Gizli sırlar Öğretisi



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə32/64
tarix29.05.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#46588
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   64

GERÇEK HER YERDE AYNIDIR
İncil’de Vaftizci Yahya’nın bir sözü şöyle aktarılmıştır:
“Gerçi tövbe için su ile ben sizi vaftiz ediyorum; fakat benden sonra gelen,
benden  daha  kudretlidir;  onun  çarıklarını  taşımaya  ben  layık  değilim;  o  sizi
Ruhülkudüs  ile  ve  ateş  ile  vaftiz  edecektir.  Onun  yabası  elindedir  ve  harman
yerini  bütün  bütün  temizleyecektir;  buğdayını  ambara  toplayacak,  fakat
samanını sönmez ateşle yakacaktır.” (Matta 3/11-12)
Ateş  sembolünün  ilk  bakışta  aktarmak  istediği  bilgiyi;  pislikleri  yok  etme
olarak  ele  alabiliriz.  Ateş  fiziksel  olarak  yakıcı  özelliğiyle  mikropları  yok
eder.  Bu  fiziksel  olarak  böyle  olduğu  gibi,  manevi  temizlenmede  de,  sembol
olarak “ateş” seçilmiştir. Daha önce değinmiştik…
Hemen  hemen  bütün  toplumlarda  arınmanın  sembolü  olarak  ele  alınan
“ateş”, o denli önemli bir sembol olmuştur ki, daha sonra gelenler, o insanların
adeta  ateşe  taptıklarını  zannetme  hatasına  bile  düşmekten  kendilerini
alamamışlardır.
Asıl köken unutulsa da, tüm tarih kitapları Türkler’in ve şaman dinine bağlı
bulunan  o  devirdeki  toplumların  ateşi  kutsal  saydıklarını  söyler…  İşte
bunlardan birkaç örnek:
Yakut  şamanları  çakmak  taşıyla  yaktıkları  ateşi  kutsal  sayarlar  ve  ayinlerde
kullanırlardı.
Altaylılar’ın ateşe karşı yaptıkları dualarda ateşi güneş ve aydan ayrılmış bir
parça  olarak  görürlerdi.  Ayrıca  ateşin  Tanrı  Ülgen  tarafından  gönderildiğine
inanırlardı.  Ateşi  su  ile  söndürmek,  ateşe  tükürmek,  ateşle  oynamak  kesin
olarak yasaktı.
Orta Asya Türkleri’nde çok yaygın olarak, ateşe bakarak kehanette bulunma
adetinin varolduğunu da biliyoruz. Örneğin Manas’ın babası Cakıp Han ateşe
bakıp, gelinlerinin geleceklerini anlatırdı.
Yine  bir  başka  şamanist  inanca  göre;  ateş  her  şeyi  temizler  ve  kötü  ruhları
kovalardı.
VI. yüzyılda Batı Gök-Türk hakanına gelen Bizans elçileri ateşler arasından
geçirildikten sonra görüşmeye kabul edilmişlerdi.
Başkurtlar  ve  Kazaklar  yağlı  bir  paçavrayı  tutuşturup  hastanın  çevresinde


“alas…  alas…”  diyerek  dolaştırırlardı.  Buna  “alaslama”  derlerdi  ki,  bu
kelime  Anadolu  Türkçesi’nde  “alazlama”  şeklinde  muhafaza  edilerek
günümüze  kadar  gelebilmiştir.  Ateşte  temizlenme  anlamına  gelen  bu  kelime
Altay şamanları’nın dualarında çok sık geçerdi.
Son  olarak  şamanistler’in  yaptığı  her  törende  muhakkak  ateşin  bulunduğunu
söyleyerek,  tekrar  Oğuz  Kağan  destanındaki  bahsedilen  Oğuz’un  ağzıyla
nelerin ifade edilmek istendiğini düşünecek olursak, bu motifin Oğuz Kağan’ın
kahramanlığını ve gücünü gösteren bir sembol olduğunu söyleyebiliriz. Bu güç,
-inisiyatik  bir  eğitimden  geçenlerde  ortaya  çıkan-  onun  ruhsal  ve  manyetik
gücüdür.
Burada  bizim  dikkatimizi  çeken  bir  başka  nokta  da,  Altay  Efsanesi’ndeki
çocuğun ağzından bu ateşin ve alevlerin çıkmasıdır. Yani bu kudrete sahip olan
hiç belli değil. Hiç ummadığınız biri olabiliyor. Burada çocuk motifiyle, aynı
zamanda  inisiyasyonda  çocuklar  kadar  saflaşma  hali  de  anlatılmak  istenmiş
olabilir.  Eski  ezoterik  öğretilerde  bu  ayrıntılarıyla  ele  alınmış  olan  bir
meseledir.  Çocuk  saflaşmanın  ve  sadeleşmenin  yani  ayrıntılardan  kurtularak
birliğe  doğru  gidişin  de  bir  sembolü  olarak  kullanılmıştır.  Buna  en  iyi
örneklerden biri de İsa peygamberin söylemiş olduğu sözdür:
“Çocuklar  kadar  saf  olmadıkça  melekuta  giremezsiniz.”  Demek  ki  ne  kadar
saflaşabilirsek,  astral  tortularımızdan  ne  kadar  kurtulabilirsek;  manyetik
enerjimiz o kadar kuvvetlenmektedir.


ŞEYTANIN İZLERİ
Oğuz Kağan’ın vücudunun, efsanede tüylerle kaplı olduğu söylenir. Bununla
ilgili  olarak,  Eski  Türkler’in  kültür  ve  inançlarını  anlatan  tarihi  kaynaklarda,
ilk insanın tamamıyla tüylü olduğuna inanıldığı anlatılır.
Altaylar’da  yaşayan  birçok  efsanede,  bu  konu  ile  ilgili  sayısız  örneklere
rastlanır:
“Tüylerle kaplı olan ilk insan, Tanrı’ya karşı günah işlemiş ve bundan dolayı
da  tüyleri  dökülmüştü.  Tüyleri  dökülünce  de  insanoğlu,  bir  türlü
hastalıklardan kurtulamamış ve ölümsüzlüğü elinden kaçırmıştı.”
İnsanlığın  mükemmelliyetten  uzaklaşmakta  olduğunu  yani  aşağı  inişini
anlatan bölümleriyle efsane devam eder:
“Tanrı  insanı  yaratırken,  şeytan  gelmiş  ve  insanın  üzerine  tükürerek,  her
tarafını  pislik  içinde  bırakmıştı.  Tanrı  da  insanın  dışını  içine,  içini  de  dışına
çevirmek zorunda kalmıştı.”
Bu  suretle  insanın  içinde  kalan  şeytanın  pisliği,  insanoğlunun  ruhunu  ve
ahlakını  olumsuz  yönde  değişikliğe  uğratmıştı.  İnsanın  dışı  gerçi  Tanrı
yapısıydı  ama  içi  şeytan  tarafından  kirletilmiş  ve  şeytana  benzer  bir  özelliğe
bürünmüştü.
Burada,  “Tüy”ün  gerçeğin  sembolü  olduğu  hatırlanırsa,  gerçekle  irtibatını
kaybeden  günümüz  insanının  durumunun  son  derece  ince  bir  üslüpla
anlatılmakta olduğu anlaşılacaktır.
Bu  efsane  günümüz  insanının  temel  özelliği  olan,  bilgisizliğini  ve
egoizmasını anlatması bakımından da, ayrı bir öneme sahiptir.
Gerçekten  de  öyle  değil  miyiz,  ne  dersiniz?…  İçimizden  gelen  egoistçe
haykırışlardan  kendimizi,  bu  Eski  Türk  inancının  üstünden  binlerce  yıl
geçmesine  rağmen  kurtarabilmiş  durumda  mıyız?  Hala  içimizde,  o  şeytanın
izlerini taşımıyor muyuz?


FETHEDİLECEK ÜLKE İNSANIN KENDİSİDİR
İnisiyasyonun  tüm  safhalarını  sembollerle  anlatan  efsanelerden  biri  olan
Oğuz  Kağan  Destanı’nın  daha  sonraki  bölümlerinde,  Oğuz  Kağan’ın  korkunç
bir canavara benzeyen gergedanla mücadeleleri ele alınır. Canavarla mücadele
motifinin  ne  anlama  geldiği  üzerinede  daha  önce  durmuştuk.  Bu  mücadeleden
galip çıkan Oğuz Kağan daha sonra:
“Gökten inen göğün kızı ve yerdeki bir ağaç kovuğundan çıkan, yerin kızları
ile evlenmiştir.”
İnisiyasyonla ilgili bölümlerimizde, sırlar bilgisine eren kişilerin “Yerin ve
Göğün Oğulları” adı verilen bir grubun üyeleri sayıldıklarından söz etmiştim.
İşte  burada  da  açıkça  görüldüğü  gibi,  Oğuz  Kağan’ın  “Göğün  ve  Yerin
Kızları”yla  evlenmesi;  “Yerin  ve  Göğün  Oğulları”  grubuna  dahil  olmasının
mitoljik  anlatım  tarzından  başka  bir  şey  değildir.  Demek  ki  Oğuz  Kağan  aynı
zamanda  inisiyasyondan  geçerek,  sırlara  ermiş  olan  bir  kişiyi  de  sembolize
etmektedir.  Eğer  bu  bilgiler  ışığında  Oğuz  Kağan  Destanı’nı  bir  kez  daha
okursanız,  inisiyasyonun  nasıl  sembollerle,  masalımsı  bir  hava  içinde
anlatılmış olduğunu daha net görebilirsiniz.
Türk  Mitolojisi’nde  Oğuz  Kağan  efsanevi  bir  Türk  hükümdarı  olarak  ele
alınmış ve yeryüzünü zaptederek büyük bir devlet kurduğu söylenmiştir. Daha
önce  bazı  sembol  açılımlarından  örnekler  verirken  “Susuz  Kalan  Ülke”
motifinde,  ülkenin  aslında  insanı  sembolize  ettiğini  söylemiştim.  Bu  bilgiden
hareket  edersek,  zaptolunacak  en  büyük  ülkenin  insanın  kendisi  olduğunu
söyleyebiliriz.
Burada  yeryüzünün  zaptedilmesiyle,  Ezoterizm’de  sıkça  geçen  “dünyayı
yenmek” meselesi anlatılmak istenmiştir. Mitolojilerde karşılaşılan “Kayıp Bir
Ülkenin  Aranması”  ya  da  “Kaybomuş  Bir  Sevgilinin  Peşine  Düşülmesi”
motifleri hep aynı bilginin sembolleri olmuşlardır.
Fethedilecek  ilk  ülke  insanın  kendisidir…  Mitoloji  kahramanı,  hazineyi  ya
da  sevgiliyi  ararken  bir  de  bakar  ki,  kendi  benliğini  bulmuştur.  Bir  değişime
uğramıştır.  Mitolojide,  kayıp  olan  şeyin  aranması  sırasında,  bir  takım  büyük
sınavlardan  geçerken  kendisine  bazı  hedefler  gösterilir,  yardımlar  yapılır.
Bütün  bu  uğraşmaları  ve  çalışmaları,  kendisinde  bazı  değikliklere  sebep
olmuştur.  En  son  ulaştığı  şuur  haliyle,  olaylara  girmeden  önceki  şuur  hali


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə