Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə58/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   77

niş bile, otoriter anlamda bir "görev" olarak kabul edilecektir. Her 
iki ahlâkta da ortak olan "yapmak zorunda olma" duygusu son 
derece aldatıcı bir etkendir, çünkü insanda var olan en iyi şeyle 
olduğu kadar en kötü şeyle de ilişkili olabilir. 
Otoriter ve hümanist vicdan arasındaki karmaşık ilişkinin 
güzel bir örneği Kafka'nın Dava adlı eseridir. Kitabın kahramanı, 
K, bilmediği bir suçtan ötürü "güzel bir sabah vakti tutuklanmış" 
ve yaşamak için önünde kalan bir yıl boyunca da hayatını bu 
şekilde sürdürmüştür. Bütün roman K'nın, yasalarını ve yargıla-
ma yöntemlerini bilmediği esrarlı bir mahkeme önünde kendini 
nasıl savunmaya çalıştığını anlatır. Olanca gücüyle, aşağılık 
avukatların, mahkeme kurulu ile ilişkisi olan kadınların, karşısına 
çıkan herkesin yardımını sağlamaya çalışır -hiçbirinin yararı ol-
maz. Sonunda ölüm cezasına çarptırılır ve idam edilir. 
Roman, rüyaya benzeyen simgesel bir dille yazılmıştır; 
bütün olaylar, aslında, dış olaylarla simgelenmiş iç yaşantılarla 
ilgili olduğu halde, canlıdır ve görünüşte gerçeğe uygundur. 
Hikâye, bilinmeyen otoriteler tarafından suçlanan ve onların 
hoşuna gitmeyecek bir şey yaptığı için kendini suçlu hisseden 
bir adamın suçluluk duygusunu anlatır; ama bu otoriteler ondan 
o derece yüksek bir düzeydedirler ki, niçin suçlandığını ve 
kendini nasıl savunacağını bile bilmez. Bu açıdan görüldüğünde, 
romanın, Calvin'in teolojisine en yakın olan bir teolojik görüşü 
temsil ettiği söylenebilir. İnsan, nedenlerini anlamaksızın mah-
kûm edilmiştir ya da kurtarılmıştır. Yapabileceği tek şey titremek 
ve kendini Tanrının lütfuna bırakmaktır. Bu yorumlamanın 
temelinde bulunan teolojik görüş Calvin'in suç kavramıdır ve bu 
da otoriter vicdanın en aşırı şeklini dile getirir. Şu var ki, bir bakı-
ma, Dava'daki otoriteler, Calvin'in Tanrısından adamakıllı fark-
lıdırlar. Şanlı ve görkemli olacak yerde, ahlâksız ve aşağılıktır-
lar. Bu nokta, K'nın bu otoritelere başkaldırmış olmasını simge-
198 
ler. Onlar tarafından ezildiğini hissetmiş ve kendini suçlu gör-
müştür; ama yine de onlardan nefret eder ve hiçbir ahlâkî ilkeye 
bağlı olmadıklarını hisseder. Boyun eğme ile karşı koymadan 
oluşan bu karışım, otoritelere -özellikle içe-mal- edilmiş otorite-
ye, yani vicdanlarına- bazen boyun eğen bazen başkaldıran 
birçok insanın ayırt edici niteliğidir. 
Ama K'nın suçluluk duygusu aynı zamanda hümanist 
vicdanının gösterdiği bir tepkidir. "Tutuklanmış" olduğunu anla-
mıştır, yani gelişmesi ve imkânlarını gerçekleştirmesi engellen-
miş, durdurulmuştur. Hayatının boşu boşuna geçtiğini ve ve-
rimsizliğini hissetmektedir. Kafka, birkaç cümle ile, K'nın haya-
tının yaratıcılıktan yoksun oluşunu ustaca anlatır bize. Şöyle ya-
şamaktadır K: 
O ilkbahar K akşamlarını şu şekilde geçirmeye alışmıştı: işten 
çıktıktan sonra, fırsat buldukça -genellikle saat dokuza kadar 
büroda kalırdı- yalnız başına ya da bazı iş arkadaşları ile kısa 
bir yürüyüş yapardı, sonra bir birahaneye giderdi, genellikle 
yaşlı erkeklerin oturduğu bir masada saat on bire kadar 
otururdu. Bu tek-düzelikte bazı kural-dışı değişiklikler de olurdu. 
K'nın çalışkanlığına ve güvenilirliğine büyük bir değer veren 
Banka Müdürü onu bir araba gezintisine ya da villasına 
yemeğe çağırırdı. Haftada bir kere K Elsa adında bir kıza 
giderdi; bu kız her gece, sabahın erken saatlerine kadar bir 
kabarede garsonluk eder, gündüzleri de ziyaretçilerini 
yatağında kabul ederdi.
4 2 
K, niçin olduğunu bilmeden kendini suçlu hissetmektedir. 
Kendinden kaçar, başkalarının yardımını sağlamaya çalışır; 
oysa onu ancak suçluluk duygularının gerçek nedenini anlamak 
* "Arrest" kelimesi İngilizcede hem "tutuklama", hem de "durdurma" anlamına 
gelir. (Çevirenin notu.) 
42
 F. Kalka, The Trial, E.I.Muirin çevirisi (New York: Alfred A Knopf, 1937), s. 23. 
ı
 127 


ve yaratıcılığını geliştirmek kurtarabilirdi. Kendisini tutuklayan 
müfettişe, mahkemeyle ve kendisinin davadan kurtulma şansıy-
la ilgili çeşit çeşit sorular sorar. Bu durumda verilebilecek tek bir 
öğütle karşılaşır. Müfettiş ona şöyle der: "Sorularınıza cevap 
veremesem de, hiç değilse size bir parça öğüt verebilirim. Bizi 
ve başınıza gelenleri daha az, kendinizi ise daha çok düşünün." 
Başka bir sefer de hapishanenin rahibi K'nın vicdanının 
yerini alır; rahip ona kendi kendisine hesap vermesi gerektiğini, 
hiçbir rüşvetin ve kendine acındırma girişiminin kendi ahlâk 
problemini çözemeyeceğini gösterir. Ama K, rahibi yalnızca 
kendisi için arabuiucuk edebilecek başka bir otorite olarak görür 
ve ilgilendiği tek şey rahibin ona kızıp kızmadığıdır. Rahibi 
yatıştırmaya çalıştığı zaman, rahip ona kürsüden şöyle haykırır: 
"Sahiden hiçbir şeyi göremiyor musun?" "Öfkeli bir haykırıştır 
bu, ama aynı zamanda başka birinin düşüşünü görüp de şaşı-
ran, kendini kaybeden ve elinde olmayarak bağıran bir insanın 
çığlığıdır." Ama bu çığlık bile K'yı kendine getiremez. Kendini 
yanlızca daha suçlu hissetmekle kalır, çünkü düşündüğü şey 
rahibin ona kızmış olmasıdır. Rahip, konuşmaya şöyle son verir: 
"Öyleyse niçin sana sahip çıkmak, senin adına bir şeyler yap-
mak isteyeyim? Mahkeme de sana sahip çıkmak istemiyor. Gel-
diğin zaman seni içeri alıyor, gidince de bırakıyor." Bu cümle, 
hümanist vicdanın özünü dile getirmektedir. İnsanı aşan hiçbir 
güç, ahlâkî yönden ona sahip çıkamaz, onun adına bir şeyler 
yapamaz. Hayatını kurtarma ya da yitirme sorumluluğu insanın 
kendisine aittir. Ancak vicdanının sesini anladığı zaman kendine 
dönebilir. Kendine dönemezse, ölecektir; ona kendinden başka 
hiç kimse yardım edemez. K, vicdanının sesini anlamayı başa-
ramamıştır, bunun için de ölmesi gerekecektir. Tam idam edile-
ceği sırada, ilk defa olmak üzere, bir an için gerçek problemini 
görebilir. Yaratıcı olmadığını, sevgiden ve inançtan yoksun bu-
lunduğunu anlar; 
201
 ı
 127 
Gözleri, taş ocağına bitişik olan evin üst katma takıldı. 
Birden bire parlayan bir ışık gibi bir pencerenin kanadı 
ansızın açılıverdi; bu kadar uzaktan ve yükseklikten iyice 
seçilemeyen belirsiz bir insan yüzü birden pencereden 
sarktı ve kollarını öne doğru uzattı. Kimdi bu? Bir dost 
mu? İyi kalpli bir insan mı? Onu anlayan biri mi? 
Yardım etmek isteyen biri mi? Yalnızca bir kişi miydi? 
Yoksa hepsi orada mıydılar? Yardım gelecek miydi? 
Gözden kaçmış bazı lehte kanıtlar mı bulunmuştu? 
Şüphesiz böyle olmalıydı. Mantık ne kadar sağlam 
temellere dayanmış olursa olsun, yaşamak isteyen bir in-
sanın karşısında tutunamazdı. Hiçbir zaman görmediği 
yargıç neredeydi? Hiçbir zaman giremediği Yüce Mah-
keme neredeydi? Ellerini kaldırdı ve avuçlarını açtı.
43 
K, ilk defa olarak, insanlar arasındaki dayanışmayı, dostlu-
ğun mümkün olduğunu ve insanın kendine karşı yükümlülüğünü 
anlamıştır. Yüce Mahkemenin ne olduğunu soruyor, ama şu an-
da nenin nesi olduğunu araştırdığı bu Yüce Mahkemenin, inan-
dığı akıldışı otorite değil de, vicdanının Yüce Mahkemesi oldu-
ğunu anlıyor; kendisini gerçekten suçlayan odur, ama daha ön-
ce o bunu fark etmemiştir. K yalnızca otoriter vicdanını fark et-
miş ve onun temsil ettiği otoriteleri elde etmeye, kendinden yana 
çekmeye çalışmıştır. Kendisini aşan birine karşı kendini savun-
ma işine öylesine sarılmıştır ki, gerçek ahlâk problemini tümüyle 
gözden kaçırmıştır. Otoriteler tarafından suçlandığı için kendini 
suçlu hissetmiştir, oysa hayatını ziyan ettiği için suçludur ve su-
çunu
 anlamadığı için de kendisini değiştirmesi mümkün olama-
mıştır. İşin acı tarafı şudur ki, olup bitenleri ancak iş işten geç-
tikten sonra anlayabilmiştir. 

43
 Aynı eser, ss. 287-288. 


Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə