ların bulunduğu alana gidiyor. Çadırlar A’dan F’ye, bazı kala
balık ve sıcak yazlarda G’ye kadar adlandırılan bloklar halinde,
karşılıklı sıralanıyor. Çadır gruplarının bir başında bir sonun
da çadırcılar için yapılmış umumi tuvaletler var. A ve B bloklar
plajın en eğlenceli kısmı olan çay bahçelerine daha yakın oldu
ğu için çok revaçta.
Pek çok yazlıkçı yaz başında kiraladıkları çadırların önleri
ne kalın naylonlar ve kontrplaklarla yaptıkları “oturma oda
larını” evlerinden getirdikleri buzdolabı, ocak, koltuk, masa,
sandalye, kilim gibi eşyalarla döşüyorlar. Bütün çadırlar eve
benziyor, hepsi birbirinden farklı, birbirinden sıcak, neşeli ve
sevecen oluyor. Bütün yazı burada geçiren bazı ailelerin çadır
ları değişmiyor, onlar her yaz aynı yerden aynı çadırı kiralıyor
lar. Çadırın yan tarafına tahtadan bir tezgâh yapıyorlar, üstü
ne musluklu bir bidon, musluğun altına bulaşık leğeni, leğe
nin yanına da bulaşık selesi koyuyorlar, bildiğin mutfak tez
gâhı oluyor.
Bazıları işi iyice ileri götürüyor. Çadırlarının yanma, kuma
dört direk çakıyorlar, üstüne sağlam tahtalar oturtuyorlar, tah
taların üstüne de bir su deposu yerleştirip duş başlığı bağlıyor
lar. Böylece sanki evlerindelermiş gibi duş yapabiliyorlar. Tek
sorun gün boyunca güneş altında ısınan suyun kaynaması. Al
tına girmek mümkün değil, haşlanırsın. Onlar da depoyu ya
rım dolu tutuyorlar. Duş yapacakları zaman çadırlar boyunca
uzanan daracık beton yola belli aralıklarla dizilmiş musluklar
dan birine hortum takıp deponun kalanını soğuk suyla doldu
ruyorlar.
Arkadaşının annesi leğende deniz havlularını çiğniyor, arka
daşı orada değil. Köye yumurtayla yoğurt almaya gitmiş baba
sıyla.
İçi sıkılıyor. Gitmeyeceğine dair annesine söz verdiği halde
yalnız başına plaja gidiyor. Ceyhun Abi’nin arkadaşlarını görü
yor. Denizdeler ama yüzmüyorlar. Bellerine kadar suyun için
de dikilmiş, heyecanlı heyecanlı konuşuyorlar. Onlar da komü
nist, demek ki onlar da hapse girecek diye düşünüyor, ne ko
nuştuklarını merak ediyor. Duymak için denizin kıyısına, dal
181
gaların yaladığı yere kadar gidiyor, ama bir şey duyamıyor. Du
yamadıkça bir adım daha atıyor, bir adım daha, bir adım daha.
Derken su dizlerini geçiyor. Büyükçe bir dalga gelip vuruyor,
şortu ıslanıyor. Kuruyana kadar eve gidemeyecek. Annesi su
ya girdiğini anlar.
Daha büyük bir dalga geliyor, birden bastığı kum çöküyor,
ayağının biri dağılan kuma batıyor, tokyosu ayağından çıkıyor.
Telaşlanıyor, tokyosunu almak için hamle ederken öbür aya
ğı da kuma batıyor, öbür tokyosu da çıkıyor. Kum zemin dur
muyor, ayaklarının altında sürekli oynuyor. Düşüyor, kalkı
yor, bir türlü ayakta duramıyor. Tokyolarının peşinde, teki
ni yakalasa, gelen dalga öbürünü uzaklaştırıyor. İkisi de kaçı
yor elinden. Paniğe kapılıyor, tokyolarım kurtarmak zorunda!
Dalgalar tokyolarım giderek uzağa atıyor. Büyük bir dalga geli
yor, küçük kızı deviriyor. Baştan aşağı denize batıyor, fena hal
de su yutuyor. Ayağa kalkmaya, karaya çıkmaya çalışıyor, ne
fes almak istiyor, olmuyor. Dalgalar suyun içinde oradan oraya
sürüklüyor küçük kızı. Dayısının ne demek istediğini anlıyor.
“Sen istediğin kadar yüzdüğünü zannet, dalga seni açığa atar.”
İşte böyle yani!
Boğulmak üzere olduğunun farkında. Nefes almak, bağır
mak istiyor ama suyun üstüne çıkamıyor. Bir yandan aklı hâlâ
tokyolarında. Boğulduğunu gören yok. Karasu’nun sorunu bu-
dur zaten, kıyıda, bir karış suda bile boğulabilirsin. Dalgalarla
oynadığını zannederler, kimse seni kurtarmayı akıl etmez. Kü
çük kız pes etmek üzere, tokyolarından vazgeçmiş çoktan. Bo
ğulmak böyle bir şey demek ki diye düşünüyor, korkulu bir
heyecan sarıyor bedenini, bütün bunları düşünebildiğine şa
şırıyor.
Ceyhun Ahi’nin arkadaşları küçük kızın dalgalarla filan oy
namadığını, düpedüz boğulduğunu görüyorlar. Koşuyorlar, kı
zı kucakladıkları gibi karaya çıkarıyorlar, baş aşağı tutup ci
ğerlerine dolan suyu boşaltıyorlar. Küçük kız kendine geliyor,
tokyolarım soruyor.
Annesi olayı duymuş, koşarak filan değil uçarak geliyor, yü
zü bembeyaz, bütün kanı çekilmiş sanki, ölmüş korkudan.
182
“Tokyolarımı kaybetmedim!” diyor panikle annesine, ayak
larını kaldırıp göstererek.
Annesi cevap vermiyor, kızına öyle bir sarılıyor ki, denizden
kurtuldu ama annesinin koynunda boğulacak. Küçük kız an
nesinin kalbinin korkunç bir gürültüyle attığını duyuyor.
183
Doktor Bey’in tatil günü
Doktor Bey’in Karasu’da geçirdiği ilk ve son yaz. Beyazıt'ın otel
ken siteye çevirip sattığı yazlık evlerin en büyük, en lüks, en
güzel manzaralı olanında oturuyor. Bu daireyi kışın satın aldı.
Beyazıt’ın yaptırdıklarıyla yetinmedi, baştan aşağı tadil etti, iyi
ce genişlettiği balkona bambu koltuk takımı, aplikler, çiçek do
lu saksılar koydurdu. Her şey hazır olunca da karısı ve uyuşuk
oğlu geldi, yerleştiler. Doktor Bey her sabah kuyrukları beyaz,
gövdesi koyu kırmızı Chevrolet’sine biniyor, Adapazarı’na mu
ayenehanesine gidiyor, akşamları güneş batmadan dönüp bal
konuna kuruluyor.
Ellinin epeyce üstünde, saçları hâlâ gür, sarışın bir adam. Sa
rışınlığı site sakinlerinin sayısız merak konularından biri, saçı
nı boyadığını düşünüyorlar. Karısı doktordan daha genç, kırk
bile yok. Uzun kumral saçları sırtına dökülen, hoş bir kadın.
Burnu minicik ama delikleri öyle büyük ki ameliyatlıyım diye
bağırıyor; nerede kime yaptırdıysa pek başarılı olmamış.
Karı kocanın hallerinde site sakinlerine giderek gülünç ge
len aşırı bir kibarlık, aslında kibarlık da değil, bir çeşit caka
var. Doktor Bey akşamları işten eve döndüğünde herkes gibi at-
let-şort giyeceğine tiril tiril ipek gömlekler, parıltılı pantolon
lar giyiyor. Çorapsız ayaklarında tokyo veya terlik değil, o yıl-
184
Dostları ilə paylaş: |