güçsüzdür"
27
Bu görüşe göre, insanın menfaati kendi varlığını
korumaktır, bu da insanın kendi içinde var olan imkânlarını
gerçekleştirmesi demektir. Böyle bir "kendi-menfaatini düşünme"
kavramı, "menfaat" derken bir insanın kendi-menfaatinin ne
olduğu konusundaki sübjektif duygusunu değil de, insan tabia-
tının objektif anlamda ne olduğunu göz önünde tutmuş olması
bakımından objektivisttir. İnsanın yalnızca tek bir menfaati var-
dır, bu da tüm imkânlarının gerçekleşmesi ve insanî bir varlık
olarak gelişmesidir. İnsan nasıl başka bir insanı sevebilmek için
onu tanımak ve gerçek ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmek zorun-
daysa, aynı şekilde, kendi benliğinin ihtiyaçlarını kavramak ve
bu ihtiyaçlarını nasıl karşılayabileceğini öğrenmek için de kendi
benliğini tanımak zorundadır. Buradan çıkan sonuç şudur: Bir in-
san kendi benliğini tanımıyorsa ve gerçek ihtiyaçlarını bilmiyor-
sa, gerçek menfaatinin ne olduğu konusunda yanılabilir ve in-
sanın kendi-menfaatinin ne olduğunu belirleyebilmesi için insan
bilimine dayanması gerekir.
Son üç yüzyılda kendi-menfaatini düşünme kavramı gittik-
çe daralmış ve sonunda Spinoza'nın düşündüğünün nerdeyse
tam tersi olmuş; bencillikle, maddî kazançla, güç ve başarı ka-
zanmaya çalışmakla eşanlama gelmiştir; kendi menfaatini kol-
lama, erdemle aynı anlamı taşıyacak yerde, ahlâkî bir emirle en-
gellenmesi gereken bir eğilime dönüşmüştür.
Bu yozlaşma, kendi-menfaatini düşünme kavramının ob-
jektivist yaklaşımından, yanlış bir sübjektivist yaklaşıma geçilmiş
olmasının sonucudur. Kendi-menfaatini düşünme artık insan ta-
biatı ve ihtiyaçları tarafından belirlenmesi gereken bir kavram
olmaktan çıkmıştır; aynı şekilde, insanın gerçek menfaatinin ne
olduğu konusunda yanılabileceğini kabul eden görüş de, bir in-
27
Spinoza, Ethics, IV, Prop. 20.
162
sanın kendi-menfaati olarak hissetiği şeyin gerçek menfaati ol-
ması gerektiği fikriyle yer değiştirmiştir.
Çağımızda yaygın olan kendi-menfaatini düşünme kavra-
mı, iki çelişken kavramın tuhaf bir karışımıdır: Bir yandan Cal-
vin'in ve Luther'in, öbür yandan Spinoza'dan bu yana gelen ile-
rici düşünürlerin görüşlerinin... Calvin ve Luther, insanın kendi-
menfaatini düşünme eğilimini baskı altına alması ve kendini yal-
nızca Tanrının amaçları için bir araç olarak görmesi gerektiğini
öğretmişlerdir. İlerici düşünürler ise, tersine, insanın ancak kendi
başına bir gaye olabileceğini, kendi dışında bulunan hiçbir amaç
için bir araç olamayacağını öğretmişlerdir. Bunun sonucu olarak,
insan, Calvin'in öğretisinin dinsel anlatım biçimini bir yana itip
yalnızca içeriğini benimsemiştir. Kendini Tanrının isteği için de-
ğil, ekonomik makinenin ya da devletin amaçları için bir araç ha-
line getirmiştir; Tanrı için değil de, endüstrinin gelişmesi için bir
araç olmayı kabul etmiştir; harcamanın tadına varmak ve hayat-
tan zevk almak için değil, biriktirmek, yatırım yapmak, başarılı
olmak için çalışmış ve para kazanmıştır. Max VVeber'in göster-
miş olduğu gibi, manastır keşişliğinin yerini, mutluluk ve sevincin
artık hayatın gerçek amaçları olarak görülmediği iç-c\ünya ile il-
gili bir keşişlik almıştır. Şu var ki, bu tavır, Calvin'in kavramından
giderek uzaklaşmış ve kendi-menfaatini düşünmeyle ilgili ilerici
kavramla karışmıştır: İnsanın, kendi-menfaatinin peşinden koş-
masını hayatın en üstün kuralı haline getirmeye hakkı -ve yü-
kümlülüğü- olduğunu öne süren kavramla... Bunun sonucunda
çağdaş insan kendini inkâr etme ilkesine göre yaşadığı halde,
kendi menfaatini göz önünde tutacak şekilde düşünmeye başla-
mıştır. Kendi-menfaatinden yana hareket ettiğine inanmakta,
oysa aslında paraya ve başarı kazanmaya büyük bir ilgi duy-
maktadır; en önemli insanî imkânlarının gerçekleşemeden kal-
dığını ve kendisi için en iyi olduğu öne sürülen şeyin peşinden
koşarken kendi benliğini yitirdiğini görememektedir.
107
Kendi-menfaatini düşünme kavramının anlamındaki bu
yozlaşma, benlik kavramının değişmesiyle yakından ilgilidir.
Orta Çağda insan kendini sosyal ve dinsel topluluğun ayrılmaz
bir parçası olarak hissediyor ve bir birey olarak henüz içerisinde
yaşadığı gruptan tam anlamı ile kopamadığı böyle bir dönemde
kendi benliğini bu sosyal ve dinsel topluluğun açısından görü-
yordu. İnsanın bir birey olarak bağımsız bir varlık olduğunu anla-
ma görevi ile karşı karşıya bulunduğu çağdaş dönemin başlan-
gıcından bu yana, kendi özdeşliği bir problem halini almıştır. 18.
ve 19. yüzyıllarda benlik kavramı gittikçe daralmıştır; benlik, in-
sanın sahip olduğu mal-mülkten başka bir şey değilmiş gibi
görülmeye başlanmıştır. Böyle bir benlik kavramı için artık "Ne
düşünüyorsam, oyum" değil, "Neye sahipsem", "malım-mülküm
neyse, ben oyum" formülü geçerli olmaktadır.
28
28
William James, bu kavramı çok açık bir şekilde belirtmiştir. Şöyle diyor:
"Dikkat ve ilgi göstereceğim bir benliğe sahip olabilmek için, Tabiat her şeyden
önce yeterince ilginç bir şey sunmuş olmalıdır bana: O şeye öylesine ilgi
duymalıyım ki, içgüdüsel bir şekilde, onu yalnızca o olduğu için kendime
mal-etme, benimseme isteğini duyabileyim... Kendi bedenim ve onun
ihtiyaçlarını karşılayan şeyler böylece bencil ilgilerimin içgüdüler tarafından
belirlenmiş ilkel objeleridir. Öteki objeler, buradan türeyecek şekilde, bunlardan
herhangi birisiyle ilgili, çağrışımlarla ilginç hale gelebilirler: Ya onların bir aracı
olarak, ya da her zaman onlarla birlikte bulundukları için... Böylece, binlerce
yolla, bencil heyecanların ilkel alanı genişleyebilir ve sınırlarını değiştirebilir. Bu
çeşit bir ilgi, gerçekten de, benimki kelimesinin anlamını oluşturmaktadır. Sahip
olduğum her şey, eo ipso, benim bir parçamdır." -Principles of Psychology
(New York: Henry Holt and Company, 2 Cilt, 1896), I, 319, 324. Başka bir yerde
de James şöyle yazıyor: "Bir insanın ben dediği şeyle benimki dediği şey
arasındaki sınırı çizmenin güç olduğu açıktır. Bizim olan bazı şeyler söz konusu
olduğu zaman, tıpkı kendimiz söz konusu olduğu zamanki gibi hisseder ve
hareket ederiz. Ünümüz, çocuklarımız, ellerimizle yaptığımız iş bedenimiz
kadar değerli olabilir bizim için ve birisi bunlara el uzatacak olursa buna karşı
aynı duyguları duyar, aynı hareketlerde bulunuruz... Mümkün olan en geniş
anlamıyla bir insanın benliği, kendisine ait olarak gördüğü her şeyin toplamıdır:
Yalnızca bedeni ve ruh güçleri değil, elbiseleri ve evi, karısı ve çocukları, ataları
ve dostları, adı-sanı ve işleri, toprağı ve atları, yatı ve banka hesabı... Bütün bu
şeyler ona aynı heyecanları verir. Artar, büyür ve gelişirlerse bir zafer sevinci
164
Son birkaç kuşak içerisinde, pazarın gittikçe artan etkisiy-
le, benlik kavramı "Sahip olduğum şey neyse, ben oyum" anla-
mından "Nasıl olmamı istiyorsanız, ben oyum" anlamına gelecek
şekilde değişmiştir.
29
Bir pazar ekonomisi içerisinde yaşayan
insan kendini bir mal olarak görmektedir. Tıpkı herhangi bir malı
satan kimsenin satmak istediği şeyden kopması gibi o da
k e n ' n d e n kopmuştur. Şüphesiz, kendisiyle ilgilenmektedir,
pazardaki başarısına çok büyük bir ilgi göstermektedir, ama
"kendisi" bir iş yöneticisi, bir işçi ya da memur, bir satıcı ve bir
maldır. Kendi-menfaatini düşünmesi, "kendi kendisini kullanan"
bir kişi olarak -kişilik pazarında en uygun fiyata elde edilebilecek
bir mal olarak- kendine duyduğu ilgiye dönüşmüştür.
Çağdaş insanda karşımıza çıkan "kendi-menfaatini düşün-
me yanılgısı", hiçbir zaman ibsen'in Peer Gynfündeki kadar iyi
bir şekilde işlenmemiştir. Peer Gynt, bütün hayatını kendi benli-
ğinin menfaatlerini kollamaya adadığına inanır. Bu benliği o şöy-
le tanımlamaktadır:
Gynt'ün benliği!
- Bir istekler, iştahlar, arzular ordusu!
Gynf'ün benliği!
Hayaller, dilekler, özlemler denizi;
Gerçekte, içimden kabarıp taşan her şey
Ve benim ben olmamı
Ve böyle yaşamamı
Sağlayan her şey.
30
duyar, azalır ve yok olurlarsa kendini çökmüş hisseder. Bu duyguların, sahip
olduğu her şey için aynı şiddette olması gerekmez; ama hepsi için bu
duyguların çoğunu aynen-yaşar." -Aynı eser, I , 291,292.
Pirandello, piyeslerinde, bu benlik kavramı ve bunun sonucu olarak insanın
kendinden duyduğu şüphe üzerinde durmuştur.
30
Adı geçen eser, V. Perde, I. Sahne.
ı
127
Dostları ilə paylaş: |