Calvin ve Luther'in benimsemiş olduğu insan anlayışının
çağdaş Batı toplumunun gelişmesi üzerinde çok büyük bir etkisi
olmuştur. Calvin ve Luther, insanın kendi mutluluğunu hayatın-
amacı olarak görecek yerde, kendi ötesindeki amaçların bir
aracı, yardımcı bir unsuru olarak gören bir tavrın temellerini
atmışlardır: İnsanı aşan bu amaçlar ya her şeye gücü yeten bir
Tanrıdır, ya da ondan daha az güçlü olmayan laik otoriteler ve
kurallar, devlet, iş ve başarıdır. İnsanın hiçbir zaman yalnızca bir
araç değil, kendi başına bir amaç olarak görülmesi gerektiği
düşüncesine bağlı kalan Kant, belki de Aydınlanma Çağının en
çok etki uyandıran ahlâk düşünürü olmuştu; ama o da kendini-
sevmeyi aynı şekilde suçlamıştı. Kant'a göre, başkalarının mut-
luluğunu istemek bir erdemdir; ama insanın kendi mutluluğunu
istemesinin ahlâkla ilgisi yoktur: Çünkü insan tabiatının ulaşmak
için çaba harcadığı bir şeydir bu; tabiî bir çabanın ise olumlu bir
ahlâkî değeri olamaz.
7
Kant, insanın kendi mutluluğuna ulaşma
isteğinden vazgeçmemesi gerektiğini kabul etmiştir; hattâ bazı
şartlarda kendi mutluluğu ile ilgilenmek bir görev bile olabilir; bu
bir bakıma sağlık, para ve benzeri şeylerin bir insanın kendine
düşen görevi yerine getirebilmesi için gerekli araçlar olabilme-
sinden, bir bakıma da mutluluktan yoksun olmanın -yoksulluğun-
bir insanı görevini yapmaktan alıkoyabilmesinden ileri geJir.
8
Ama insanın kendini sevmesi, kendi mutluluğu için çaba harca-
ması hiçbir zaman bir erdem değildir. Ahlâkî bir ilke olarak, insa-
nın kendi mutluluğu için çaba harcaması "en çok karşı çıkılacak
ilkelerden biridir; yalnızca yanlış olmasından değii... aynı za-
birçok bakımdan farklı olan teolojisi, insanın temel güçsüzlüğüne ve hiçliğine
duyulan aynı inançla belirlenmiştir.
7
Immanue! Kant, Kant's Critique of PracticaI Reason and Other VVorks on the
Theory of Ethics, Thomas Kinsgmıll Abbott çevirisi (New York: Longmans,
Green and Co,, 1909), I. Bölüm, I. Kitap, I. Kısım, VIII. par., it. Remark, s. 126.
6
Aynı eser, özellikle I. Bölüm,
I.
Kitap,
III.
Kısım, s. 186.
148
zorunlu olduğunu öne sürmektedir. Kant'a göre, insanın bir hay-
vana dönüşmemesi ve insan toplumunun vahşî bir kargaşalık
içerisine düşmemesi buna bağlıdır.
Aydınlanma Çağının felsefesi içerisinde, bireyin mutlu olma
hakkı üzerinde Kant'tan çok daha fazla duranlar olmuştur
-Helvetius bir örnek olarak verilebilir. Çağdaş felsefenin bu
eğilimi en köklü ifadesini Stirner ve Nietzsche'de bulmuştur.
14
Ama bu yazarlar, bencilliğin değeri konusunda Calvin'e ve
Kant'a karşıt bir tutum içerisinde olmakla birlikte^ başkasına
duyulan sevgi ile insanın kendine karşı duyduğu sevginin iki ayrı
seçenek olduğu varsayımını kabul etmeleri bakımından onlarla
uyuşmaktadırlar. Stirner ve Nietzsche, başkalarına karşı duyu-
lan sevgiyi bir zayıflık ve kendini feda ediş olarak görmüşler ve
suçlamışlar, kendini-düşünmeyi, bencilliği ve kendini-sevmeyi
(onlar da bu üç şeyi birbirinden açıkça ayırmadıkları için sorunu
karışık bir hale getirmişlerdir) bir erdem olarak kabul etmişlerdir.
Stirner şöyle demektedir: "Burada sevgi ilkesinin değil, acımak,
yumuşaklık, iyilik, hattâ doğruluk ve adalet gibi (çünkü iustitia da
bir sevgi olayı, sevgi ürünüdür) sevgi itkilerinin değil, kendi çıka-
rını düşünmenin, bencilliğin ağır basması gerekir; sevgi yalnızca
fedakârlığı bilir ve kendini feda etmeyi gerektirir."
15
Stirner'in suçlamış olduğu sevgi, insanın kendi dışındaki
birinin ya da bir şeyin amaçlarını gerçekleştirebilmek için kendini
bir araç haline getirdiği masochistic bir bağımlılıktır. Böyle bir
u
Bu bölümü fazla uzatmamak için, yalnızca çağdaş felsefedeki gelişme
üze,rinde durdum. Felsefö öğrencisi, Aristoteles'in ve Spinoza'nın ahlâk
anlayışında, Calvin'in görüşünün tersine, kendini-sevmenin bir kötülük değil bir
erdem olduğunu bilecektir.
15
Max Stirner, The Ego and His Own, S.T. Byington çevirisi (London: A.C.
Fitield, 1912), s. 339.
150
böylece, insanlık için bir yozlaşma belirtisidir.
17
Nietzsche için,
vicdan azabı duymaksızın kendi menfaatleri uğruna sayısız
insanı feda
etmeye
hazır olmak, iyi ve sağlıklı bir soylular sını-
fının özel
niteliğidir.
Toplum, "bir grup seçkin insanın kendilerini
daha yüce görevlere ve genellikle daha yüce bir hayata
yükselmelerine imkân veren bir dayanak ve basamak"
18
olmalı-
dır. Nietzsche'nin bu şekilde başkalarını küçük görme ve benci'-
lik (egotism) ile
ilgili
fikirlerini belgelemek için daha birçok parça
eklenebilir. Bu düşünceler çoğu zaman Nietzsche'nin felsefesi
olarak anlaşılmıştır. Oysa onun felsefesinin gerçek özü bunlar
değildir.
19
Nietzsche'nin düşüncelerini yukarıda belirtildiği şekilde
açıklamış olmasının çeşitli nedenleri vardır. Her şeyden önce,
Stirner'inki gibi, onun felsefesi de yaşayan, somut bireyi kendi
dışındaki güçlere ve ilkelere bağımlı kılan felsefî geleneğe karşı
bir tepkidir, bir başkaldırmadır. Abartma eğilimi bu tepkisel nite-
liği gösterir. İkincisi, Nietzsche'nin kişiliğinde endişe ve güven-
sizlik duyguları vardı ve bu duygulara karşı gösterilen bir tepki
olarak Nietzsche "güçlü insan"a ağırlık vermişti. Son olarak da,
Nietzsche evrim kuramından
v .
bu kuramın "yaşamaya en elve-
rişli olanın hayatta kalmasına" ağırlık vermesinden etkilenmişti.
Bu yorumlama, Nietzsche'nin başkalarına karşı duyulan sevgi ile
insanın kendine karşı duyduğu sevgi arasında bir çelişki
olduğuna inanmış olması gerçeğini değiştirmez; bununla birlikte
17
Friedrich Nietzsche, The VVİII to Power, Anthorıy M. Ludovici çevirisi
(Edinburgh and London: T.N. Foulis, 1910), 246, 326, 369, 373 ve 728.
dörtlükler.
18
Friedrich Nietzsche, Beyond Good and Evi!, Helen Zimmer
çevirisi
(New
York: The Macmillan Company, 1907), 258.
dörtlük.
19
Bakınız: G.A.Morgan, What Nietzsche Means (Cambridge: Harvard
University Press, 1943).
153
ı
12
7
Nietzsche'nin görüşlerinde bu yanlış ikilemin giderilmesini
mümkün kılacak bir öz, bir çekirdek de vardır. Nietzsche'nin
karşı çıktığı "sevgi" insanın kuvvetinden değil, zayıflığından
kaynaklanan bir sevgidir. "Başkalarını sevmeniz, kendinizi
yeterince sevmediğiniz içindir. Kendinizden kaçıp başkalarırra
sığınıyorsunuz ve bu nedenle bunu bir erdem haline getirmek
istiyorsunuz. Ama ben sizin bu 'özgeciliğinizin' ne olduğunu
bilirim." Açıkça şöyle diyor: "Kendinize katlanamıyorsunuz ve
kendinizi yeterince sevmiyorsunuz."
20
Nietzsche için bireyin "son
derece büyük bir önemi" vardır.
21
"Gerçek iyiliğe, soyluluğa ve
almak için vermeyen, başkalarına iyi davranarak üstün olmak
istemeyen bir ruh büyüklüğüne" yalnızca "güçlü" birey sahiptir;
"güçlü birey, bir ön-şart olarak kişinin zenginliğini, gerçek bir
iyilik örneği olsun diye 'har vurup harman savurmak' istemeyen
kişidir."
22
Aynı düşünceyi Zerdüşt Böyle Dedi adlı kitabında da
görüyoruz. "Kimi kendini aradığı için gider bir başkasına, kimi de
kendini yitirmek için."
23
Bu görüşün özü şudur: Sevgi bir bolluk olayıdır; ön-şartı,
sevgiyi verebilen bireyin kuvvetidir. Sevgi bir onaylama ve
yaratıcılıktır, "sevileni yaratmaya çalışır."
24
Başka birini sevmek,
ancak böyle bir iç kuvvetten kaynaklandığı zaman bir erdemdir,
ama kendi kendisi olamama gibi temel bir güçsüzlükten ileri
geldiği zaman bir kötülüktür.
25
Şu var ki, Nietzsche'nin, insanın
20
Friedrich Nietzsche, Thus Spake Zarathustra, Thomas Common çevirisi
(New York: Modern Library), s.75.
21
The VVİII to Povver, 785. kıta.
22
Aynı eser, 935. kıta.
23
Thus Spake Zarathustra, s. 76.
24
Aynı eser, s. 102.
25
Bakınız: Friedrich Nietzsche, The Twilight of Idols, A.M.Ludovici çevirisi
(Edinburgh: T.N.Foulis, 1911), 35. kıta; Ecce Homo, A.M.Ludovici çevirisi (New
Dostları ilə paylaş: |