelik karşısında hayrete düşmüştü. Aradıkları şeyin saklandığı gizli yer bir İncil ayetinde mi açıklanmıştı? Kardeşlik, doğrulukla alay etmek için hiçbir şeyden çekinmemişti!

Eyub. Otuz sekizinci sure. On birinci ayet.

Silas on birinci ayetin sözlerini tam olarak hatırlamasa da, Eyub Ki-tabı'nın Tanrı inancı birçok sınavdan başarıyla geçen bir adamın öyküsünü anlattığını biliyordu. Çok uygun, diye düşünürken heyecanını bastırmakta güçlük çekiyordu.

Dönüp omzunun üstünden bakınca, parıldayan Gül Çizgisi'ni gördü ve gülümsemesini engelleyemedi. Ana sunağın üstündeki yaldızlı rahlede, deri kaplı açık bırakılmış kocaman bir İncil duruyordu.

Rahibe Sandrine yukarıdaki balkonda titriyordu. Aşağıdaki adam cüppesini çıkardığı sırada rahibe, uzaklaşıp aldığı emirleri yerine getirmek üzereydi. Onun kaymak beyazı tenini gördüğünde dehşete düşmüştü. Geniş ve solgun sırtı kan kırmızı sıyrıklarla doluydu. Bulunduğu yerden bile yaraların yeni olduğunu görebiliyordu.

Bu adam merhametsizce kırbaçlanmış!

Ayrıca kalçasının etrafındaki kanlı keçe kemeri ve altındaki yaradan damlayan kanı görmüştü. Nasıl bir Tanrı bir vücudun böyle cezalandırılmasını ister? Rahibe Sandrine, Opus Dei'nin hayatı boyunca anlayamayacağı bir şey olduğunu biliyordu. Ama o anda öncelikli kaygısı bu değildi. Opus Dei kilit taşını arıyor. Rahibe Sandrine düşünecek vakti olmadığını bildiği halde, bunu nereden bildiklerini tahmin edemiyordu.

Kanlar içindeki keşiş şimdi yeniden cüppesini giyiyordu. Sunağa ve üstündeki İncil'e doğru ilerlerken mükafatını sıkıca kavramıştı.

Rahibe Sandrine nefesini tutarak balkondan ayrıldı ve koridordan kaldığı odaya koşuşturdu. Elleriyle dizlerinin üstüne çökerek, ahşap karyolasının altına uzandı ve üç yıl önce oraya sakladığı mühürlü zarfı aldı.

145

F: 10


Dan Brown

Zarfı yırtarak açınca, içinden dört tane Paris telefon numarası çıktı. Titreyerek numaralan çevirmeye başladı.

Aşağıda ise, Silas taş tableti sunağın üstüne bırakmış, hevesli ellerini deri İncil'e çevirmişti. Uzun beyaz parmakları sayfalan çevirirken terliyordu. Eski Ahit'e geçerek, Eyub Kitabı'nı buldu. Otuz sekizinci sureyi açtı. Parmaklarını metinde aşağı doğru kaydırırken, okuyacağı kelimeleri tahmin etmeye çalışıyordu.

Onlar liderlik yapacaklar!

On birinci ayeti bulan Silas cümleyi okudu. Sadece yedi kelimeden oluşuyordu. Aklı karışmış bir halde yeniden okurken, bir şeylerin son derece yanlış gittiğini sezinliyordu. Ayette şu basit kelimeler yazıyordu:

BURAYA KADAR GELECEKSİN, AMA DAHA İLERİ DEĞİL.

Da Vinci Şifresi

30

146



Güvenlik görevlisi Claude Grouard, Mona Lisa 'nın önünde yüzükoyun yatan esirinin başında dikilirken, öfkeden kuduruyordu. Bu hergele Jacques Sauniere'i öldürdü! Sauniere, Grouard ve adamları için çok sevdikleri bir baba gibiydi.

Grouard tetiği çekip, Robert Langdon'ın sırtına bir kurşun saplamaktan başka bir şey istemiyordu. Kıdemli bir memur olan Grouard, dolu silah taşıyan az sayıdaki görevliden biriydi. Kendi kendine Langdon'ı öldürmenin, Bezu Fache ve Fransız hapishanelerinin çektireceği ıstırapla karşılaştırıldığında çok hafif kalacağını hatırlattı.

Grouard kemerinden küçük telsizini çıkarıp destek istemeye çalıştı. Ama tek duyduğu parazitli bir sesti. Bu odadaki elektronik güvenlik, bekçilerin iletişim sistemini çalışmaz hale getiriyordu. Kapıya doğru gitmeliyim. Grouard silahını Langdon'a doğrultmuş bir halde, yavaşça kapı eşiğine doğru gerilemeye başladı. Üçüncü adımında, onu durduran bir şeye rastlamıştı.

Bu da ne böyle!

Odanın ortasında belirsiz bir görüntü beliriyordu. Bir siluet. Odada bir başkası mı vardı? Karanlıkta hareket eden bir kadın, sol taraftaki duvara doğru yürüyordu. Renkli fenerle yerde bir şey arıyormuş gibi, önünde morumsu bir ışık demeti ileri geri hareket ediyordu.

"Kim var orada?" diye soran Grouard, son otuz saniye içinde adrenalininin ikinci kez tavana vurduğunu hissetmişti. Birden silahını nereye doğrultacağına veya hangi yöne doğru hareket edeceğine karar veremedi.

Elindeki ışıkla hâlâ yeri tarayan kadın sakin bir tonla, "Teknik bölüm," diye cevap verdi.

147


Dan Brown

Police Technique et Scientifique. Grouard terliyordu. Ben tüm ajanların gittiğini sanıyordum! Artık kızıl ötesi mor ışığın teknik bölümle bağdaştığını fark etmişti ama yine de DCPJ'nin burada neden delil aradığını anlayamıyordu.

Grouard, "Votre nom?' diye seslendi. İçgüdüleri ona bir şeyin gerektiği gibi olmadığını söylüyordu. "Repondez!"n

Ses, sakin Fransızca, "C'est moi,n{r"> diye karşılık verdi. "Sophie Neveu."

Grouard'ın zihninin derinliklerinde bir yerlerde bu isim kayıtlıydı. Sophie Neveu? Bu, Sauniere'in torununun ismiydi, öyle değil mi? Küçük bir kızken buraya gelirdi ama bu yıllar önceydi. Bu kesinlikle o olamaz! Hem Sophie Neveu bile olsa, bu ona güvenmek için yeterli bir sebep değildi; Grouard, torunuyla Sauniere arasındaki hüzünlü ayrılığı duymuştu.

Kadın, "Beni tanıyorsun," diye seslendi. "Ve büyükbabamı Robert Langdon öldürmedi. İnan bana."

Memur Grouard bunu yutacak kadar saf değildi. Desteğe ihtiyacım var! Bir kez daha telsizini deneyip, parazit sesleri duydu. Kapı girişi hâlâ altı metre arkasındaydı, bu yüzden silahını yerde yatan adamdan ayırmadan yavaşça gerilemeye başladı. Grouard adımlarını geri geri atarken, odanın diğer tarafındaki kadının UV ışığını yukarı kaldırarak, Devlet Sa-lonu'nun arka kısmında, Mona Lisa'nm tam karşısında asılı duran resmi . incelediğini gördü.

Hangi resme baktığını gören Grouard yutkundu. Tanrı aşkına ne yapıyor bu kadın?

Odanın arka tarafındaki Sophie Neveu, alnından soğuk terler damladığını hissediyordu. Langdon hâlâ kollan ve bacakları açık bir halde yerde yatıyordu. Dayan Robert. Geldim. Muhafızın her ikisini de vurmayacağını bildiğinden, Sophie dikkatini elindeki işe verdi ve özellikle bir sanat eserinin -bir başka Da Vinci- etrafındaki alanı iyice gözden geçirdi. Ama UV ışığı sıradışı bir ize rastlamamıştı. Ne yerde, ne duvarlarda, ne de tablonun üstünde.

Burada bir şey olmalı!

•"' Cevap verin. ("> Benim.

148


Da Vinci Şifiesi

di.


Sophie, büyükbabasının şifrelerini doğru çözdüğüne kesinlikle emin-

Başka ne kastetmiş olabilir?

İncelediği başyapıt bir buçuk metrelik bir tabloydu. Da Vinci'nin resmettiği tuhaf sahnede, tehlikeli çıkıntılı kayalıklar üzerinde kucağında Bebek İsa'yla oturan Bakire Meryem, Vaftizci Yahya ve Azrail Meleği görülüyordu. Sophie küçükken Mona Lisa'ya yaptığı her ziyarette büyükbabası onu kolundan sürükleyerek bu ikinci tablonun başına getirirdi. Grand-pere, ben buradayım! Ama göremiyorum! Sophie arkasında duran görevlinin telsizinden yardım istemeye çalıştığını duyabiliyordu. Düşün!

Mona Lisa'nm koruyucu camına karalanan mesajı gözünde canlandırdı. Kara riya aklı bilsek. Karşısındaki tablonun önünde, mesaj yazılacak koruyucu herhangi bir cam yoktu ve Sophie, büyükbabasının bir başyapıtın üstüne yazı yazarak asla zarar vermeyeceğini iyi biliyordu. Durdu. En azından önüne değil. Gözlerini yukarı, tabloyu taşımak için tavandan sarkan uzun kablolara dikti.

Olabilir mi? Ahşap çerçeveyi sol tarafından kavrayarak kendine doğru çekti. Tablo oldukça büyüktü. Sophie, onu duvardan çekerken tablonun arka tarafı duvardan ayrılmıştı. Sophie başıyla omuzlarını tablonun arkasına sokup arka yüzeyi incelemek için siyah ışık tuttu.

Sezilerinin yanlış olduğunu anlaması yalnızca birkaç saniyesini almıştı. Tablonun arkası boştu. Mor yazılar yoktu, sadece eskiyen tuvalin küflü kahverengi arka yüzeyi... Dur biraz.

Sophie'nin gözleri, ahşap çerçevenin alt kenarına yerleştirilmiş parlak bir metalin ışıltısına takılmıştı. Bu küçük nesne, tuval ile çerçevenin buluştuğu kısımdaki açıklığın içine sıkıştırılmıştı. Arasından parlak altın bir zincir sarkıyordu.

Sophie zincirin tanıdık altın bir anahtara bağlı olduğunu görünce hayrete düştü. Geniş ve oymalı baş kısım haç şeklindeydi ve üstüne Sophie'nin dokuz yaşından beri görmediği mühür basılmıştı. P.S. harfleriyle birlikte bir fleur-de-lis. Sophie o anda büyükbabasının hayaletinin kulağı-

149

Dan Brown



na fısıldadığını hissetti. Vakti geldiğinde anahtar senin olacak. Büyükbabasının öldüğü halde verdiği sözü tutması, boğazının düğümlenmesine neden oldu. Büyükbabasının sesi, bu anahtar bir kutuyu açıyor, diyordu, orada pek çok sırrımı saklıyorum.

Sophie artık o geceki kelime oyununun sadece bu anahtar için oynandığını anladı. Büyükbabası öldüğünde yanında bu anahtar vardı. Polisin eline düşmesini istemediğinden, onu bu tablonun arkasına saklamıştı. Sonra, sadece Sophie'nin bulması için dâhice bir hazine avı planlamıştı. Güvenlik görevlisinin sesi, "Au secours-!"n diye bağırdı. Sophie anahtarı tablonun arkasından aşırarak, UV feneriyle birlikte cebine attı. Tuvalin arkasından bakarken, görevlinin ümitsizce hâlâ telsizinden birilerine ulaşmaya çalıştığını görebiliyordu. Langdon'ı hedef alan silahını ondan ayırmadan kapı girişine doğru geriliyordu. Telsizine bir kez daha, "Au secours!" diye bağırdı.

Parazit.

Buraya gelen turistlerin Mona Lisa'yı gördüklerini övünerek anlatmak için evi aramaya çalıştıklarında, cep telefonlarının çalışmadığını hatırlayan Sophie, telsizi çalışmıyor, diye düşündü. Duvarlardaki yoğun izleme tertibatı yüzünden, koridora çıkmadıkça herhangi bir haberleşme sisteminin işlemesine imkân yoktu. Görevli hızla çıkışa doğru ilerliyordu ve Sophie çabuk davranması gerektiğini biliyordu.

Arkasında durduğu büyük tabloya başını kaldırıp baktığında, o gece Leonardo da Vinci'nin bir kez daha yardımına koştuğunu gördü.

Silahını adama doğrultmuş olan Grouard kendi kendine, birkaç metre kaldı, diyordu.

Odanın diğer tarafında duran kadının sesi, "Arretez! Ou je la detru-

«/"(") diye yankılandı.

Grouard o tarafa bakıp durdu. "Mon dieıı, non/"1""'

<•> İmdat.

<"> Dur! Yoksa buna zarar veririm!

<••' "Aman Tanrım, hayır!"

150


Da Vinci Şifresi

Kırmızımsı sis bulutunun içinden, kadının büyük tabloyu kablolardan çıkartıp yere indirdiğini görebiliyordu. Bir buçuk metre yüksekliğindeki tablo, kadının tüm vücudunu gizliyordu. Grouard ilk önce tablonun yerinden oynayan kablolarının neden alarmları çalıştırmadığını düşündü ama sonra, kablo vericilerinin alarm için yeniden çalıştırılması gerektiğini anladı. Ne yapıyor!

Gördüğünde kanı dondu.

Tablo ortasından bel vermeye, Bakire Meryem, Bebek İsa ve Vaftiz-ci Yahya çarpılmaya başlamıştı.

Paha biçilemez Da Vinci'nin büküldüğünü dehşetle seyreden Grouard, "Non!" diye çığlık attı. Kadın dizini arka taraftan tablonun ortasına bastırıyordu. "NON!"

Grouard dönerek, tabancasını kadına doğrulttu ama hemen o anda bunun boş bir tehdit olduğunun farkına vardı. Tablo sadece bir bez parçasıydı ama kesinlikle delinemezdi -üstüne altı milyon dolarlık bir zırh giyiyordu.

Bir Da Vınci'ye kurşun sıkamçım!

Kadın soğukkanlı bir sesle Fransızca, "Silahınla telsizini yere bırak," dedi. "Yoksa dizimi bu tabloya geçiririm. Sanırım büyükbabamın bu konuda neler hissedeceğini iyi biliyorsundur."

Grouard sersemlemişti. "Hayır... lütfen. Bu Kayalıklar Bakiresi!" Silahıyla telsizini yere bırakıp, ellerini başının üstüne kaldırdı.

Kadın, "Teşekkürler," dedi. "Şimdi söylediklerimi tam olarak yap ki, her şey yolunda gitsin."

Birkaç dakika sonra, Sophie ile birlikte yangın merdiveninden zemin kata koşarak inen Langdon'ın kalbi hâlâ gümbürdeyerek atıyordu. Yerde titreyerek yatan görevliyi Devlet Salonu'nda bıraktıklarından beri ikisi de tek kelime etmemişti. Şimdi görevlinin silahını sıkıca tutan Langdon, ondan kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Silah ağırdı ve ona son derece yabancı geliyordu.

Basamakları çifter çifter atlayan Langdon, neredeyse mahvetmek üzere olduğu tablonun ne kadar değerli olduğu konusunda Sophie'nin bir fikri olup olmadığını merak ediyordu. Yaptığı sanatsal seçim, bu geceki

151

Dan Brown



macerayla son derece örtüşüyordu. Eline aldığı Da Vinci, tıpkı Mona Lisa gibi, sanat tarihçileri arasında gizli pagan sembolleri içerdiği düşüncesiyle oldukça ünlüydü.

Koşarlarken, "Çok değerli bir rehine seçtin," dedi.

"Kayalıklar Bakiresi," diye cevap verdi. "Ama onu ben değil, büyükbabam seçti. Tablonun arkasında benim için bir şey bırakmış."

Langdon, ona şaşkın bir bakış fırlattı. "Ne! Ama hangi tablo olduğunu nereden anladın? Neden Kayalıklar Bakiresi?"

"Kara riya aklı bilsek." Yüzüne zafer kazanmış bir gülümseme oturmuştu, "tik iki anagramı göremedim Robert. Üçüncüyü kaçıramazdım."

152


Da Vinci Şifresi

31

Rahibe Sandrine, Saint-Sulpice'deki odasında telefona, "Hepsi öldü!" diye kekeledi. O sırada bir telesekretere mesaj bırakıyordu. "Lütfen açın! Hepsi öldü!"



Listedeki ilk üç telefon numarası korkunç sonuçlar doğurmuştu -histerik bir dul, cinayet davası üzerinde geç saatlere kadar çalışan bir dedektif ve matemli bir aileyi teselli eden ciddi bir rahip. Her üç bağlantı da ölmüştü. Ve şimdi de, dördüncü numarayı aradığında -ilk üçüne ulaşılamadığı müddetçe aranmayacak olan numara- karşısına telesekreter çıkmıştı. Karşılama mesajında hiçbir isim verilmiyor, sadece arayan kişinin mesajını bırakması isteniyordu.

Mesajı bırakırken, "Yerdeki karo kırıldı!" diye yalvardı. "Diğer üçü öldü!"

Rahibe Sandrine, koruduğu dört adamın kimliklerini bilmiyordu, ama yatağının altına tıkıştırdığı özel telefon numaralan tek bir koşulda aranabilirdi.

Yüzü olmayan haberci ona, eğer bu yer karosu kırılırsa, demişti, üst kademeye erişildi demektir. İçimizden biri ölümle tehdit edilmiş ve ümitsiz bir yalan söylemek zorunda kalmıştır. Numaraları ara. Diğerlerini uyar. Bizi bu konuda yüzüstü bırakma.

Bu sessiz bir alarmdı. Basit olduğu kadar sağlam ve güvenilirdi. İlk duyduğunda plan onu hayrete düşürmüştü. Kardeşlerden birinin kimliği tehlikeye girdiğinde, diğerlerini uyarmaya yarayan mekanizmayı başlatacak bir yalan söyleyecekti. Ama bu gece, bir kişiden fazlasının' kimliği tehlikeye düşmüş gibiydi.

Korkuyla, "Lütfen cevap verin," diye fısıldadı. "Neredesiniz?"

153

Dan Brown



il

Kapıdan gelen derin bir ses, "Telefonu kapat," dedi.

Dehşetle arkasını dönünce, dev cüsseli keşişi gördü. Ağır şamdanı elinde tutuyordu. Rahibe, titreyen elleriyle telefonu yerine koydu.

Keşiş, "Öldüler," dedi. "Dördü birden. Ve beni aptal yerine koydular. Bana kilit taşının yerini söyle."

Rahibe Sandrine gerçeği söyleyerek, "Bilmiyorum!" dedi. "Sırrı diğerleri saklıyordu." Ölmüş olan diğerleri!

Beyaz yumruğuyla demir şamdanı kavrayan adam, ona doğru ilerledi. "Sen bir kilise rahibesisin, buna rağmen onlara mı hizmet ediyorsun?"

Rahibe Sandrine meydan okuyan bir tavırla, "İsa'nın gerçek bir mesajı vardı," dedi. "Ben bu mesajı Opus Dei'de göremedim."

Keşişin gözlerinde birden gazap fırtınaları koptu. Şamdanı sopa gibi sallayarak bir hamle yaptı. Rahibe Sandrine yere düşerken, aklından son geçen düşünceler, kötü bir şeylerin olacağıydı.

Dördü birden öldü.

Kıymetli gerçek sonsuza dek kayboldu.

154

Da Vinci Şifresi



32

Denon Kanadı'nın batı ucundaki güvenlik alarmı, Langdon ile Sophie Paris akşamının kucağına koşarken, yakındaki Tuileries Bahçeleri'ndeki güvercinleri ürkütüp kaçırmıştı. Sophie'nin meydanın karşı tarafında duran arabasına koşarlarken, Langdon uzaklardan gelen polis sirenlerini duyabiliyordu.

Meydanda park halinde duran iki kişilik kırmızı arabayı işaret eden Sophie, "İşte şuradaki," dedi.

Şaka yapıyor öyle değil mi? Araç, Langdon'ın hayatında gördüğü en küçük arabaydı.

Sophie "SmartCar," dedi. "Yüz kilometrede bir litre yakıyor."

Sophie arabayı çalıştırıp, çakıl taşlarından kaldırıma çıkana kadar, Langdon kendini yan koltuğa ancak atabilmişti. Araba kaldırımda ilerleyip, Carrousel de Louvre'daki adacığın bulunduğu yere sıçrayarak inerken arabanın ön paneline tutundu.

Sophie bir an için merkezi çevreleyen taflanların arasından geçip adacıktan dümdüz giderek kısa yolu kullanmayı ve böylelikle ortadaki geniş çimenlik alana ulaşmayı düşündü.

Carrousel du Louvre'un etrafındaki taflanların ortadaki tehlikeli çukuru -La Pyramide Inversee- saklamaya yaradığını bilen Langdon, "Hayır!" diye bağırdı. Baş aşağı duran bu gökdelen piramidi daha önce müzenin içinden görmüştü. Tek bir lokmada SmartCar'ı yutabilecek büyüklükteydi. Bereket versin ki, Sophie geleneksel yolu tercih edip direksiyonu Sağa kırmış ve dışarı çıkıncaya kadar daire çizmişti. Daha sonra sola döndü ve kuzey şeridini takip ederek, Rue de Rivoli'ye doğru hızlandı.

155

Dan Brown



Arkalarındaki iki tonlu polis sirenlerinin sesi artık daha yüksek gelmeye başlamıştı ve Langdon yan aynadan baktığında farları görebiliyordu. Sophie, Louvre'dan daha hızlı uzaklaşabilmek için gaza basınca SmartCar'ın motoru itiraz etti. Elli metre ileride, Rivoli'deki ışık kırmızıya döndü. Sessizce küfreden Sophie hızını kesmeden devam etti. Langdon kaslarının gerildiğini hissediyordu.

"Sophie?"

Kavşağa geldiklerinde çok az yavaşlayan Sophie farlarını açtı ve yeniden gaza basıp, boş kavşaktan sola keskin bir dönüş yapmadan önce her iki yöne de şöyle bir baktı. Batıya doğru beş yüz metre kadar gittikten sonra Sophie geniş bir adanın etrafından sağa saptı. Kısa süre içinde Champs-Elysees Bulvan'nın karşı tarafında ilerlemeye başlamışlardı.

Düz yolda gitmeye başladıktan sonra Langdon yan pencereden boynunu uzatıp Louvre'a doğru baktı. Arkalarından polis takip ediyormuş gibi görünmüyordu. Müzenin önünde bir mavi ışıklar denizi toplanmaya

başlamıştı.

Kalp atışı sonunda yavaşlayan Langdon önüne döndü. "Bu ilginçti,"

dedi.

Sophie, onu duymuşa benzemiyordu. Gözlerini, Paris'in Beşinci Cad-, de'si diye bilinen lüks mağazaların yer aldığı üç kilometrelik Champs-Elysees Bulvan'na dikmişti. Büyükelçilik sadece bir buçuk kilometre uzaklıktaydı. Langdon koltuğuna yerleşti.



Kara riya aklı bilsek.

Sophie'nin aklını bu kadar hızlı çalıştırması gerçekten etkileyiciydi.

Kayalıklar Bakiresi.

Sophie, büyükbabasının onun için tablonun arkasına bir şey sakladığını söylemişti. Son bir mesaj mı? Langdon, Sauniere'in zekice düşünülmüş saklama yerine hayranlık duymaktan kendini alamıyordu; Kayalıklar Bakiresi o gecenin birbirine bağlı sembol zincirine tam olarak uyuyordu. Öyle görünüyordu ki Sauniere, her seferinde Leonardo Da Vinci'nin karanlık ve muzip yönüne duyduğu hayranlığı dile getirmişti.

Kayalıklar Bakiresi teklifi Da Vinci'ye Lekesiz Doğum Kardeşler Birliği diye bilinen bir kuruluştan gelmişti. Milano'daki San Francesco kili-selerindeki sunakta bulunan üçlemenin ortası için bir tabloya ihtiyaç duyuyorlardı. Rahibeler, Leonardo'ya tablonun tam ebatlarını ve istedikleri

156


Da Vinci Şifresi,

temayı belirtmişlerdi... bir mağaraya sığınan Bakire Meryem, Vaftizci Bebek Yahya, Azrail ve Bebek İsa. Da Vinci onların istediği gibi çalıştığı jıalde, işi teslim ettiğinde grup dehşete düşmüştü. Tabloyu tartışmalı ve rahatsız edici ayrıntılarla doldurmuştu.

Tabloda, kolunu bebek İsa olduğu tahmin edilen bir çocuğa dolamış mavi sabahlık içindeki Bakire Meryem görünüyordu. Meryem'in karşısında, yine bir çocukla, ki onun da Vaftizci Yahya olduğu tahmin ediliyordu, Azrail oturuyordu. Bununla birlikte, alışıldık Yahya'yı vaftiz eden İsa betimlemesinin yerine bu kez bebek Yahya, İsa'yı vaftiz ediyordu... ve İsa yetkisini ona veriyordu! Bundan daha da sıkıntı verici olan, Meryem'in bir elini bebek Yahya'nın başının üstünde tutması ve tehditkâr bir tavır içinde olmasıydı -elleri, görünmeyen bir başı kavrayan kartal pençesi gibiydi. Son olarak, en belirgin ve en korkutucu görüntü: Meryem'in kıvrılmış parmaklarının tam altında Azrail'in yaptığı kesme işaretiydi -sanki Meryem'in pençemsi elinin tuttuğu görünmeyen başı boynundan kesip ayırıyor gibiydi.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə