Ve şüphesiz kendini bundan alıkoyamayacaktır, çünkü
ruhu kabalaşıp bayağılaşacak ve kalbi çürüyüp
bozulacak, üstelik kederli bir ruh hali içerisine düşe-
bilecektir. Ne bekliyordun? Çirkefi istediğin kadar karış-
tır, yine çirkeftir. Günah işledik mi, işlemedik mi diye
düşünmenin cennette ne yararı olabilir bize? Bunun
üzerinde derin derin düşüneceğim zamanı, cennetteki
sevinçler için inciler dizmekle geçirebilirdim. İşte bunun
içindir ki, şöyle yazılmıştır: "Kötülükten uzak dur ve iyilik
yap. Kötülüğe tam olarak çevir sırtını, onun üzerinde
düşünme ve iyilik yap. Yanlış bir şey mi yaptın? O
zaman doğru bir şey yaparak dengeyi sağla."
Ger'li Isaac Meier
1
"
İnsanın, "Vicdanıma göre hareket edeceğim." demesinden
daha büyük bir gururla söyleyebileceği başka hiçbir şey yoktur:
İnsanlar tarih boyunca, bildikleri ve inandıkları şeylerden
vazgeçmeleri için yapılan her türlü baskıya rağmen, adalet,
sevgi ve doğruluk ilkelerine bağlı kalmışlardır. Peygamberler
kendi ülkelerini suçladıkları, ahlâk bozukluğu ve haksızlık yü-
zünden çöküp gideceğini haber verdikleri zaman vicdanlarına
göre hareket etmişlerdi. Socrates doğru bildiği şeylerden ödün
vererek vicdanına ihanet etmesine yol açacak bir ders vermek-
tense, ölmeyi tercih etmişti. Vicdan olmasaydı, insan soyu geliş-
me sürecinin tehlikeli akışı içerisinde çoktan batağa saplanmış
olurdu.
Bunlardan farklı olan, ama yine de vicdanlarına göre
hareket ettiklerini iddia eden başka insanlar da vardır: Vicdan
sahibi insanları kazığa bağlayıp yakan ve bunu kendi vicdanla-
rının adına yaptıklarını öne süren Engizisyoncular; güçlü olmak
3
' İn Time and Eternity, ed.: N.N. Glatzer (New York: Schocken Books, 1946).
1
0
7
için duydukları tutkuyu her şeyin üstünde tuttukları halde, vic-
danlarına göre hareket ettiklerini iddia eden yırtıcı savaşçılar...
Gerçekte, başkalarına ya da kendimize karşı gösterdiğimiz za-
limce ya da ilgisiz davranışların hemen hepsi vicdanın emri
olarak rasyonalize edilmekte, böylece vicdanımızı yatıştıra-
bilmek için yine vicdanın gücünden yararlanmamız mümkün ol-
maktadır.
Vicdan, gündelik hayatta karşımıza çıkan çeşitli görünüş-
leriyle, gerçekten de, karışık bir şeydir. Bu çeşitli vicdan türleri
birbirinin aynı mıdır, yalnızca içerikleri mi farklıdır? Yalnızca
ortak bir "vicdan" adı altında toplanan farklı olaylar mıdır? Olayı,
insan davranışına yön veren itkiler problemi olarak gözlem ve
deneyimlere dayanacak şekilde incelediğimiz zaman, vicdanın
var olduğunu öne süren varsayımı kabul etmek mümkün değildir
diyebilir miyiz?
Vicdandan söz eden felsefî yazılar bu sorulara bir sürü
ipucu vermektedir. Cicero ve Seneca, davranışımızı ahlâkî
niteliklerine göre suçlayan ya da savunan bir iç ses olarak söz
etmişlerdir vicdandan. Stoa felsefesi, vicdanın kendini-koruma
(kendine dikkat ve ilgi gösterme) ile ilişkili olduğunu ör
_
sürmüş,
Khrysippos ise onu insanın kendi içerisindeki uyumun bilincine
varması olarak tanımlamıştır. Skolastik felsefede vicdan, aklın
yasası (lex rationis) olarak görülmüş ve insana Tanrı tarafından
verildiği kabul edilmiştir; vicdanla "synderesis" birbirinden ayrıl-
mıştır; bu sonuncusu, yargıda bulunabilme ve doğru olanı
isteme alışkanlığı (ya da yeteneği) olduğu halde, vicdan genel
ilkeyi özel hareketlere uygulama yetişidir. "Synderesis" kelimesi
çağdaş yazarlar tarafından artık kullanılmamakla birlikte,
"vicdan" deyimi çoğu zaman skolastik felsefenin synderesis'den
anladığı anlamda, ahlâkî ilkelerin içten bilincine varma anlamın-
da kullanılmaktadır. Bu bilinçliliğin duygusal unsuruna İngiliz ya-
171
:arları dikkati çekmişlerdir. Shaftesbury, insanda bir "ahlâkî
duygu"nun varlığını, doğruyu yanlıştan ayırma imkânını veren
bir duygunun, duygusal bir tepkinin varlığını kabul etmiş ve bunu
insan aklının evrensel düzenle uyum içerisinde bulunduğu
gerçeğine dayandırmıştır. Butler, ahlâk ilkelerinin insan yapısı-
nın ayrılmaz bir parçası olduğunu öne sürmüş ve vicdanı, özel-
likle, iyi hareketlerde bulunmak için doğuştan gelen bir istek ola-
rak nitelemiştir. Adam Smith'e göre, başkaları için hissettiğimiz
duygular ve onların bizi onaylamasına ya da onaylamamasına
karşı gösterdiğimiz tepkiler vicdanın çekirdeğini oluşturmaktadır.
Kant, vicdanı her türlü özel içeriğinden soyutlamış ve başlı
başına bir görev duygusu olarak görmüştür. Dinsel anlamda
"kötü vicdanı" acı acı eleştiren Nietzsche, gerçek vicdanın insa-
nın kendini onaylamasından, "kendine evet diyebilme" yetene-
ğinden kaynaklandığını öne sürmüştür. Max Scheler, vicdanın
akla uygun bir yargının ifadesi olduğuna, ama düşünce ile değil
de, duygu ile varılan bir yargı olduğuna inanmıştır.
Şu var ki, önemli problemler hâlâ cevapsızdır ve henüz bu
problemlere dokunulmamıştır; psikanalitik araştırmanın daha
fazla ışık tutabileceği itki problemleridir bunlar. Bundan sonraki
tartışmamızda, otoriter ahlâkla hümanist ahlâkı birbirinden ayı-
ran genel çizgiye paralel olarak "otoriter" ve "hümanist" vicdan
arasındaki farklar üzerinde duracağız.
A. Otoriter Vicdan
Otoriter vicdan, içe-mal-edilmiş bir dış otoritenin, ana-ba-
banın, devletin, ya da belli bir kültür içerisindeki herhangi bir oto-
ritenin sesidir, insanların otoritelerle olan ilişkileri dışta kaldıkça,
ahlâkî bir yaptırım gücünden yoksun oldukça, vicdandan söz et-
mek güçtür; böyle bir davranış, yalnızca herhangi bir yarar ya da
amaca hizmet eden, ceza korkusuna ve mükâfat umuduna göre
1
0
7
ayarlanan, her zaman otoritelerin varlığını gerektiren, bir insanın
yaptığı şeylerin otoriteler tarafından bilinmesine ve bu otorite-
lerin ceza ve mükâfat verme konusundaki gerçek ya da varsayı-
lan güçlerine dayanan bir davranıştır. İnsanların kendi vic-
danlarından kaynaklanan bir suçluluk duygusu olarak gördükleri
bir yaşantı, gerçekte, çoğu zaman bu otoriteler karşısında
duydukları korkudan başka bir şey değildir. Tam anlam, ile söy-
leyecek olursak, bu insanlar kendilerini suçlu olarak görecek
yerde, korkmaktadırlar. Bununla birlikte, vicdanın oluşumunda
bilinçli ya da bilinçsiz olarak, ana-baba, kilise, devlet, kamuoyu-
gibi otoriteler ahlâk ilkelerini ve davran.ş kurallarını koyan kişiler
ya da kurumlar olarak kabul edilirler; insan bunların koyduğu
yasaları ve yaptırım güçlerini benimser, böylece onları içe-mal-
eder. Dış otoritelerin yasalar, ve yaptırım güçleri sanki insanın
bir parçası haline gelir ve insan kendi dışındaki bir şeye karşı
sorumluluk duyacak yerde, kendi içindeki bir şeye, vicdanına
karşı sorumluluk duymaya başlar. Vicdan, insan davranışlarını
düzenleme konusunda dış otorite- lerden duyulan korkudan çok
daha etkilidir; çünkü insan dış otoritelerden kaçabilirse dp
kendinden, dolayısıyla kendisinin bir parçası haline gelmiş olan
ıçe-mal-edılmiş otoriteden kaçamaz. Otoriter vicdan Freud'un
Super-ego olarak tanımladığı şeydir; ama ben daha ileride
bunun yalnızca bir tür vicdan, belki de vicdanın gelişmesindeki
ilk aşama olduğunu göstereceğim.
Otoriter vicdan, ceza korkusu ve mükâfat umudundan farklı
bir şey olmakla birlikte, otoriteyle olan ilişkinin içe-mal-edilmiş ol-
ması yüzünden, ondan önemli bakımlardan pek de farklı değil-
dir. En önemli benzerlik noktasını, otoriter vicdanın kurallarının
insanın değer yargıs, tarafından belirleneceği yerde, emirlerin ve
yasakların otoriteler tarafından konulmuş olması oluşturur Bu
davran.ş kurallar, iyi iseler, vicdan insanın hareketlerini iyiye
173
Dostları ilə paylaş: |