204
İnsan ve Toplum
ağı örmüştür. Bununla İbn Sînâ, Tanrı’nın her türlü fiilî
ya da kavramsal çokluktan
münezzeh, yegâne varlık olduğunu ortaya koymuş, Tanrı-âlem arasındaki ilişkiyi ve
ayrılığı kesin bir şekilde belirginleştirmiş, Tanrı dışındaki tüm mevcudatın kendi içinde-
ki hiyerarşik düzenini anlamlı bir şekilde açıklamıştır (s. 196). Zorunlu varlık - mümkün
varlık ayrımının, İbn Sînâ’nın ilk eserlerinden son eserlerine kadar gelişim gösterdiğini
belirten yazar, bu çerçevede imkânın mahiyet, madde, zorunluluk
ve kötülükle ilişkisi-
ne dair çeşitli özellikler üzerinde durmuştur.
Gutas, İbn Sînâ araştırmaları çerçevesinde, İbn Sînâ’nın otobiyografisi ve talebesi
Cüzcânî’nin tamamlayıcı biyografisi temel alınarak tespit edilen kronolojik listeye
binaen, İbn Sînâ felsefesinin muhteva ve üslubunun el-Hikmetü’l-arûziyye’den el-İşârât
ve el-Mübâhasât’a akan bir süreçte fikrî bir tekâmül seyri izlediğini ileri sürmüştü. Bu
teze binaen Kaya, mevcut İbn Sînâ araştırmalarına zimmi bir eleştiri yöneltmek sure-
tiyle, İbn Sînâ düşüncesinde imkân kavramının ve imkân delilinin kronolojik bir seyrini
sunmuştur. Yazar, önce İbn Rüşd’ün tanıklığından destekle Tanrı’yı ispat için imkân
delilinin ilk defa İbn Sînâ tarafından kurgulandığını belirtmiş ve ardından İbn Sînâ’nın
fikrî tekâmül sürecinde delilin el-Mebde ve’l-me‘âd, eş-Şifâ: el-İlâhiyyât ve el-İşârât’taki
değişimleri üzerinde durmuştur. Bu bölümün son kısmı ise İbn Sînâ’ya yönelik eleş-
tirileri, mesela İbn Rüşd’ün felsefî gelenekten kopuş çerçevesindeki eleştirileri ve
mümkünün başkasıyla zorunlu varlık haline dönüşmesi
şeklindeki eleştirisini, yine
Gazzâlî ile Şehristânî’nin imkân ile âlemin ezeliliği arasındaki ilişki üzerinden yöneltilen
eleştirilerini içermektedir.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren modern anlamda incelemelere tabi tutulan İslam
felsefesi üzerine oryantalistik çalışmaların ürettiği çok çeşitli problemler mevcuttur.
Bu problemlerin bazıları, bizzat ‘İslam Felsefesi’ adından başlamak üzere; bu dalın
tanımlanması, çerçevesi, hangi ilimleri kapsadığı, yöntemi ve tabiatına dairdir. Bu
tartışmaların bu tez çerçevesinde yoğunlaştığı alanlar ise özelde İbn Sînâ felsefesinin
nasıl tanımlanacağı, yani tabiatı ve genel olarak İslam felsefesi alanındaki araştırmala-
rın yöntemi ile İslam felsefesinin özgünlüğüdür. Yazarın ifadesiyle, “Özgünlük ve taklit
ikileminin baskısından kurtulmak gerekmektedir.” (s. 7), doğrudur. Bununla birlikte
eser, İbn Sînâ’nın, en azından imkân kavramı çerçevesinde orijinalitesini yansıtmak
bakımından dikkate değer veriler sunmaktadır. İslam felsefesi çalışmalarına
yönelik
yerli (Müslüman) ve yabancılar (oryantalistik çalışmalar) arasındaki metot tartışmala-
rından hareket eden bu çalışma, Türkiye’de genellikle uygulanmamış bir yöntemi esas
alacağını daha baştan ilan etmektedir. Esasen bir kavramın tam bir serüveni, mesela bu
tezde “imkânın tarihi”, art-zamanlı bir iz sürme kadar, belli bir meslek/ilim/zaman kesi-
tindeki eş-zamanlı okumaları da gerekli kılmaktadır. Bir tezde, kavramın tarihine ilişkin
zamansal sınırlama bir zorunluluktur ve yazar bunu yapmıştır;
bu nedenle, neredeyse
bütün klasik dinî ve felsefi ilimlerdeki araştırmalarımızın tamamına teşmil edilebilecek
bir eksiklik olarak XIII. yüzyıl sonrasının ihmal edilmişliği yeni araştırmalarla aşılıp imkân
kavramının sonraki yüzyıllardaki serüveni de aydınlandığında, kitabın alt başlığındaki
“imkânın tarihi” ifadesinin hakkı da tam olarak verilmiş olacaktır.
205
Değerlendirme / Review
Sosyal Bilimler ve felsefe arasındaki ilişki üzerine düşünmek, salt teorik uğraşının
ötesinde bu sahaların tarihsel görüngülerini incelemeyi de gerektirmektedir. Bu
anlamıyla, sosyal bilimlerin tarihsel öyküsü içinde felsefenin rolü ve felsefenin tarihsel
öyküsü içinde sosyal bilimlerin konumu, ele alınması gereken iki farklı, ancak bütün-
leyici konuya işaret etmektedir. Lütfü Şimşek, kitabında, sosyal
bilimlerin gelişiminde
felsefenin rolünü iktisat disiplininin gelişimi çerçevesinde ele alırken vurguladığımız
noktadan hareket etmektedir. Bu paralelde yazar, sosyal bilimlerin ortaya çıkışını
temel olarak iki ana eksende ele almayı önermektedir. Bunlardan ilki, sosyal bilimlerin
felsefi arka planı ve kökenidir. İkincisi ise doğa bilimlerinin gerek epistemolojik gerekse
yöntemsel boyutlarıyla sosyal bilimler üzerindeki normatif etkileyiciliği veya paradig-
matik örnekliğidir. Yazar, bunu yaparken kendi tespitiyle aslında pozitivizm, Marksizm
ve hermenötik gelenek çerçevesinde sosyal bilimlerin felsefeyle
olan ilişkisini de ele
almaktadır. Bu paralelde, Descartes, Bacon, Hobbes, Locke, Hume, Kant, Hegel, Dilthey
gibi filozofların yanı sıra, Galileo, Copernicus, Kepler ve özellikle Newton gibi bilim
adamları da kitapta ele alınan isimler arasındadır. Sosyal bilimler sahasından ele alınan
iki önemli isim Marx ve Weber iken iktisat disiplinin kurucularından sayılan Adam
Smithde belirtilen çerçevede kitapta ele alınan bir diğer isim olarak öne çıkmaktadır.
Bu çerçevede kitap, dört ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, bilimin ne olduğu
sorusunun cevabı tarihsel boyutuyla ele alınmış. Bu çerçevede, Rönesans’tan başlamak
üzere bilginin temelleri ve doğası üzerine olan düşünüşlerin hâsılalarının
modern bilim
anlayışına giden yolu açtığı vurgulanmaktadır. Benzer biçimde, Descartes’in kurucusu
olduğu Kartezyen felsefenin özne/nesne ayrımı bağlamında evrenin mekanik kavranışı,
bir diğer dönüm noktasıdır. Gözlem ve deneyin konusu olmayan her şeyi metafizik bir
faraziye olarak reddeden Empirizm, sonrasında pozitivizm gibi olguların Bilim Devrimiyle
birleşerek modern bilim algısını oluşturduğu kitapta, ayrıntılı biçimde tartışılan diğer
konular olarak öne çıkmaktadır. Bu çerçeve çizilirken dönemleri itibarıyla oldukça etkili
olan ve kendilerinden sonraki süreçte gerek insan doğasının
gerekse bu doğayla ilişkili
biçimde, bilginin (episteme) ne olduğu hakkındaki algıları ve kabulleri geniş ölçüde
etkileyen filozofların modern dönemlerde kabul edilen bilimsel anlayışın kökeninde
yattıkları tespiti, ayrıntılı sayılabilecek bir biçimde ele alınmış. Bu bölümde öne çıkan
tespit, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinler arasında parçalanmış görüntüsü içinde insanı ve
insani etkinliği ele alırken aslında doğa bilimleri örneğinden hareketle kendisine köken
sağlayan felsefeyle arasına bir mesafe koyma çabası içinde geliştiği tespitidir. Doğa
bilimlerinde öne çıkan husus, olması gereken anlamındaki normatiflikten ziyade, olanın
Lütfü Şimşek, Sosyal Bilimler ve Felsefe, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, 193 s.
Değerlendiren: Muhammed Veysel Bilici*
* Arş. Gör., Kırklareli Üniversitesi Sosyoloji Bölümü