bir ortak-yaşarlık bağlılığı olduğunu gösterir. Sevginin içermiş
olduğu temel olumlu tavır, sevilen insanın, belli başlı insanî
niteliklerin simgesi olması dolayısıyla ona doğru yönelmiştir. Bir
kişiye duyulan sevgi, insana duyulan sevginin var olmasını
gerektirir. VVilliam James'ın deyişiyle, bir insanın kendi ailesini
sevip de "yabancılar" karşısında duygusuz kalmasına yol açan
bir çeşit "işbölümü", temel bir sevme yeteneksizliğinin belirtisidir.
İnsan sevgisi, sık sık sanıldığı gibi, özel bir kişiye duyulan sevgi-
den sonra gelen bir soyutlama değil, aslında belirli kişileri sev-
mekle kazanılmasına rağmen, tek bir kişiyi sevmenin ön-şartıdır.
Bu söylenenlerden çıkan sonuç, kendi benliğimin de, aslın-
da, tıpkı başka bir insan gibi sevgimin objesi olabileceğidir. İnsa-
nın kendi hayatı, mutluluğu, gelişmesi ve özgürlüğü karşısında
olumlu bir tavır takınması, sevme yeteneğinden, yani ilgi, bakım,
saygı, sorumluluk ve bilgiden kaynaklanır. Bir insanda yaratıcı
bir şekilde sevme yeteneği varsa, o insan kendini de sever; yal-
nızca başkalarını sevebiliyorsa, hiç sevemiyor demektir.
İnsanın kendine karşı duyduğu sevgi ile başkaları için
duyduğu sevginin aslında birbirine bağlı olduğunu kabul
ettiğimize göre, hiç şüphesiz başkalarına gerçek bir ilgi duymayı
imkânsız kılan bencilliği nasıl açıklayabiliriz? Bencil bir insan
yalnızca kendisiyle ilgilenir, her şey kendisinin olsun ister,
vermekten hiçbir zevk duymaz, yalnızca almaktan hoşlanır. Dış
dünyaya yalnızca ondan elde edebileceği şeyler açısından
bakar; başkalarının ihtiyacına ilgi duymaz, onların kişilik bütünlü-
ğüne ve değerine saygı göstermez. Gözü kendisinden başka bir
şey görmez; herkesi ve her şeyi kendine olan yararı açısından
değerlendirir; sevme yeteneğinden büsbütün yoksundur. Bütün
bunlar, başkalarına duyulan ilgi ile insanın kendine duyduğu
ilginin kaçınılmaz bir şekilde birbirini imkânsız kıldığını göster-
miyor mu? Bencillik ile insanın kendine duyduğu sevgi aynı ol-
158
saydı, durum böyle olurdu. Oysa bu varsayım, problemimizle il-
gili bunca hatalı sonuca yol açan bir safsatadan başka bir şey
değildir. Bencillik ve insanın kendine duyduğu sevgi birbirinin ay-
nı olmak şöyle dursun, gerçekte birbirinin karşıtıdır. Bencil bir in-
san kendini çok fazla değil, çok az sever; aslında; kendinden
nefret eder. Bencil bir insanın yaratıcılıktan yoksun oluşunun bir
belirtisi olarak ortaya çıkan böyle bir "kendinden hoşlanmama"
ve "kendine ilgi göstermeme", onu bomboş ve engellenmiş bir
hale sokar. İster istemez mutsuzdur ve kendi kendini engelle-
mesi yüzünden ulaşamadığı tatminleri hayattan koparmak ister.
Kendisiyle çok fazla ilgileniyormuş gibi görünür, ama aslında
gerçek benliğine ilgi gösterme konusundaki beceriksizliğini
gizlemek ve telâfi etmek için başarısız bir denemeye girişmek-
ten başka bir şey yapmış değildir. Freud, bencil bir insanın ken-
dine aşık olduğunu, sanki sevgisini başkalarından çekip kendine
yöneltmiş gibi, kendini sevdiğini söylüyordu. Bencil insanların
başkalarını sevemedikleri doğrudur, ama onlar kendilerini de
sevemezler.
Bencilliği, başkaları ile gerektiğinden çok ilgilenme olayı ile,
sözgelişi, aşırı derecede meraklı, hep kendi dediği olsun isteyen
bir annenin durumu ile karşılaştırırsak daha kolay anlayabiliriz.
Böyle bir anne, bilinçli olarak çocuğuna özel bir sevgi duyduğu-
nu sandığı halde, gerçekte ona karşı baskı altına alınmış derin
bir düşmanlık duymaktadır. Çocukla aşırı bir şekilde ilgilenmesi
onu çok fazla sevdiğinden değil, onu sevme gücünden yoksun
oluşunu telafi etmek zorunda kalmasından ileri gelmektedir.
Bencilliğin özel niteliği ile ilgili bu kuram, nevrotik bir "özge-
cilik" (nevrotik bir şekilde hep başkalarını düşünme) ile ilgili psi-
kanalitik deneylerle doğrulanmıştır; böyle bir nevrotik özgeci-
lik,yalnızca bu belirtiden değil, bununla ilgili başka belirtilerden
de -ruh çöküntüsü, yorgunluk, çalışma yeteneksizliği, sevgi iliş-
ı
127
kilerinde başarısızlık, vb.- rahatsız olan birçok kimsede karşı-
mıza çıkan bir nevroz belirtisidir. Şu var ki, böyle bir özgecilik
yalnızca bir rahatsızlık belirtisi olarak hissedilmemekle kalmaz,
çoğu zaman bu gibi kimselerin kendilerinden gurur duymalarına
yol açan telafi edici bir nitelik de taşır. "Bencil olmayan" insan
"kendisi için hiçbir şey istemez"; "yalnızca başkaları için yaşar",
kendisine önem vermediği için gurur duyar. Bencil olmamasına
rağmen mutsuz olduğunu ve yakınları ile olan ilişkilerinin tatmin
edici olmadığını görünce şaşırır. Kendisinde rahatsızlık belirtisi
olarak gördüğü şeylerin giderilmesini ister -ama
özgeciliğinin
değil... Analiz süreci, onun bu
özgeciliğinin öteki rahatsızlık
belirtileri
gibi bir belirti olduğunu;
gerçekte en önemli belirti
olduğunu;
herhangi
birini
sevme
ya da bir şeyden hoşlanma
yeteneğinin
felce
uğradığını; hayata karşı düşmanlık duyguları
ile dolu olduğunu ve "benci! olmama" gibi bir görünüşün altında,
kolay kolay fark edilmemekle birlikte, kendini her şeyin merkezi
olarak görme gibi oldukça şiddetli bir eğilimin bulunduğunu
göstermektedir. Böyle bir insan ancak, özgecilik eğiliminin de
öteki belirtiler gibi bir rahatsızlık belirtisi olduğunu, böylece hem
özgecilik eğiliminin, hem de öteki sıkıntılarının yaratıcılıktan yok-
sun oluşundan kaynaklandığını, anladığı zaman iyileştirilebiie-
cektir.
Özgeciliğin
özel niteliği,
başkaları
üzerindeki etkisinde,
en
çok da, bizim
kültürümüzde,
"bencil
olmayan" bir annenin
çocukları üzerindeki
etkisinde
çok açık
bir
şekilde görülmektedir.
Böyle bir anne, kendisinin özgeci olması
sayesinde,
çocukları-
nın
sevilmek
ve
sevmek nedir
anlayacaklarını sanır. Oysa onun
bu özelliği hiç de umduğu gibi bir etki yaratmaz.
Çocuklar,
sevildiklerine inanan kişiler gibi
mutlu görünmezler;
endişelidir-
ler, gergindirler, annelerinin beğenmeyeceği bir şey yapacaklar
diye korku içerisindedirler ve onun beklentilerine göre yaşamak
için kaygı duyarlar.
Genellikle,
annenin hayata karşı duyduğu
161
ı
127
gizli düşmanlıktan etkilenmişlerdir ve bu düşmanlığı açıkça fark
etmekten çok, sezmektedirler; sonunda kendileri de böyle bir
düşmanlık duygusu ile dolu hale gelirler; bütünüyle ele
alındığında, bu tip bir "bencil olmayan" annenin etkisi bencil bir
annenin etkisinden farklı değildir; işin doğrusu, çoğu zaman
daha da kötüdür, çünkü annenin bencil olmayışı ya da özgeciliği
çocuklara onu eleştirme imkânını vermez. Annelerini hayal
kırıklığına uğratmama yükümlülüğünü duyarlar; erdem maskesi
altında, hayatı sevmemeyi öğrenmişlerdir. Eğer gerçekten ken-
dini seven bir annenin etkisini inceleme fırsatını bulmuş olsay-
dık,
bir çocuğun sevgi, neşe
ve
mutluluğun ne
olduğunu
anlaya-
bilmesi
için, hiçbir
şeyin
kendine sevgi
duyan bir anne
tarafından
sevilmek
kadar
etkili olamayacağını görebilirdik.
Bencillik ve insanın kendine duyduğu sevgiyi bu şekilde
inceledikten sonra, şimdi, çağdaş toplumun en önemli simgele-
rinden biri haline gelmiş oian bir kavram üzerinde tartışabiliriz:
insanın kendi-menfaatini düşünmesi.... Bu kavram, bencillikten
de, insanın kendine karşı duyduğu sevgiden de daha belirsizdir
ve bu belirsizliği tam olarak anlayabilmek için kendi-menfaatini
düşünme
kavramının tarihî
gelişmesini göz önünde tutmak
gerekir.
Problem, kendi-menfaatini
düşünmenin ne olduğu ve
nasıl
belirlenebileceğidir.
Bu problem, birbirinden temelli bir şekilde farklı
olan
iki
yaklaşımla ele alınmıştır. Birincisi, en açık şekliyle Spinoza
tarafından dile getirilmiş olan objektivist
yaklaşımdır.
Spınoza'ya
göre, kendi-menfaatini düşünme ya da "kendine yararlı olan
şeyin peşinden koşma" erdemle aynı şeydir. "Bir insan, diyor,
kendi-menfaatini kollamak için çaba gösterebildiği
ve
bunda
başarılı olduğu ölçüde, yani varlığını koruyabildiği ölçüde
erdemlidir; öbür yandan, kendi-menfaatini kollayamadığı ölçüde
Dostları ilə paylaş: |