altına özenle ve annesine göstererek yerleştiriyor.
“Biz dayımla yüzeceğiz,” diyor, “tokyolarını burada bak!”
İki çiftini daha yazın ortası olmadan kaybettiği için küçük
kıza üçüncü tokyo alınmış. Annesi “Bu son, ona göre,” demiş.
“Bunları da kaybedersen başının çaresine bakarsın!” Annesi de
diğini yapar, bu yüzden aklı fikri tokyolarında.
Tokyo önemli.
Karasu’nun boyuna kilometrelerce, enine on metrelerce uza
nan harika bir plajı var. Yazın kumlar öyle bir kızıyor ki, bil
diğin ateş, çıplak ayakla basmak imkânsız. Denizden çıktığın
da tokyosuz kalanların hali çok komik oluyor. Çekirge gibi sıç-
raya sıçraya yürüyenler, her adımda elindeki havluyu yere atıp
üstüne basanlar, denizden aldığı bir kova suyu basacağı yere
dökenler, hiçbir şey bulamayınca ıslak mayosunun üstünde kı
çın kıçın gidenler. Bazen denizden bir çıkarsın ki tokyonun te
ki yok, birileri koşarak denize girerken bir tekmede bir yerlere
uçurmuş olur. Çaresiz havlunun olduğu yere kadar tek ayak
la sekerek gidersin. Kumda sekmek de öyle kolay bir iş değil.
Bu yüzden denize girmeden önce tokyoları sağlam bir yere
koymak gerekir, fazla uzağa da koymayacaksın, denizden çı
kıp ulaşıncaya kadar tabanların pişer. Öyle ortada da bıraka
mazsın, çalınır çünkü. Dikkatin tokyolarının üstünde olacak,
nerde bıraktığını hatırlayacaksın. Karasu’nun incecik, altın gibi
ama yutucu bir kumu var. Durup dururken sert bir rüzgâr çı
kar, havalanan kum açıkta kalan her şeyle birlikte tokyoları da
örter. Sonra ara ki bulasın. Ama ne kadar dikkatli olursan ol,
tokyo denilen lanet şey ya kaybolur ya çalınır. Bu yüzden yaz
boyunca herkes el arabasında tokyo satan seyyar satıcıdan veya
ilçe merkezindeki pazardan birkaç kere tokyo alır.
Küçük kız ayakları pişe pişe suya koşarken annesi ve akra
baları yine denize uzak bir yeri seçtikleri için kızıyor. Girip çı
kanlar su sıçratıyor, top oynayan gençlerin ayaklarından kal
kan kum gözlerine giriyor diye denize uzak oturuyorlar hep.
Anneler bir sabah bir de ikindide iniyorlar plaja. Her gelişleri
bir tantana. Yanlarında getirdikleri direkleri kuma çakıyorlar,
eski bir çarşafı üstüne geriyorlar, altına kilim seriyorlar. Soğuk
175
su şişeleri, termoslarda çayları, kabak çekirdekleri, şeftali veya
üzüm, bazen kavun karpuz, mevsiminde taze fındık; hava rüz
gârsızsa kâğıt oynayarak, geçen mısırcıdan mısır alarak, arada
bir denize girerek günü geçiriyorlar.
Koskoca Karasu’da (gerçi o yıllarda koskoca Karasu değil, adı
bile duyulmamış ufacık bir ilçe), plaj şemsiyesi sahibi aile sayısı
toplaşan bir elin parmaklarını geçmiyor. Çocuklar tokyolarının
yerlerini bu şemsiyelere göre belirliyorlar. Fruko’nun önü, Tu-
borg’un az ilerisi, AlmanyalIların mavili şemsiyesinin yanı. Şez
long da yok. Şezlong dediğin Beyazıt’ın otelinin havuz başına
dizilmiş, tahtadan yapılma, rahatsız şeyler. Bir de ağır, yerinden
oynatmaya kalksan kolların kopar. Beyaz plastik bahçe koltuk
larının ve şezlongların çıkmasına daha uzun yıllar var.
Küçük kız bir an önce yüzme öğrenmek istiyor. Dayısı be
linden tutuyor, bacaklarını çırpmasını söylüyor. Bir yandan da
öğüt veriyor.
“Dalga varken sakın girme. Yüzdüğünü zannedersin ama dal
ga seni açığa atar. Bir de bakarsın kıyıdan çok uzaklaşmışsın...”
Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmez derler. Ama Ka
rasu’da düşse bile kolay kolay girilmiyor. Hava ancak hazira
nın sonuna doğru ısınıyor. 1 Temmuz kabotaj bayramında bi
le şakır şakır yağmur yağdığı, suyun buz gibi olduğu görülmüş.
Mevsim öyle kısa ki ağustosun ortasında bitiyor. Toplaşan bir
buçuk ay. Karasu ağustosun on beşi yaz on beşi kış sözünün
hakkını veriyor. Ağustos yarılandı mı rüzgâr sertleşiyor, deniz
kabarıyor, daha sık ve soğuk yağmurlar yağıyor. Geceler zaten
hep soğuk, hava karardı mı hırkanı giyeceksin.
Dayısıyla epeyce yüzme çalışması yaptıktan sonra arkadaş
larıyla oynuyor. Suda öyle çok kalıyorlar ki elleri ayakları bu
ruşuyor, dudakları mosmor oluyor, çeneleri zangır zangır titri
yor. Kendilerini yüzükoyun sıcak kumlara atıyorlar. Harika bir
duygu, insan bir anda ısınıyor. Kum ıslanıp soğudukça kuru,
sıcak tarafa geçiyorlar, sırtlarını ısıtmak için yuvarlanıyorlar.
Yüzleri, gözleri, saçlarının dipleri kum oluyor, ağızlarının içle
ri bile. Dişleri kumdan gıcırdıyor. Karasu’nun kumu çok yapış
kan, zor çıkıyor.
176
Annelerin hiç tadı yok bugün, ne kâğıt oynuyorlar ne deni
ze giriyorlar. Çok üzgünler. Ceyhun Ahi’nin annesiyle babası
Ada’ya dönmüş, avukat peşindeler, komünist oğullarını hapis
ten çıkarabilmek için.
Sabah pırıl pırıl olan gökyüzü bulutlarla kaplanıyor. Tam
Karasu havası işte, asla güvenemezsin, bugün güzel bir gün ola
cak diyemezsin, ansızın bulutlanır, fırtına çıkar, deniz dalgala
nır. Hava bozunca anneler toparlanıyor, zaten keyifsizler. Hep
si Ceyhun Abi’yi çok sever. Annesi küçük kızı çağırıyor, yine
kuma yattığı için azarlıyor, denize sokuyor, söylenerek kum
larını yıkıyor, yıkamasa avuç avuç kumdan duş gideri tıkanır.
• •
Öğle yemeğinden sonra zorunlu öğle uykusu var, günün
en sıkıcı saati. Gözlerini açık tutmaya çalışsa da uyuyakalıyor.
Uyandığında hava tümüyle kapanmış. Haşim Amca’nınçay bah
çesine gidiyor, birkaç arkadaşını buluyor orada, tavla oynayan
ahileri, ablaları seyrediyorlar. İkindi kahvaltısı saati gelince eve
dönüyor. Annesi ve yengeleri her gün olduğu gibi, yan yana sı
ralanmış evlerinin önlerindeki masalarda kahvaltı hazırlamışlar.
Herkes Ceyhun Abi’yi merak ediyor. İşkence görüyor mu
dur acaba diye konuşuyorlar. Küçük kız sessizce taze ekmek
le mürdüm eriği reçeli ve beyaz peynir yiyor. Kulağı büyükler
de. Ceyhun Abi’yi çok merak ediyor. İşkence sözcüğünden ür
küyor.
Arkadaşları zambak tarlasına gidiyorlar, o da gitmek istiyor.
Annesi “Duymamış olayım !” diyor, o kadar, konuşturmu
yor bile.
Zambak tarlası ıssız bir yer. Civarında çadır, baraka, ev filan
yok. Bazen inekler geliyor, tarlanın çevresindeki dikenleri yi
yorlar. Annesi yanında güvenilir büyükler olmadıkça zambak
tarlasına gitmesine izin vermiyor.
“Hem zambaklar açmadı ki daha, ne işiniz var!”
Zambak tarlasına bayılıyor küçük kız. Açtığı zaman annesi,
yengeleri filan bir sürü büyükle birlikte yabani zambak topla
maya gidiyorlar. Binlerce çiçekten baş döndüren bir koku yayı
lıyor. Annesi soğanlarına dokunmadan, sadece çiçeklerini ke
siyor, tam açmamış olanlarını. Kadınlar topladıkları zambakla-
177
Dostları ilə paylaş: |