Baş üzerinde ortaya çıkan bu ışık huzmesi efsanelerde saçların kutsal
sayılmasını beraberinde getirmiştir. Hakikaten de tüm ulusların mitolojilerinde
saçlar bir güç sembolüne dönüşmüş durumdadır. Hatta dinsel efsanelerde
bile…
Musa peygamberin öğretilerinde geçen Samson efsanesi buna güzel bir
örnektir: “Samson, gücünü saçlarından alan kahramandır. Ve saçları Dalila
tarafından kesildiğinde, zapt edilemez güçleri onu terk etmiş ve dünyasal
şartların getidiği felaketlere maruz kalmıştır.”
Buna karşılık Hint geleneklerinde oldukça değişik ve ilginç bir uygulama
karşımıza çıkar. Hintli rahipler saçlarını kazıtırlar. Bu kendilerinin henüz
tanrısal değil, insana özgü özelliklerle çevrili olduklarını göstermek içindir.
Ne kadar kendilerini geliştirmiş olurlarsa olsunlar yine de eksik olduklarını
anlatan bir uygulamadır. Aynı zamanda alçak gönüllülük mesajı taşır…
Saçlarını kazıtmalarının altında yatan bir başka unsur da, Hint geleneklerinde
“kıl”ın aynı zamanda hayvanın da bir işareti olarak görülmesinden dolayıdır.
İç güdüsel yaşama baş kaldırışlarının bir göstergesi olarak da saçlarını
kazıtırlar. Bu aynı zamanda onların cinsel perhizde bulunduklarının da
sembolüdür.
İLLÜZYON DÜNYASINA GİRİŞ
Çiva’nın eşi olarak mitolojide geçen Maya sembolü, en genel açılımıyla;
dünyada yaşayan bizim devremiz insanlarından örtüsüyle gerçekleri
kapamasıdır.
Buda’nın yaşam hikayesi bunun ezoterik bir izahını bize verir:
“Babasının büyüleyici sarayında kalırken, Maya, genç delikanlının ebediyet
susuzluğunu kolayca uyutmasını biliyordu. Ama babasının sarayının dışına
yaptığı dört kısa gezinti ona, Maya’nın örtüsünü atmak ve dünyanın gerçeğini
kavrayarak tekrardoğuşlar tuzağından kurtulma imkanını verdi. Bilgisizler ise
Maya’nın örtüsüyle oynamaya devam etti.”
Maya’nın kocası Çiva ise, tüm Hint Mitolojisi boyunca dansını sürdürdü.
Onun dansı aynı zamanda bir savaştı. O savaş tanrısı gibi her türlü kötü
güçlerle karşı savaşan bir kahramandı. Cücelere, bilgisiz cahillere ve kötü -
karanlık güçlere karşı aydınlığın savaşçı dansçısıydı. Bu dansı sırasında
dünyada yaşanmakta olan aşağı inişin devam etmesi gerektiğini de gayet iyi
bildiği için, Maya’nın karısı olmasına da göz yumdu. Çünkü o gayet iyi
biliyordu ki, düşüş esnasında insanların gözlerinin önünden bütün sırlar
yokedilmesi gerekmekteydi. Aksi takdirde insanlar ilahi kökenlerini unutarak
aşağı seviyelere doğru olan yolculuklarını sürdüremezlerdi. İşte, bu düşüş
sırasında dünyayı örtüleri ile kaplamak, insanları dünyasal deneyler alanına
daldırmak suretiyle onların kendi ilahiliklerini görmelerini engellemek, insanı
tanrısallığa bağlayan köprüleri yok etmek, karısı Maya’nın göreviydi. Ve o
görevini yapmak mecburiyetindeydi. Başlangıçta sözleşilen “Büyük Kozmik
Anlaşma” böyleydi… Herkes üzerine düşen görevi yapacaktı. O, “Aden”
bahçesindeki elmanın etiydi…
“Büyük Kozmik Anlaşma”ya göre insanlığın aşama aşama, basamaklarla
yavaş yavaş aşağılara doğru ineceği kesindi. Ama kesin olan bir başka şey
daha vardı. İnsanlık bir gün kaybetiği mükemmelliyete yeniden geri dönecekti.
Nasıl iniş kaçınılmazsa çıkış da kaçınılmaz olacaktı. Bu yüzden o savaşını
sürdürmeli ve bir taraftan da çıkışı hazırlamalıydı. Yani savaşmalı ve dans
etmeliydi. O da öyle yaptı. Savaştı… Ve dans etti… Günümüzde hâlâ Çiva’nın
dansı sürmektedir.
Hint Ezoterizm’i bu düşüş devrine Kali-Yuga adını verir. Yani demir çağ. Bu
düşüş sırasında Hint Mitolojisi’nde sahneye başka dansçılar çıkar. Bu
dansçının adı: Kali’dir. O da ölüm dansı yapmaktadır.Hem de gözleri kapalı,
uyuyan insanların üzerinde dansını sürdürmektedir. O kapısı bilgisizliğe açılan
ölümün dansçısıdır ama her bir ölüm, sonunda yeni yaşamları da beraberinde
getirecektir. O demir çağın düşüş dansçısıdır. Ve onun da dansı günümüzde
tüm heybetiyle devam etmektedir.
Bu büyük iniş süreci, çok öncelerden beri tüm eski yazıtlarda, geleneklerde,
mitolojilerde, efsanelerde, dinlerde ve tabii ki son olarak da tüm ezoterik
kaynaklarda bazen açık, bazen de üstü örtülü bir şekilde dile getirilmişti.
İşte bir örnek: Vişnu Purana, Demir Çağı’nın başlangıcından şu ifadelerle
söz eder:
“Toplum: Refahın tek amaç edinildiği, maddi zenginliğin ise faziletin yegane
kaynağı haline geldiği, karı ve koca arasındaki tek bağın tutku olduğu, sahte
tavırların, takiyeciliğin, ikiyüzlülüğün yaşamdaki başarının kaynağı olduğu,
cinsellik ticaretinin yegane zevk vasıtası olduğu bir safhaya gelirse; Kali-
Yuga’nın (Demir Çağı) içindeyiz demektir…”
Ne dersiniz? Tarif oldukça uymuyor mu?
MAYMUNLAR CENNETİ’NDEN KAÇIŞ
Hint Gelenekleri’nin en büyük sırlarından biri de, maymun Hannuman için
inşa edilmiş tapınaktır. Bir maymun için tapınak inşa edilmiş olması,
Hindistan’ı ziyaret eden ilk turistleri bir hayli şaşırtmıştı. Bunun altında da
binlerce yıl öncesine dayanan büyük bir sırrın olduğu daha sonra anlaşıldı.
Ezoterik kaynaklarda “maymun”, ilkel formdaki insanın ilk halini sembolize
eder. Ve yine ezoterik kaynaklar, Atlantis döneminde Atlantisliler tarafından
genetik çalışmalarla ortaya çıkartılan maymunumsu hayvanlardan söz eder.
Daha sonraları maymun sembolü şuursuz ve bilgisiz bizim devremizin
insanının sembolü haline gelmiştir. Böylelikle mitolojilerde ve ezoterik
çalışmalarda bu sembol yaygın bir şekilde kullanılmıştır.
Hint’teki maymun Hannuman’ın hikayesi aslında bizzat insanın hikayesidir.
İnsanın ilahilikle kesilen irtibatının sonucunda ortaya çıkan, şuursuz ve bilgisiz
yaşamını sembolize eden Hannuman’ı Hintliler çok sever. Çünkü o bütün
zorluklara göğüs gerebilmek için ışığını karartan, kendisini kurban eden
insanın sembolü olarak Hint inançlarında yaşatıla gelmiştir. Bu özelliğiyle O,
maymunlar cennetinden kaçışın da sembolü olmuştu…
Doğada yaşayan maymunun en önemli özelliklerinden biri onun taklitçi
olmasıdır. Hannuman da taklitçidir ama o sonunda tanrısını taklit ederek,
tanrısına benzer bir hale de gelebilecektir. Hint Mitolojisi’ndeki Hunnuman’ın
şu sözü yaptığımız yorumları destekler mahiyettedir:
“Siz şu anda beni sadece şimdilik aldığım boyutlarla görebilmektesiniz. Ama
ben bunları dilediğimce arttırabilirim.”
Hint’in sakladığı bu sırlar bizlere başlıca şu sonuçları vermektedir: 1-
İnsanların hayvani tabiatlarına rağmen, içlerinde ilahi bir kökenin gizli
olduğunu. 2- Binlerce ıstıraplı ölüme ve tekrardoğuşa maruz kalarak, sonunda
insanların muzip Maya tarafından kurulan tuzaklara yakalanmaktan
kurtulacaklarını. 3- Hunnuman gibi Tanrıları’na olan inançlarını ve
kendilerinin de ilahi kökene sahip oldukları bilgisini muhafaza ettikleri
takdirde, doğum ve ölümlere mecbur kalmayacaklarını. 4- Bu dünyanın
gerçeğine ulaşarak, bir gün insanların sırlar kapısını aralayabileceklerini.
Konu bizi öyle bir noktaya getirdi ki yine küçük bir parantez açmadan
geçmek istemiyorum…
Dostları ilə paylaş: |