Dan Brown Da Vinci Şifresi



Yüklə 1,86 Mb.
səhifə20/36
tarix10.11.2017
ölçüsü1,86 Mb.
#9407
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   36

Langdon, "Kâse," dedi. "Kayıp tanrıçanın sembolüdür. Hıristiyanlık ortaya çıktığında, eski pagan dinleri hemen yok olmadı. Kayıp Kâse'yi arayan şövalye efsaneleri, aslında kayıp kutsal dişinin arandığını anlatan yasak hikâyelerdi. 'Kadehi aradığını' iddia eden şövalyeler, kadınlara boyun eğdiren, tanrıçaları dışlayan, inanmayanları yakan ve paganların kutsal dişiye saygı göstermesini yasaklayan bir kiliseden korunmak için şifreli bir biçimde konuşuyorlardı."

Sophie başını iki yana salladı. "Affedersiniz, Kutsal Kâse'nin bir kişi olduğunu söylediğinizde ben onu gerçek bir insan sanmıştım."

Langdon, "Öyle," dedi.

Heyecanla ayağa kalkmaya çalışan Teabing, "Ama herhangi bir kadın değil," diye ağzından kaçırdı. "Taşıdığı sır öylesine güçlü ki, açıklandığında Hıristiyanlığı temelinden sarsmakla tehdit ediyor."

Sophie duygularına kapılmış gibiydi. "Peki bu kadın tarihte tanınmış biri mi?"

"Oldukça." Teabing koltuk değneklerini alarak, koridora yöneldi. "Ve eğer çalışmayı başka bir yerde sürdürebilirsek dostlarım, size onun Da Vinci'nin çizdiği resmini göstermekten şeref duyarım."

İki oda ötedeki mutfakta uşak Remy Legaludcc sessizce bir televizyonun önünde duruyordu. Haber kanalı bir adamla bir kadının fotoğraflarını gösteriyordu... Remy'nin az önce çay ikram ettiği iki kişiyi.

I

267


Dan Brown

57

Zürih Emanet Bankası'nın dışındaki barikatta duran Teğmen Collet, Fache'nin bir arama emriyle gelmesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü merak ediyordu. Bankacıların bir şey sakladığı belli oluyordu. Langdon ile Neveu'nun daha önce geldiğini ve doğru hesap numarasını bilmedikleri için geri çevrildiklerini iddia etmişlerdi.



Peki o zaman neden içeri girip bakmamıza izin vermiyorlar?

Sonunda Collet'nin cep telefonu çaldı. Arama Louvre'daki komuta merkezinden yapılıyordu. Collet, "Hâlâ arama emri çıkaramadınız mı?"

diye sordu.

Ajan, ona, "Bankayı unut," dedi. "Yeni bir ipucu aldık. Langdon ile Neveu'nun saklandığı yeri tam olarak tespit ettik."

Collet kendini arabasının kaportasına sertçe bırakarak oturdu. "Şaka

yapıyorsun."

"Banliyöde bir adres aldım. Versailles yakınlarında."

"Yüzbaşı Fachc biliyor mu?"

"Henüz bilmiyor. Önemli bir telefon görüşmesi yapıyor."

"Yola çıkıyorum. Müsait olduğunda beni aramasını sağla." Collet adresi alarak arabasına atladı. Bankadan uzaklaşırken, Langdon'ın bulunduğu yeri DCPJ'ye kimin ihbar ettiğini sormayı unuttuğunu fark etti. Önemli de değildi. Collet şüpheciliğinin ve eski kırdığı potların bedelini ödeme şansına sahip oluyordu. Meslek hayatının en önemli tutuklamasını gerçekleştirmek üzereydi.

Collet kendisine eşlik eden diğer beş arabaya telsizle bildiri yaptı-"Siren çalmayın. Langdon geldiğimizi anlamamalı."

268


Da Vinci Şifresi

Siyah bir Audi, kırk kilometre ilerideki bir taşra yolunda kenara çekmiş ve bir tarlanın kenarında gölgeler arasına park etmişti. Silas dışarı çıkarak, önünde duran muazzam yapıyı çevreleyen demir parmaklıklara göz gezdirdi. Uzaktaki şatoya giden, ay ışığının vurduğu eğime baktı.

Aşağı katın tüm ışıkları yanıyordu. Bu saat için pek de alışıldık değil, diye düşünen Silas gülümsedi. Öğretmen'in ona verdiği bilginin doğruluğu ortadaydı. Bu evden kilit taşını almadan çıkmayacağım, diye ant içti. Piskoposu ve Öğretmen'iyüzüstü bırakmayacağım.

Heckler Koch'undaki on üç mermilik şarjörünü kontrol ettikten sonra, parmaklıkların arasından iterek çimenlik araziye düşürdü. Ardından, parmaklıkları üst kısmından kavrayarak kendini yukarı çekti ve diğer tarafa atladı. Keçe kemerinin verdiği acıyı dikkate almayan Silas silahını kavrayarak çimenli yokuştan yukarı uzun yürüyüşüne başladı.

269

Dan Brown



58

Teabing'in "çalışma odası", Sophie'nin hayatında gördüğü hiçbir çalışma odasına benzemiyordu. Şövalyenin, en lüks ofis odalarındakilerden en az altı, yedi kat daha geniş çalışma masası, fizik laboratuvarı, arşiv kütüphanesi ve kapalı bit pazarının garip bir karışımını andırıyordu. Yukarıdan sarkan üç avizeyle aydınlatılmıştı. Uçsuz bucaksız yer karosunun üstünde, kitapların, sanat eserlerinin, el sanatlarının ve elektronik cihazların -bilgisayarlar, projektörler, mikroskoplar, fotokopi makineleri ve tarayıcılar- altında kaybolan çalışma masaları vardı.

Ayaklarını sürüyerek odaya girerken utangaç görünen Teabing, "Burası balo salonuydu," dedi. "Dans etmekle ilgili ufak bir sorunum var."

Sophie tüm gecenin, hiçbir şeyin beklediği gibi çıkmadığı bir alacakaranlık kuşağına dönüştüğünü hissediyordu. "Hepsi çalışmalarınız için

mi?"

Teabing, "Gerçeği öğrenmek hayatımın aşkı oldu," dedi. "Ve en sevdiğim metresim Sangreal."



Kutsal Kâse bir kadın, diye düşünen Sophie'nin aklı, hiçbir anlam ifade etmeyen birbiriyle bağlantılı fikirlerin karmaşası içindeydi. "Kutsal Kâse olduğunu iddia ettiğiniz bu kadının sizde bir resmi olduğunu söylemiştiniz."

"Evet ama bu kadının Kâse olduğunu ben iddia etmiyorum. Bunu İsa

kendisi iddia etti."

Gözleriyle duvarları tarayan Sophie, "Bu tablo hangisi?" diye sordu.

"Hmmm..." Teabing unutmuş gibi yaptı. "Kutsal Kâse. Sangreal. Kadeh." Birden dönüp arkasındaki duvarı gösterdi. Oraya Son Aksam Yeme-

270


Da Vinci Şifresi

ği'nin iki buçuk metre uzunluğunda bir baskısı asılmıştı, yani Sophie'nin az önce baktığı resmin aynı. "İşte orada!"

Sophie bir şeyleri kaçırdığına emindi. "Bana az önce gösterdiğiniz resmin aynı."

Teabing göz kırptı. "Biliyorum, ama büyütülmüş hali çok daha heyecan verici. Sen de öyle düşünmüyor musun?"

Sophie yardım istercesine Langdon'a döndü. "Ben koptum." Langdon gülümsedi. "Kâse'nin gerçekten Son Akşam Yemeği'nde görüldüğü ortaya çıktı. Leonardo onu göze çarpacak bir şekilde tabloya dahil etmişti."

Sophie, "Dur biraz," dedi. "Bana Kutsal Kâse'nin bir kadın olduğunu söylediniz. Son Aksam Yemeği, on üç erkeğin gösterildiği bir resim." "Öyle mi?" Teabing kaşlarını yukarı kaldırdı. "Yakından bak." Sophie tereddüt ederek resmin yanına gidip on üç figürü inceledi -ortada İsa Mesih, solunda altı havari ve sağında altı havari. "Hepsi de erkek," diye teyit etti.

"Ya?" dedi Teabing. "Peki Hz. İsa'nın sağ yanında, onur koltuğunda oturana ne demeli?"

Sophie, Mesih'in hemen sağındaki figürü dikkatle inceledi. Bu kişinin yüzüne ve vücuduna bakarken, içinde büyük bir şaşkınlık uyandı. Omuzlarına dökülen kızıl saçları, narince kıvrılmış elleri ve göğüsleri olduğuna dair bir ipucu vardı. Bu hiç şüphesiz... bir kadındı.

Sophie, "Bu bir kadın!" diye çığlık attı.

Teabing gülüyordu. "Sürpriz, sürpriz. İnan bana bu bir hata değil. Leonardo cinsler arasındaki farkları boyamakta bir ustaydı."

Sophie gözlerini İsa'nın yanındaki kadından ayıramıyordu. Son Aksam Yemeği'nde on üç erkek olması gerekiyor. Bu kadın kim? Sophie bu klasik resmi defalarca gördüğü halde bu bariz uyuşmazlığı hiç fark etmemişti.

Teabing, "Herkesin gözünden kaçar," dedi. "Bu sahne hakkındaki inancımız o kadar sabittir ki, zihnimiz uyuşmazlığı görmemizi engeller."

Langdon, "Buna skitoma denilir," dedi. "Beyin güçlü semboller karşısında bunu bazen yapar."

Teabing, "Bu kadını fark etmemiş olmanın bir sebebi de," dedi. "Sanat kitaplarındaki fotoğrafların çoğunun 1954 yılından önce çekilmiş ol-

271

Dan Brown



maşıdır, o zamanlar ayrıntılar hâlâ kir katmanlarının altında saklıydı ve on sekizinci yüzyılda resmin üzerinde beceriksiz eller tarafından restorasyon çalışmaları yapılmıştı. Ama artık fresk, Da Vinci'nin asıl boyadığı kata kadar temizlendi." Fotoğrafı gösterdi. "İşte."

Sophie resme daha da yaklaştı. Mesih'in yanındaki dindar ifadeli, ağırbaşlı bir yüze sahip, kızıl saçlı genç bir kadındı ve ellerini nazikçe kavuşturmuştu. Kiliseyi tek başına parçalayacak olan kadın bu mu? Sophie, "Kim bu kadm?" diye sordu.

Teabing, "Bu kadın hayatım," diye yanıt verdi. "Magdalah Meryem." Sophie, ona döndü. "Fahişe mi?"

Teabing bu kelime kendisini şahsen yaralamış gibi kısa bir nefes aldı. "Magdalene öyle biri değildi. Bu talihsiz yanlış kavram, eski kilisenin başlattığı karalama kampanyasından miras kaldı. Tehlikeli sırrını -yani Kutsal Kâse rolünü- örtbas etmek için kilisenin Magdalah Meryem'i karalaması gerekiyordu." "Rolünü mü?"

Teabing, "Dediğim gibi," diye açıklama yaptı. "Eski kilisenin tüm dünyayı ölümlü İsa'nın Tanrısal olduğuna inandırması gerekiyordu. Bu yüzden Mesih'in dünyevi özelliklerini anlatan tüm surelerin İncil'den çıkarılması lazımdı. Fakat özellikle bir dünyevi temanın surelerde sürekli yenilenmesi, eski editörlerin canını sıkmıştı. Magdalah Meryem." Durdu. "Daha da önemlisi, İsa Mesih'le olan evliliği."

"Affedersiniz anlayamadım?" Sophie'nin gözleri önce Langdon'a sonra Teabing'e çevrildi.

Teabing, "Tamamen tarihi kayıtlara dayanıyor," dedi. "Ve Da Vinci bu gerçeğin kesinlikle farkındaydı. Son Akşam Yemeği, özellikle izleyicisinin yüzüne İsa ile Magdalalının bir çift olduğunu haykırır." Sophie freske yeniden baktı.

"Mesih ile Magdalalının giysilerinin, birbirlerinin aynadaki yansıması gibi olduğuna dikkatini çekerim." Teabing freskin ortasındaki iki figürü

gösterdi.

Sophie büyülenmişti. Elbette giysilerindeki renkler yer değiştirmişti. Mesih kırmızı bir elbise ile mavi harmani giyerken, Magdalah Meryem'in elbisesi mavi harmanisi de kırmızıydı. Yin veyang.

272

Da Vinci Şifresi



Teabing, "Daha da tuhaf olan kısmına gelecek olursak," dedi. "Mesih ile eşinin kalça kısmından birleşmiş olduğunu ve geriye doğru karşılıklı yaslanarak, aralarında ters bir boşluk oluşturduklarını görürüz."

Teabing henüz konturların üzerinden geçmeden, Sophie boşluğu görmüştü... resmin odak noktasındaki sekilin su götürür yanı yoktu. Langdon'ın az önce Kâse, kadeh ve kadın rahmi için çizdiği sembolle aynıydı.

Teabing, "Son olarak," dedi. "Eğer Mesih ile Magdalalıyâ" insan gibi değil de, kompozisyon unsurları olarak bakarsan, başka bir biçimin ortaya çıktığını göreceksin." Durdu. "Alfabedeki bir harf."

Sophie ilk bakışta görmüştü. Harfi okumak, onu olduğundan hafife almak gibi olacaktı. Birden Sophie'nin resimde görebildiği tek şey bu harf olmuştu. Resmin tam ortasında, koskocaman kusursuz bir M harfi belirginleşiyordu.

Teabing, 'Tesadüf olamayacak kadar mükemmel, öyle değil mi?" diye sordu.

Sophie hayrete düşmüştü. "Neden orada?"

Teabing omuzlarını silkti. "Komplo teorisyenleri bu harfin Matrimo-nio ya da Magdalah Meryem 'i temsil ettiğini söylüyorlar. Doğrusunu istersen, bundan hiç kimse emin değil. Emin olunan tek şey orada saklı duran M harfi. Kâse'yle ilgili sayısız eserde saklı bir M harfi vardır... filigran olarak, resmin altında saklı olarak ya da kompozisyonda yanılsamalar yaratarak. Ama elbette en belirgin M harfi, Sion Tarikatı'nın eski Büyük Üstat'ı Jcan Cocteau'nün yaptığı, Londra'daki sunağı süsleyen Paris'li Meryem'inde görülür."

Sophie aldığı bilgiyi düşünüp tarttı. "Mesih'in Magdalah ile olan evliliğinin kanıtı olduğu iddia edilemese de, gizli M harflerinin merak uyandırıcı olduğunu itiraf etmeliyim." î

Üstü kitaplarla dolu, yakındaki bir masaya doğru ilerleyen Teabing, "Hayır, hayır," dedi. "Daha önce de söylediğim gibi, Mesih ile Magdalah Meryem'in evlilikleri tarihi tutanakların bir parçası." Kitap koleksiyonunu karıştırmaya başlamıştı. "Ayrıca İsa'nın evli bir adam olması, İncil'deki bekâr İsa görüşünden çok daha mantıklı."

Sophie, "Neden?" diye sordu.

273

F: 18


"

Dan Brown

Teabing kitaplarını karıştırırken konuşmayı kısa süreliğine devralan Langdon, "Çünkü Mesih bir Yahudiydi," dedi. "Ve o zamanlardaki sosyal kültür, Yahudi bir erkeğin bekâr kalmasını yasaklıyordu. Yahudi geleneklerine göre evlenmemek ayıptı, Yahudi bir babanın oğlu için uygun bir eş bulması zorunluydu. Eğer İsa evli olmasaydı, İncil ayetleri bundan mutlaka bahseder ve normal olmayan bekârlığının bir açıklamasını yapardı."

Teabing bulduğu koca bir kitabı kendine doğru çevirdi. Deri kaplı baskı, dev bir atlas büyüklüğündeydi. Kapakta şöyle yazıyordu: Gnostik İlahileri. Teabing kapağı kaldırarak açtığında Langdon ile Sophie yanına gittiler. Sophie eski yazılardan alınmışa benzeyen büyütülmüş pasaj fotoğraflarını görebiliyordu, el yazısıyla yazılmış yırtık pırtık papirüsler. Eski dili tanımamıştı ama yan sayfada tercümeleri yazıyordu.

Teabing, "Bunlar daha önce bahsettiğim Nag Hammadi ve Lut Gölü yazmaları," dedi. "En eski Hıristiyan kayıtları. Ne yazık ki İncil'deki ayetlerle uyuşmuyorlar." Kitabın orta kısmını açarak, parmağıyla bir pasajı işaret etti. "Filippos Suresi başlamak için iyi bir yer."

Sophie pasajı okudu:

Ve Kurtancı'nın yoldaşı Magdalalı Meryem'dir. İsa, onu tüm müritlerden daha fazla sever ve genellikle onu dudaklarından öperdi. Diğer müritler bu duruma içerler ve kınadıklarını ifade ederlerdi. Ona, "Neden onu hepimizden daha fazla seviyorsun?" derlerdi.

Okudukları Sophie'yi şaşırtmıştı ama kesin bir yargı uyandırmıyorlardı. "Evlilik hakkında hiçbir şey söylemiyor."

"Au contraire." İlk satırı gösteren Teabing gülümsedi. "Herhangi bir Arami uzmanı sana o günlerde yoldaş kelimesinin, eş anlamında kullanıldığını söyleyecektir."

Langdon başını sallayarak onayladı.

Sophie ilk satırı tekrar okudu. Ve Kurtancı'nın yoldaşı Magdalalı Meryem 'dir.

Teabing kitabı karıştırarak diğer pasajları gösterdi. Magdalalı ile Mesih'in romantik bir ilişkisi olduğunu gören Sophie oldukça şaşırmıştı. Pasajları okurken, küçüklüğünde büyükbabasının kapısını hınçla çalan kızgın papazı hatırlamıştı.

274

Da Vinci Şifresi



Kapıyı açan küçük Sophie'ye ters bir bakış fırlatan papaz, "Burası Jacques Sauniere'in evi mi?" diye sormuştu. "Bu yazısı hakkında onunla konuşmak istiyorum." Papaz bir gazeteyi tutuyordu.

Sophie, büyükbabasını çağırmış ve iki adam çalışma odasına girerek, kapıyı kapatmışlardı. Büyükbabam gazeteye, bir şey mi yazdı? Sophie he-men mutfağa koşup, sabah gazetesinin sayfalarını karıştırmaya başlamıştı. İkinci sayfadaki makalede büyükbabasının ismini görmüştü. Okudu. Sophie yazılan her şeyi anlayamamıştı ama sanki, papazların baskısı altındaki Fransız Hükümeti'nin, Mesih'in Magdalalı Meryem isimli bir kadınla seviştiğini konu edinen İsa 'nın Son Günahı adlı bir Amerikan sinema filmini yasakladığı anlatılıyordu. Büyükbabası makalesinde kilisenin küstahlık yaptığını ve yasaklamakla hata ettiğini söylemişti.

Papazın tepesinin attığına şaşırmak gerekir, diye düşündü Sophie.

"Bu pornografi! Dine saygısızlık!" diye bağıran papaz çalışma odasından fırlayarak, ön kapıya yönelmişti. "Bunu nasıl onaylarsın? Bu Amerikalı Martin Scorsese Tann'ya küfrediyor, kilise onun Fransa'da hiçbir şekilde isim yapmasına izin vermeyecek!" Papaz dışarı çıkarken kapıyı arkasından çarparak kapatmıştı.

Büyükbabası mutfağa girdiğinde, Sophie'nin elinde gazeteyle kaşlarını çattığını görmüştü. "Hızlı davranmışsın."

Sophie, "Sence İsa Mesih'in kız arkadaşı mı vardı?"

"Hayır hayatım, ben kilisenin bize hangi fikirleri benimseyip benimsemeyeceğimizi dayatmamalı dedim."

"Mesih'in kız arkadaşı var mıydı?"

Büyükbabası bir süre sessiz kalmıştı. "Olsaydı çok mu kötü olurdu?"

Sophie düşündükten sonra omuzlarını silkmişti. "Bence sakıncası yok."

Sir Leigh Teabing hâlâ konuşuyordu. "Seni Mesih ile Magdalalı Meryem'in birlikteliğine dair sayısız referansla sıkmayacağım. Modern tarihçiler bunu cılkını çıkartıncaya kadar araştırdılar. Yine de bir şeyi belirtmek isterim." Başka bir pasaj gösterdi. "Bu Magdalalı Meryem Sure-si'nden."

Sophie, Magdalalı adını taşıyan bir sure olduğunu bilmiyordu. Metni okudu:

275

Dan Brown



Ve Petros dedi ki: "Kurtarıcı bizim bilgimiz olmayan bir şeyi gerçekten bir kadınla mı konuştu? Hepimiz şimdi o kadını mı dinleyeceğiz? O kadını bize tercih mi etti?"

Ve Levi cevap verdi. "Petros, sen her zaman çabuk sinirlenen biri olmuşsundıır. Şimdi senin o kadınla bir rakip gibi uğraştığını görüyorum. Eğer Kurtarıcı, onu değerli kılmışsa, sen kim oluyorsun da o kadını reddediyorsun? Elbette Kurtarıcı o kadını çok iyi tanıyor. Onu bizden daha fazla sevmesinin nedeni bu."

Teabing, "Bahsettikleri kadın," dedi. "Magdalalı Meryem. Petros, onu kıskanıyordu."

"Mesih, Meryem'i tercih ettiği için mi?"

"Sadece bu değil. İşin ciddiyeti sevgiden çok daha büyüktü. Surenin bu kısmında Mesih'in yakında yakalanıp, çarmıha gerileceğinden şüphe ettiği anlatılır. Bu yüzden Magdalalı Meryem'e kendisi öldükten sonra kilisesini nasıl devam ettireceğine dair talimatlar verir. Sonuç olarak Petros bir kadının arkasında ikinci sırada bulunmaktan ötürü hoşnutsuzluğunu dile getirir. Zannedersem Petros cinsiyet ayrımcılığı yapıyordu."

Sophie duyduklarını kavramaya çalışıyordu. "Bu Aziz Petros değil mi? Mesih'in kilisesini inşa ettiği kayalık."

"Aynı ama işin içinde bir bityeniği var. Değiştirilememiş olan bu dizelere göre İsa, Hıristiyan Kilisesi'nin kuruluş direktiflerini Petros'a vermemişti. Verdiği kişi Magdalalı Meryem'di."

Sophie, ona baktı. "Yani Hıristiyan Kilisesi'nin bir kadın tarafından devam ettirileceğini mi söylüyorsunuz?"

"Plan buydu. İsa ilk feministti. Kilisesinin Magdalalı Meryem'e emanet edilmesini istemişti."

Son Akşam Yemeği'ne işaret eden Langdon, "Ve Petros'un bu konuda bir rahatsızlığı vardı," dedi. "Buradaki Petros. Da Vinci'nin onun Magdalalı Meryem'e duyduğu hislerin bilincinde olduğunu anlayabilirsin."

Sophie'nin bir kez daha nutku tutulmuştu. Resimde Petros tehditkâr bir şekilde Magdalalı Meryem'e doğru eğiliyor ve bıçak gibi tuttuğu eliyle onun boynunu kesiyormuş gibi yapıyordu. Kayalıklar Bakiresi'nûck\ aynı tehditkâr el hareketi!

276


Da Vinci Şifresi

Petros'un yanındaki havarileri işaret eden Langdon, "Ve burada," dedi. "Biraz netameli gibi, değil mi?"

Sophie gözlerini kısarak baktığında, havarilerin arasından bir el çıktığını gördü. "Bu el bir hançer mi tutuyor?"

"Evet. Yine de biraz garip, eğer kollan sayarsan bu elin... hiç kimseye ait olmadığını göreceksin. Vücudu yok. Belirsiz."

Sophie'nin aklı fazlasıyla karışmıştı. "Affedersiniz, ben tüm bunların Magdalalı Meryem'i nasıl Kutsal Kâse yaptığını hâlâ anlayamadım?"

Teabing yeniden, "Aha!" diye bağırdı. "İşte asıl mesele de bu!" Bir kez daha masaya dönerek, geniş bir çizelge çıkarttı ve Sophie'nin önüne açtı. Ayrıntılı bir şecere görülüyordu. "Çok az kişi Magdalalı Meryem'in İsa'nın sağ kolu olmasının yanı sıra, zaten güçlü bir kadın olduğunu bilir."

Sophie şimdi soyağacının başlığını görebiliyordu.

BENJAMIN AİLESİ

Soyağacının üst kısımlarında bir yeri gösteren Teabing, "Magdalalı Meryem burada," dedi.

Sophie şaşırmıştı. "Benjamin Hanedanı'ndan biri miydi?" Teabing, "Evet," dedi. "Magdalalı Meryem soylu biriydi." "Ama ben Magdalalı Meryem'in fakir olduğu izlenimini edinmiştim." Teabing başını iki yana salladı. "Güçlü aile bağlarının kanıtlarını yok etmek için Magdalalıyı bir fahişe gibi tanıtmışlardı."

Sophie kendini yeniden Langdon'a bakarken buldu, o da tekrar başını salladı. Sonra Teabing'e döndü. "Peki ama Magdalalı Meryem'in soylu olmasının eski kilise için ne gibi bir sakıncası vardı?"

Britanyalı gülümsedi. "Sevgili çocuğum, kiliseyi bu kadar kaygılandıran Magdalalı Meryem'in soylu olması değil, yine soylu bir kan taşıyan İsa ile birlikte olmasıydı. Bildiğin gibi Matta İncil'inde bize Mesih'in Davut Hanedanı'ndan geldiği söylenir. Aynı zamanda Kral Süleyman'ın -Yahudi Kralı- torunudur. İsa, güçlü Benjamin Hanedanı'ndan biriyle evlenerek iki soylu kanı birbirine harmanlamış oldu, böylece tahtta yasal hak iddia edebilecek ve Süleyman zamanında olduğu gibi krallıkları canlandıracak potansiyel bir siyasi birlik yaratmıştı."

Sophie sonunda onun bunu asıl konuya bağlayacağını sezinlemişti.

277


Dan Brown

Teabing şimdi heyecanlı görünüyordu. "Kutsal Kâse efsanesi, asil kanı anlatan bir efsanedir. Kâse hikâyesinde bahsedilen 'İsa'nın kanı ile dolu olan kadeh' ...aslında Magdalalı Meryem'i anlatır... Mesih'in soylu neslini taşıyan kadın rahmini."

Kelimeler Sophie'nin aklına kazınmadan önce balo salonunda yankılanarak geri dönmüş gibiydi. Magdalalı Meryem, İsa Mesih'in soylu neslini mi taşıyordu? "Ama İsa'nın nasıl nesli olur, onların?..." Durup Langdon'a

baktı.


Langdon tebessüm etti. "Çocukları olmalıydı."

Sophie donup kalmıştı.

Teabing, "Şuraya bakın," diye veryansın etti. "İnsanlık tarihindeki en büyük örtbas buydu. İsa Mesih evlenmekle kalmamış, aynı zamanda baba olmuştu. Tatlım, Magdalalı Meryem, Kutsal Kâse'ydi. İsa Mesih'in asil nesli ile dolu olan kadehti. Soyu taşıyan rahim ve kutsal meyvenin çıktığı

üzüm bağıydı."

Sophie kollarındaki tüylerin diken diken olduğunu hissediyordu. "Ama bu kadar büyük bir sır, bunca yıl boyunca nasıl saklı kalmış?"

Teabing, "Tanrı aşkına!" dedi. "Kesinlikle saklı tutulmadı! İsa Mesih'in soylu nesli, tüm zamanların en çok anlatılan efsanesidir... Kutsal Kâse. Magdalalı Meryem'in hikâyesi yüzyıllarca her türlü mecaz ve lisan kullanılarak avaz avaz dünyaya ilan edildi. Gözlerini açtığın anda onun hikâyesini her yerde görebilirsin."

Sophie, "Peki Sangreal Belgeleri?" diye sordu. "Onlar da Mesih'in soylu neslini ispatlıyorlar mı?"

"Evet."


"O halde Kutsal Kâse efsanesi tamamıyla soylu nesille ilgili."

Teabing, "Harfi harfine," dedi. "Sangreal kelimesi San Greal'den gelir... ya da Kutsal Kâse'den. Ama Sangreal kelimesinin en eski bölünme şekli farklıydı." Teabing bir müsvedde kâğıdına yazarak, Sophie'ye uzattı.

Sophie, onun yazdığını okudu.

Sang Re a 1

Sophie o anda tercümeyi fark etmişti.

Sang Real aslında Asil Kan anlamına geliyordu.

278

Da Vinci Şifresi



59

New York'taki Lexington Caddesi'nde bulunan Opus Dei merkezinin lobisindeki erkek resepsiyon görevlisi telefonda Piskopos Aringaro-sa'nın sesini duyunca şaşırmıştı. "İyi geceler efendim."

Alışılmadık bir şekilde endişeli konuşan piskopos, "Bana mesaj bırakan oldu mu?" diye sordu.

"Evet efendim. Aradığınıza çok memnun oldum. Size dairenizden ulaşamadım. Yarım saat kadar önce acil bir telefon mesajı aldınız."

"Öyle mi?" Aldığı haberle rahatlamış gibiydi. "Arayan kişi ismini bıraktı mı?"

"Hayır efendim, sadece bir numara." Santral numarayı verdi. "Ülke kodu otuz üç mü? Fransa'nın kodu öyle değil mi?" "Evet efendim, Paris arayan kişi onunla hemen bağlantı kurmanızın çok önemli olduğunu söyledi."

"Teşekkür ederim. Bu telefonu bekliyordum." Aringarosa görüşmeyi hemen bitirdi.

Resepsiyon görevlisi ahizeyi yerleştirirken, Aringarosa'nın telefon hattından neden cızırtılı sesler geldiğini merak etti. Piskoposun günlük planı, onun bu hafta sonu New York'ta olacağını gösteriyordu ama sesi dünyanın bir ucundan geliyor gibiydi. Resepsiyon görevlisi omuzlarını silkti. Piskopos Aringarosa son birkaç aydır oldukça tuhaf davranıyordu.

Fiat, Roma'daki Ciampino Charter Havaalanı'na yaklaşırken Aringarosa, cep telefonum çekmemiş olmalı, diye düşündü. Öğretmen bana taşmaya çalışıyordu. Aringarosa telefonu kaçırdığı için endişelenmekle beraber, Öğretmen'in Opus Dei merkezini aramakta sakınca görmemesinden cesaret almıştı.

279


Dan Brown

Bu gece Paris'te işler yolunda gitmiş olmalı.

Aringarosa numarayı çevirirken, yakında Paris'te olacağı için heyecanlanıyordu. Şafak sökmeden ayak basmış olacağım. Aringarosa'nın kiraladığı uçak Fransa'ya gitmek için onu bekliyordu. Bu saatte ticari havayolu şirketlerini kullanmayı düşünemezdi, özellikle de evrak çantasındakile-ri gözönünde bulundurduğunda. Hat çalmaya başlamıştı.

Bir kadın sesi cevap verdi. "Direction Centrale Police Judiciaire." Aringarosa tereddüt etti. Bu beklenmedik bir şeydi. "Ah, evet... Benden bu numarayı aramam istenmiş."

Kadın, "Qui âtes-vous?" dedi. "İsminiz?"

Aringarosa ismini verip vermemek konusunda kararsızdı. Fransız adli polisi mi?

Kadın, "İsminiz monsieur?" diye ısrar etti. "Piskopos Manuel Aringarosa." "Un moment." Hatta bir klik sesi duyuldu.


Yüklə 1,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə