Liberal ve "ilerici" eğitim sistemleri bu durumu sandığımız
kadar değiştirmemiştir. Açık otoritenin yerini anonim otorite, açık
emirlerin yerini "bilimsel" şekilde hazırlanmış formüller almıştır;
"bunu yapma" cümlesi "bunu yapmak istemezsin" cümlesi ile yer
değiştirmiştir. Gerçekte, bu anonim otorite birçok bakımdan açık
bir otoriteden daha fazla baskı yaratabilir. Çocuk artık kendisine
otoriter bir şekilde davranıldığının (ana- baba da emir verdiğinin)
farkında değildir; otoriteye karşı savaş açamaz ve bağımsızlık
duygusuna ulaşamaz. Bilim adına, sağduyu ve işbirliği adına
ikna edilmiş ve tatlı sözlerle kandırılmıştır; bu tür objektif ilkelere
karşı kim savaş açabilir ki?
Çocuğun iradesi bir kere kırıldı mı, suçluluk duygusu başka
bir yolla da kuvvetlenmiş olur. Boyun eğdiğinin ve yenilgisinin
belli belirsiz bir şekilde farkındadır ve buna bir anlam vermek
zorundadır. Şaşırtıcı ve acı veren bir yaşantıyı açıklamaya
çalışmaksızın kabul edemez. Bu durumda başvurulan rasyonali-
zasyon, prensip olarak, parya sınıfından bir Hintlinin ya da acı
çeken bir Hıristiyanın rasyonalizasyonunun aynıdır: Yenilgisi ve
zayıflığı, günahlarına karşı bir ceza olarak "açıklanmaktadır."
Özgürlüğünü yitirmiş olması gerçeği, suçunun kanıtı olarak
rasyonalize edilir ve bu düşünce kültürün ve ana-babanın değer
sistemlerinin yaratmış olduğu suçluluk duygusunu artırır.
Çocuğun ana-baba otoritesinin baskısına karşı gösterdiği
tabiî tepki, Freud'un "Oidipus kompleksinin özünü oluşturan bir
başkaldırmadır. Freud, küçük oğlan çocuğun annesine karşı
duyduğu cinsel istek yüzünden babasının rakibi haline geldiğini
ve bu yarışmadan kaynaklanan endişenin tatmin edici bir
biçimde alt edilememesi yüzünden nevrotik bir gelişmenin orta-
ya çıktığını düşünmüştür. Çocukla ana-baba otoritesi arasındaki
çatışmaya ve çocuğun bu çatışmayı tatmin edici bir biçimde çö-
zememesine dikkati çeken Freud, nevrozların köklerine dokun-
186
B. Hümanist Vicdan
Hümanist vicdan, kendimizi beğendirmek için didinip dur-
duğumuz, beğenmemesinden ise korktuğumuz bir otoritenin içe-
mal-edilmiş sesi değildir; her insanda bulunan ve dışarıdan ge-
len mükâfat ve cezalardan bağımsız olan kendi sesimizdir o. Bu
sesin özel niteliği nedir? Onu niçin dinliyoruz ve nasıl oluyor da
ona kulaklarımızı tıkayabiliyoruz?
Hümanist vicdan, tüm kişiliğimizin, kendi fonksiyonunu
gerektiği şekilde yerine getirmesine ya da getirememesine karşı
göstermiş olduğu tepkidir; yalnızca şu ya da bu gibi bir
yeteneğin fonksiyonuna karşı değil, insanî ve bireysel varlığı-
mızı oluşturan yeteneklerin tümüne karşı gösterilen bir tepkidir.
Vicdan, insanî varlıklar olarak fonksiyonlarımızı yargılar; (con-
scienta kelimesinin kökünden anlaşılacağı üzere) kendi içimiz-
deki bilgidir vicdan, yaşama sanatındaki başarımızı ya da
başarısızlığımızı bilmiş olmamızdır. Ama vicdan, bilgi olmakla
birlikte, soyut düşünce alanındaki bilgiden fazla bir şeydir.
Duygusal bir niteliği vardır, çünkü yalnızca aklımızın değil, tüm
kişiliğimizin göstermiş olduğı^ bir tepkidir. Gerçekten de, vicda-
nımızın bizi etkilemesi için onun bize söylediği şeyleri bilinçli ola-
rak fark etmemiz gerekmez.
Tüm kişiliğimizin gerektiği şekilde fonksiyonda bulunması-
na ve açılıp gelişmesine yol açan hareketler, düşünceler ve
duygular hümanist "rahat vicdan"ın ayırt edici niteliği olan bir
iç-onaylamaya, bir "doğruluk" duygusuna yol açar. Buna karşı-
lık, tüm kişiliğimiz için zararlı olan hareketler, düşünceler ve
duygular da "suçlu vicdan"ın ayırt edici niteliği olan bir rahatsız-
lık ve tedirginlik duygusu yaratır. Vicdan, böylece, kendimizin
kendimize karşı gösterdiği tepkidir. Bizi kendimize gelmeye,
yaratıcı bir şekilde yaşamaya, tam olarak ve uyumlu bir biçimde
189
ı
127
gelişmeye -yani imkânlarımız bakımından neysek, o olmaya-
çağıran gerçek benliğimizin sesidir; kişilik bütünlüğümüzün
bekçisidir; "haklı ve yerinde bir gururla insanın kendi benliğini
güvence altına alma ve aynı zamanda kendisine evet deme
gücünü kendinde bulabilmesidir."
40
Eğer sevgi, sevilen kişinin
sahip olduğu imkânların onaylanması ve sevilen kişinin biri-
cikliğine gösterilen ilgi, bakım ve saygı olarak tanımlanabiliyor-
sa,
hümanist vicdan da yerinde bir deyişle, kendimiz için göster-
diğimiz sevgi dolu bir ilgi ve bakımın sesi olarak tanımlanabilir.
Hümanist
vicdan, yalnızca gerçek benliğimizin simgesi ol-
makla kalmaz; aynı zamanda, hayattaki ahlâkî yaşantılarımızın
özünü oluşturan şeyleri de kapsamı içerisine alır. Hayattaki
amacımızla ve bizi bu amaca ulaştıracak ilkelerle ilgili bilgiyi de
vicdanımızda saklarız; kendi kendimize bulduğumuz ilkeler ka-
dar, başkalarından öğrendiklerimiz ve doğru olduğunu anladı-
ğımız ilkelerdir bunlar.
Hümanist vicdan, insanın kendi-menfaatinin ve kişilik
bütünlüğünün ifadesidir; oysa otoriter vicdan insanın itaat
etmesi,
kendini feda
etmesi, görevi
ya da
"çevreye uyması" ile
ilgilenmektedir. Hümanist vicdanın gayesi, yaratıcılık, dolayısıyla
mutluluktur, çünkü mutluluğu yaratıcı bir şekilde yaşamaktan
ayırmak mümkün değildir. Ne kadar değerli görünürlerse görün-
sünler, kişinin başkalarının elinde bir araç olarak kendi kendini
baltalaması, "benliğini yitirmesi", mutsuz kaderine boyun eğmiş,
cesaretini yitirmiş bir hale gelmesi, kendi vicdanının isteklerine
karşı çıkması demektir. Kişilik bütünlüğümüzü ve gerektiği
şekilde fonksiyonda bulunmasını bozan her şey, ister düşünce-
lerimiz isterse hareketlerimiz söz konusu olsun, hattâ hoş-
40
F. Nietzsche, The Genealcgy of Morals, İt, 3. Heidegger'in vicdan tanımına
da bakınız (M. Heidegger, Sein undZeit, 54-60, Halle a.s., 1927).
Dostları ilə paylaş: |