kendine karşı duyduğu sevgi ile başkaları için duyduğu sevgi
arasındaki ilişki problemini çözülmemiş bir karşıtlık olarak bırak-
tığı da bir gerçektir.
Bencilliğin en büyük kötülük olduğunu ve insanın kendini
sevmesinin başkalarını sevmeyi imkânsız kıldığını öne süren
öğreti, yalnızca teoloji ve felsefe alanının sınırları içerisinde
kalmamıştır; evde, okulda, filmlerde, kitaplarda, aslında sosyal
telkin aracı olarak kullanılan her şeyde karşımıza çıkan sıradan
düşüncelerden biri olmuştur. "Bencil olma!" cümlesi kuşaklar
boyunca milyonlarca çocuğu etkilemek için kullanılmış olan bir
cümledir. Bu cümlenin anlamı oldukça belirsizdir. İnsanların ço-
ğu bunun hep kendini düşünmemek, başkalarını da düşünmek,
başkalarını dikkate almadan, başkalarını hesaba katmadan ha-
reket etmemek anlamına geldiğini söyleyeceklerdir. Gerçekte,
bu cümlenin genellikle daha geniş bir anlamı vardır. Bencil ol-
mamak, insanın kendi istediği şeyleri yapmamasını, otoriteyi el-
lerinde tutanların uğruna kendi isteklerinden vazgeçmesini ge-
rektirmektedir. "Bencil olmayın!" cümlesi, Calvin'in öğretisinde
nasıl belirsiz bir anlam taşıyorsa, önünde sonunda burada da
aynı belirsiz anlamı taşımaktadır. Açıkça ifade ettiği şeyin dışın-
da, "kendinizi sevmeyin", "kendi kendiniz olmayın", kendinizi siz-
den daha önemli bir şeye, bir dış güce ya da onun içe-mal-
edilmiş şekline, yani "görev"e bağımlı kılın anlamına gelmekte-
dir. "Bencil olmayın!" cümlesi, insanın içtenliğinin ve kişiliğinin
serbestçe gelişmesini baskı altına almak için kullanılan en güçlü
ideolojik araçlardan biri olmuştur. Bu sloganın baskısı altında,
insandan her türlü fedakârlık ve tam bir boyun eğme isten-
mektedir: Bireyin kendisine değil de, yalnızca kendi dışındaki
birine ya da bir şeye hizmet eden hareketler "bencil olmayan"
hareketler olarak görülmektedir.
York: The Macmillan Company, 1911), 2. kıta; Nachlass, Nietzsches Werke
(Leipzig: A. Kroener), ss. 62-64.
154
Bu görünümün, bir anlamda, tek-yanlı olduğunu tekrarla-
mak zorundayız. Çünkü insanın bencil olmamasını söyleyen
öğretinin yanında, bunun karşıtı olan bir görüş de yayılmaya
çalışılmaktadır çağdaş toplumda: Kendi menfaatinizi düşünün,
sizin için en iyi olan şey neyse o şekilde hareket edin; bu şekilde
davranmakla aynı zamanda başkalarına da en büyük yararı
sağlamış olursunuz. Gerçekten de, insanın kendini düşünmesi-
nin kamu-yararının temeli olduğu fikri, yarışmalı bir toplumun
dayanmış olduğu bir ilkedir. Bir kültürde bu derece açık bir
şekilde çelişen iki ilkenin yan yana öğretilebilmesi şaşırtıcı bir
şeydir; ama şüphe götürmeyen bir gerçektir. Bu çelişkinin bir
sonucu, bireydeki karışıklıktır. Bu iki öğreti arasında parça-
landığı için, kişiliğinin bütünleşmesi sürecinde ciddî şekilde
engellenmiştir. Bu karışıklık, çağdaş insanın şaşkınlığının ve
çaresizliğinin en önemli kaynaklarından biridir.
26
İnsanın kendine karşı duyduğu sevginin "bencillik" demek
olduğunu ve başkalarını sevmeyi imkânsız kıldığını öne süren
öğreti teolojiyi, felsefeyi ve kamuoyunu yaygın bir şekilde
kaplamıştır; aynı öğreti Freud'un "kendine âşık olma" (narcis-
sism) kuramında bilimsel deyimlerle rasyonalize edilmiştir.
Freud'un kavramı, sabit miktarda bir libidonun bulunduğunu var
sayar. Küçük bir çocukta libidonun hepsi çocuğun kendisine yö-
nelmiştir; Freud buna "ilk narcissism" demektedir. Bireyin geliş-
mesi boyunca, libido, insanın kendisinden ayrılarak başka obje-
lere doğru yönelmektedir. Bir insan, "obje ile olan ilişkilerinde"
26
Karen Horney, The Neurotic Personality of our Time* (New York: W.W.
Norton and Company, 1937); Robert S. Lynd, Knovvledge for Whaf> (Princeton:
Princeton University Press, 1939) adlı eserlerinde bu noktaya ağırlık
vermişlerdir.
* Karen Horney'in yukarıda adı geçen eserinin Türkçe çevirisi için bakınız:
Çağımızın Tedirgin insanı, Dr. Ayda Yörükân'ın çevirisi (İstanbul: Tur Yayınları,
1980.) (Çevirenin notu.)
155
engellenecek olursa, libido objelerden el-çeker ve kendi kişisine
döner; buna da "ikinci narcissism" denilmektedir. Freud'a göre,
dış dünyaya ne kadar çok sevgi yöneltirsem, kendime o kadar
az sevgi kalır, ve bunun tersi olur. Freud böylece sevgi olayını,
insanın kendine karşı duyduğu sevginin azalması olarak tanım-
lamaktadır, çünkü bütün libido, insanın kendi dışındaki bir obje-
ye yönelmiştir.
Şu sorular ortaya çıkmaktadır: insanın kendine karşı duy-
duğu
sevgi ile başkaları için duyduğu sevgi arasında temel bir
çelişki
olduğu ve birinin ötekini imkânsız kıldığı tezi, psikolojik
gözlemlerle destekleniyor mu? İnsanın
kendine karşı
duyduğu
sevgi bencillikle aynı anlama gelen bir olay mıdır? yoksa bu ikisi
birbirinin karşıtı mıdır? Dahası, çağdaş insanın bencilliği, bir bi-
rey olarak gerçekten kendisiyle ilgilenmesi, sahip olduğu tüm
düşünce, duygu ve duyu imkânlarına gerçek bir ilgi duyması mı-
dır? "insan" sosyo-ekonomik rolünün bir uzantısı haline gelmiş
değil midir? Bencilliği kendine karşı duyduğu sevgi ile aynı anla-
ma mı gelmektedir, yoksa kendini sevmemiş olmasının sonucu
mudur?
Bencilliğin ve insanın kendine karşı duyduğu sevginin
psikolojik görünüşleri üzerinde tartışmaya başlamadan önce,
başkaları için duyduğumuz sevgi ile
kendimize karşı
duyduğu-
muz sevginin karşılık!; olarak birbirlerini
imkânsız kıldıklarını
öne
süren görüşteki mantık hatasına
dikkati çekmek gerekir.
İnsanî
bir
varlık
olarak
başka insanları
sevmem bir erdemse eğer,
kendimi sevmem
de
-bir
kötülük değil-
bir
erdem olmalıdır,
çünkü
ben
de
bir insanım. Benim de içerisinde yer almadığım bir
insan kavramı yoktur. Beni dışarıda bırakan bir öğreti, kendi
içerisinde çelişkili olduğunu açığa vurmaktadır. Kutsal Kitapta
"Başka insanları kendin gibi seveceksin!" cümlesi ile dile geti-
rilmiş olan
fikir, insanın kendi bütünlüğüne ve tekliğine,
biricik-
156
liğine göstermiş olduğu saygının, kendine karşı duyduğu sev-
ginin ve kendi benliğini anlamasının, bir başka insana gösterdiği
saygı, sevgi ve anlayıştan ayrılamayacağı anlamına gelmekte-
dir.
Kendi benliğim için duyduğum sevgi ile başka bir insan için
duyduğum sevgi arasında kopmaz bir bağ vardır.
Şimdi, tartışmamızın vardığı sonuçların dayanmış olduğu
temel
psikolojik öncüllere gelmiş bulunuyoruz. Genellikle,
bu
öncüller
şunlardır: Yalnız başkaları değil, kendimiz de
kendi
duygularımızın ve tavırlarımızın "obje"siyizdir; başkalarına
ve
kendimize
karşı takınmış olduğumuz tavırlar,
çelişken olmak
şöyle dursun, temelli bir şekilde birbirlerine bağlıdırlar. Tartış-
makta olduğumuz problem bakımından bunun taşıdığı anlam
şudur: Başkalarına duyulan sevgi ile kendimize duyduğumuz
sevgi birbirini imkânsız kılan iki seçenek değildir. Tersine,
başkalarını sevme yeteneği olanların hepsinin, kendilerine karşı
da sevgi duydukları görülecektir. Sevgi, aslında, "objelerle
insanın kendi benliği arasındaki bağlantı söz konusu olduğu
sürece, bölünmez bir şeydir. Gerçek sevgi yaratıcılığın ifadesidir
ve ilgi, bakım, saygı, sorumluluk ve bilgiyi gerektirir. Başka bir
insan tarafından etkilenmiş olmak anlamına gelen bir "duygu"
değildir sevgi: bir insanda var olan sevme yeteneğinden kaynak-
lanan ve
sevilen kişinin gelişmesine
ve
mutluluğuna
yönelik et-
kin bir
çabadır.
Sevmek, bir insanın sevme gücünün ifadesidir ve birini
sevmek demek bu gücün bir kişi üzerinde toplanması
ve
gerçekleşmesi demektir. Romantik
aşk
fikrinin dile getirdiği
şekilde, insanın dünyada yalnızca bir tek kişiyi sevebileceği ve
bu
kişiye rastlamanın hayatta büyük
bir
şans olduğu doğru
değildir.
Ve eğer bu insana rastlanabilirse, ona karşı duyulan
sevginin
başkalarından ei-çekmekle sonuçlandığı da doğru
değildir.
Yalnızca bir tek kişiye duyulan sevgi, bunun sevgi değil
ı
127
Dostları ilə paylaş: |