Erdem ve mutluluk



Yüklə 32 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə57/77
tarix14.05.2018
ölçüsü32 Kb.
#43822
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   77

ğanüstü bir aşamaya ulaşmış olacağım; yüz on yaşına 
geldiğim zaman ise, yaptığım her şey, ister bir nokta, 
isterse çizgi olsun, canlı olacak. 
Yetmiş beş yaşında, benim tarafımdan yazılmıştır; bir za-
manların Hokusai'si, bugün Gvvakio Rojin, resim yapma-
yı deli gibi seven yaşlı  a d a m /

Beğenilmeme korkusu, akıldışı ölüm ve yaşlılık korkusun-
dan daha az etkileyici, daha az çarpıcı olmakla birlikte, yine de 
bilinçdışı suçluluk duygusunun önemli bir belirtisidir. Burada da 
normal bir tavrın akla uygun olmayan bozulmuş bir şekli ile 
karşılaşıyoruz: İnsan, tabiî olarak, başka insanların kendisini be-
ğenmesini, onaylamasını ister; bu yüzden de düşüncelerinde, 
duygularında ve hareketlerinde kültürel kalıplardan ayrılmaktan 
korkar. Bu akıldışı beğenilmeme korkusunun nedenlerinden biri, 
bilinçdışı bir suçluluk duygusudur. Eğer insan, yaratıcı bir 
şekilde yaşama görevini başaramadığı için kendini beğenmi-
yorsa, bunun yerine başkaları tarafından beğenilmeyi koymak 
zorundadır. Beğenilmek için duyulan bu özlem, ancak ahlâkî bir 
problem olarak, bilinçdışı ama yaygın bir suçluluk duygusunun 
ifadesi olarak görüldüğü zaman tam olarak anlaşılabilir. 
Öyle görünüyor ki, insan kendi vicdanının sesine kulakla-
rını tıkamada başarılı olabiliyor. Ama yaşamanın bir bölümünde 
bu girişimin başarısız olduğunu görüyoruz: Uyku halindeyken... 
İnsan burada, gündüzleri kendisini kuşatan gürültülere kapılarını 
kapamıştır ve yalnızca iç yaşantılarına açıktır; bu iç yaşantılar 
ise, birçok akıldışı çabalar kadar, değer yargıları ve içgörülerden 
de oluşmuştur. Uyku, çoğu zaman, insanın vicdanını sustura-
mayacağı biricik fırsattır; ama işin acı yanı şu ki, uykuda vicda-
nımızın sesini duyduğumuz zaman hareket etme imkânımız 
41
 J. LaFarge'dan, A Talk About Hokusai (W.C.Martin, 1896). 
194 
yoktur; hareket etmemiz mümkün olduğu zaman da, rüyamızda 
gördüğümüz şeyi unuturuz. 
Aşağıdaki rüya bir örnek olarak işe yarayabilir. Ünlü bir 
yazar kişilik bütünlüğünü yitirmek pahasına bir hayli para ve ün 
kazanabileceği bir iş önerisi almıştır; bu öneriyi kabul etsem mı, 
etmesem mi diye düşünürken şu rüyayı görmüştür: Bir dağın 
eteğinde fırsat düşkünü oldukları için aşağı gördüğü çok başarılı 
iki
 adam durmaktadır; onlar ona dağın tepesine çıkan dar bir 
yoldan arabasını sürmesini söylerler. O da onların öğütlerini 
dinler ve tam dağın tepesine ulaşacağı sırada arabası yoldan 
çıkar devrilir ve kendisi de ölür. Bu rüyanın verdiği haberi yo-
rumlamaya pek gerek yok: Uyuduğu sırada, kendisine önerilen 
işi
 kabul etmenin yıkım demek olacağını biliyordu; şüphesiz, 
rüyanın simgesel dilinin bildirmiş olduğu gibi, fizik bir varlık ola-
rak
 değil de, kişilik bütünlüğü olan, yaratıcı bir insan.olarak yok 
olacağını... 
Vicdan konusu üzerinde tartışırken otoriter ve hümanist 
vicdanları ayrı ayrı incelemiş olmamın nedeni, her birinin ayırt 
edici
 niteliklerini gösterebilmek içindi; oysa onlar, hiç şüphesiz, 
gerçekte birbirlerinden ayrı değildirler ve bir insanda birinin var 
olması ötekinin varlığını imkânsız kılmaz. Gerçekte herkeste her 
iki
 "vicdan" da vardır. Problem bu ikisinden hangisinin daha 
kuvvetli olduğunu ve karşılıklı ilişkilerini ayırt edebilmektir. 
Suçluluk duyguları, bilinçli olarak, çoğu zaman otoriter 
vicdanla ilgiliymiş gibi hissedilmektedir, oysa dinamik bakımdan 
bu
 duyguların kökleri hümanist vicdandadır; bu durumda, otori-
ter
 vicdan hümanist vicdanın bir rasyonalizasyonu gibidir. Bir 
insan
 otoritelerin hoşuna gitmeyecek bir şey yaptığı için bilinçli 
olarak kendini suçlu gördüğü halde, kendi beklentilerine gore 
yaşamadığı için bilinçdışı bir suçluluk duyabilir. Bu konuda bir 
1
07 


örnek verelim: Müzisyen olmak isteyen bir adam, babasının 
isteklerini yerine getirmek için iş adamı olmuştur. İş alanında 
oldukça başarısızdır, babası da oğlunun başarısızlığı karşısında 
hayal kırıklığını açığa vurmaktadır. Kendini ruhça çökmüş ve 
gereken işi yapamayacak durumda hisseden oğlan, sonunda bir 
psikanalistten yardım istemeye karar vermiştir. Psikanaliz 
sırasındaki görüşmede önce ruh çöküntüsü ve yetersizlik 
duygularından uzun uzun söz etmiştir. Çok geçmeden, ruh çö-
küntüsünün, babasını hayal kırıklığına uğrattığı için duymuş 
olduğu suçluluk duygularından ileri geldiğini kabul etmiştir. Psi-
kanalist, bu suçluluk duygusunun gerçek olup olmadığı konu-
sunda ona sorular sorduğu zaman, hastanın canı sıkılmıştır. 
Ama bundan az sonra, rüyasında kendini babası tarafından övü-
len çok başarılı bir iş adamı olarak görmüştür; oysa gerçek ha-
yatta hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştır; rüyanın bu nokta-
sında birdenbire şiddetli bir korkuya kapılmış, kendini öldürmek 
istemiş ve uyanmıştır. Bu rüya onu şaşırtmış ve suçluluk duygu-
larının gerçek kaynağı konusunda yanılıp yanılmadığını düşün-
meye götürmüştür. O zaman suçluluk duygusunun gerçekte ba-
basını hoşnut edememekten değil, tersine, onun dediklerini ye-
rine getirmekten ve kendi kendisini hoşnut edememekten ileri 
geldiğini fark etmiştir. Bilinçli suçluluk duygusu, otoriter vicda-
nının ifadesi olarak, bir dereceye kadar gerçektir, ama kendine 
karşı duyduğu ve hiçbir şekilde fark etmediği suçluluk duygusu-
nun ne derece büyük olduğunu örtbas etmektedir. Bu örtbas et-
menin nedenlerini kestirmek güç değildir: Kültürümüzün kalıpları 
bunu desteklemektedir; bu kültürel kalıplara göre, bir insanın ba-
basını hayal kırıklığına uğrattığı için suçluluk duymasının bir 
anlamı olduğu halde, kendisini ihmal ettiği için suçluluk duyma-
sının pek bir anlamı yoktur. Başka bir neden de, gerçek suçunu 
fark edecek olursa, öfkeli bir babadan duyduğu korku ile onu 
hoşnut etmeye çalışmak arasında bocalayacak yerde, kendini 
196 
babasının baskısından kurtarmak ve kendi hayatını ciddî bir 
şekilde ele almak zorunda kalacağı korkusudur. 
Otoriter bir vicdanla hümanist vicdan arasındaki ilişkinin 
başka bir şekli, davranış kurallarının içeriğinin aynı olmasına 
rağmen, bu kuralları kabul etmeye götüren dinamik gücün ya da 
itkinin farklı oluşudur. Öldürmemeyi, nefret etmemeyi, haset 
etmemeyi ve başka insanları sevmeyi buyuran emirler hümanist 
ahlâkın olduğu kadar otoriter ahlâkın da kurallarıdır. Vicdanın 
gelişmesinin ilk aşamasında otoritenin verdiği emirlerin, daha 
sonraki bir aşamada, otoriteye itaat etmiş olmak için değil de, 
insanın kendine karşı duyduğu sorumluluktan ötürü yerine 
getirildiği söylenebilir. Julian Huxley, otoriter bir vicdanın kaza-
nılmasının, akıl yeteneğinin ve özgürlüğün hümanist vicdanı 
mümkün kılacak bir düzeye ulaşmasından önceki dönemde, 
insanlığın gelişme sürecinin zorunlu bir aşaması olduğuna dik-
kati çekmiştir; başka yazarlar da aynı fikri çocuğun gelişmesi 
açısından öne sürmüşlerdir. Huxley, tarihle ilgili analizinde haklı 
olabilir, ama çocuk söz konusu olduğu zaman, otoriter olmayan 
bir toplumda, otoriter vicdanın hümanist vicdanın oluşumu için 
zorunlu birön-şart olması gerektiğine inanmıyorum; şu var ki, bu 
varsayımın geçer olup olmadığını ancak insanlığın gelecekteki 
gelişmesi kanıtlayabilecektir. 
Vicdan eğer katı ve karşı konulması mümkün olmayan akıl-
dışı bir otoriteye dayanıyorsa, hümanist vicdanın gelişmesinin 
tam olarak baskı altına alınacağı söylenebilir. Bu durumda, in-
san, tam olarak kendi dışındaki güçlere bağlı olacak ve kendi 
varlığı için herhangi bir ilgi ve sorumluluk duyamaz hale gele-
cektir. Onun için önemli olan şey, ister devlet, isterse bir önder 
ya da bunlardan daha az güçlü olmayan kamuoyu söz konusu 
olsun, bu güçlerin onu beğenmesi ya da beğenmemesidir. 
Hümanist anlamda, ahlâkla en ufak bir ilgisi olmayan bir davra-
ı
 127 


Yüklə 32 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə