Bu anlatılmaya çalışılan mesele, “İnisiyatik Çalışmalar”ın ve “Ezoterik
Öğretler”in en önemli noktalarından biridir. Büyük araştırma ve çabalardan
sonra belli bir sadeleşmeyle birlikte elde edilen anlayışların da, belli bir süre
sonra terk edilme mecburiyeti vardır. Aksi takdirde inisiyatik öğretide
ilerleyebilmek mümkün değildi. Çünkü o bir yoldu. Ve o yolda karşılaşılan
bilgilerin yerine, ilerde çok daha ileri seviyeli bilgiler adayı beklemekteydi.
Eğer aday belli bir bilgiye takılıp kalırsa ilerleyebilmesi mümkün
olamamaktaydı.
Elde edilen her bir realitenin bir üstü bulunduğu hiç bir zaman unutulmaması
gerektiğini anlatan Güzel Helen”in maceraları bu nedenle ayrı bir değer taşır.
Oysa ki günümüz insanı çok rahatlıkla edinmiş olduğu birkaç bilgiyi,
ulaşabileceği en son gerçek zannetme yanılgısına çok rahat düşebilmektedir.
Hatta bundan gurur bile duymaktadır.
NEHİR GEÇİRİCİLER
Hint Mitolojisi’nde gerçeğe ulaşabilmek için, eski realitelerin mutlak surette
terk edilmesi gerektiği son derece ilginç bir örneklemeyle anlatılır. Hint
Mitolojisi’ndeki Titankaraların öyküsü işte bunun hikayesidir…
“Nehrin karşısına geçilecektir. Nehrin hemen kıyısında bulunan Titankaralar
yolcuları kayıkla karşıdan karşıya geçirmektedir. Ancak kimi yolcular karşı
kıyıya geçtikten sonra, kayığı bir türlü terk etmek istemezler. Sırtlarına kayığı
alarak dağları tepeleri bu şekilde geçmeye çalışırlar. Tabii kısa bir süre sonra,
yorgunluktan yürüyemez bir hale gelerek oldukları yerde çöküp kalırlar. Buna
karşılık kayıklarını nehir bitince terk edebilenler, rahatlıkla yollarına devam
ederler. Ve varmak istedikleri hedefe ulaşırlar.”
Çok kısa bir özetini sunduğumuz bu mitolojik hikaye, anlayışlarını sürekli
yenileyemeyenlerin ve karşılaştıkları bilgileri yeri ve zamanı geldiğinde daha
üstün bilgilerle değiştiremeyenlerin halini anlatması bakımından son derece
büyük bir öneme sahiptir.
Üstünde uzun uzun düşünülmesi gereken bu hikaye bir türlü
değişemeyenlerin durumunu anlatır. Az önce değindiğimiz konuya bir örnek
teşkil ettiği için sizlere kısaca aktarmak istedim.
***
SAVAŞAN TANRILAR - EZOTERİK SIRLAR
Uranos çocuklarını doğdukça yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu.
Gaia kocasından yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Kronos da annesine
yardım edeceğini söyledi.
Kronos geldi. Tırpanla babasını hiç acımadan biçti. Vücudunun kanlı
parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan müthiş
yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyesler
(hiddetler), korkunç Geantsler (devler) doğdular.
Uranos düştükten sonra, Kronos kainatın efendisi oldu. İlk iş olarak Titanları
(şeytani Devler) zindandan çıkardı. Onun saltanatı zamanında yaradılış devam
etti: Baht, uyku, düş, alay, acı, şikayet, öç, hile, kızgınlık, nifak, fenalık, şüphe
meydana geldi.
Mitolojinin bu bölümü, mükemmeliyetten aşamalı bir şekilde uzaklaşılışı
anlatır. Bizim devremiz insanlığının içinde bulunacağı devre nasıl aşamalı bir
şekilde gelindiği hikayeleştirilerek burada ele alınmıştır. Uranos’un yerin
derinliklerine çocuklarını atmasıyla başlayan ve devam eden bir aşağı iniş
yani düşüş teması işlenmiştir. Yunan Mitolojisi’nde anlatılan bu hikaye iki
anlama gelir.
Birincisi bizim devremiz insanlığının içinde bulunduğu özellikler.
İkincisi ise inisiyatik bir çalışmaya girecek olan adayın terk etmek zoruda
bulunduğu duygu ve düşünceleri.
Mitolojide kullanılan bir inceliğe daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Kronos: Zaman Tanrısı’dır. Kainatın idaresini Kronos’un ele almasıyla birlikte
aşağı inişin şiddetlenerek devam ettiği görülmektedir. Yani zaman ilerledikçe
mükemmelliyetten uzaklaşıldığı bilgisinin, mitolojik bir anlatımıyla karşı
karşıya bulunmaktayız.
Ateş’in niçin kutsal sayıldığını daha önce görmüştük. Arınmanın sembolü
olarak ele alınan ateş sembolü burada da aynı işlevi görmektedir. İnsanlardan
yasak edilmesi, insanların şuursuz yaşayacakları bir devrin başlangıcı
demektir. Yani arınma imkanı bulamadan, çeşitli alışkanlıklar ve
bağımlılıklarla yaşanılacak bir devir kastedilmektedir.
Mitolojik hikayemize devam edelim…
Olimpos tanrılarından Prometheus ilk insanı balçıktan yarattı. Daha sonra
Hephaistos’un alevler fışkırtan ocağına yaklaştı, kızgın ateşinden bir kıvılcım
aldı, elindeki sopanın içine sakladı. Ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara
götürdü. Ateşe kavuşan insanlar zavallılıklarını unutarak gurura kapıldılar.
Tanrılarla kendilerini eşit tuttular. Onlara karşı olan ödevlerini unuttular. Zeus
bu şımarık mahlukların böyle yapacaklarını bildiği için kutsal ateşten onları
mahrum bırakmıştı. Zeus Prometheus’a çok kızdı. Onu Kaf Dağı’nın en
tepesine gönderdi. Ayaklarına kollarına zincir geçirtti.
Dünya üzerindeki mitolojilerin ve dinlerin kullandıkları ortak temalardan bir
tanesi de “İnsanın Balçıktan Yaratılması”dır. İnsanın balçıktan yaratılması,
insanın bedensel olarak dünya üzerinde mevcut olan temel maddelerden özel
olarak bir laboratuvarda meydana getirilmesi kastedilir. Yani Karbon,
Hidrojen, Azot ve Oksijen… Bu sembol aynı zamanda insanın ikili yapısının
da bir ifadesidir. Bu yapısı Ruh ve Madde”den oluşmaktadır. Bir yanıyla
dünyaya ait ama bir yanıyla göklere ait…
Kur’an-ı Kerim’de de aynı sembol kullanılmıştır. Burnuna nefes üflenmesi
ise dünya maddesinden oluşturulan fiziki bedenin, ruhsal bir enerjiyle canlılık
kazanması anlatılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |