Enişte apar topar geliyor daireden, adamları kovuyor. Bah
çeye girmiş olanlardan biri enişteyi tartaklıyor. “Kabahat o Al
man karının!” diyor, “madem çırçıplak çıktı bahçeye, hak et
ti.” İçten içe Bettina’yı suçlasalar da bu ipini koparmışların yap
tığını tasvip etmeyen adamlar araya giriyor, ortalığı sakinleşti
riyorlar.
Akşam Bettina ile sevgilisi müthiş bir kavga ediyorlar.
Sevgili “Niye bikiniyle bahçeye çıktın?” diye hesap soruyor.
Sevgilisinden şefkat ve özür bekleyen Bettina hayret içinde
kalıyor. Eşyalarını toplamaya başlıyor. Derhal Berlin’e döne
cek. Fakat yaşadıklarından öyle korkmuş ki, sevgilisinin onu
İstanbul’a havaalanına götürmek teklifini kabul etmek zorun
da kalıyor.
Berlin’e döndüğünde artık bir Türk sevgilisi yok. Bir daha da
olmayacak. Kara bıyıklı erkek güruhundan korkup kendini eve
kilitlediğini kimseye anlatmıyor. Sokaklara koşuyor. Slogan
atarken inançların güçlü olup olmadıklarının ancak sınandık
ları zaman anlaşılabileceğini düşünüyor.
166
Hay makarimasu!
Adamın adı Tamura. Henüz otuz yaşında ve bekâr. Toyota fab
rikasında mühendis. Buraya çalışmaya gelmiş. Adapazan’nın
özellikle Japonlar gelecek diye yapılmış olan en lüks otelinde
kalıyor. Özel bir asansörle çıkıldığı rivayet edilen en üst kat To-
yota’da çalışan Japonlara ayrılmış. Otelin lüks olması zevkli ol
duğu anlamına gelmiyor elbette, ama ahalisi vaktiyle oldukça
mütevazı olan bu şehrin daha önce görmediği kadar lüks oldu
ğunu söylemek mümkün. Yerler kalın, tok halılarla kaplı, her
şey şıkır şıkır. Balo salonu, konferans salonu, spor salonu var,
birkaç pahalı restoranı, ufak da olsa kapalı yüzme havuzu, ge
ce kulübü, barı var. Lüks bir otelde olması gereken her şey san
ki kamyona yüklenip getirilmiş, ortalığa boşaltılmış. Kristal sü
sü verilmiş avizeler, altın süsü verilmiş musluklar, mermer sü
sü verilmiş döşemeler, çiçek süsü verilmiş plastikler... Her şe
ye bir şey süsü verilmiş.
Tamura bu otelde yaşıyor ve görünen o ki daha birkaç se
ne yaşayacak. Bundan dolayı mutlu mu? Hayatından nefret mi
ediyor? Kendi evinde, yurdunda olmak için neler feda eder? Se
çeneği olsa başka bir ülkeyi tercih eder mi? Kim bilir.
Şehirde gezip tozmaya, keşifler yapmaya, yerel halkla kay
naşmaya ne gönlü var, ne de zamanı. İki haftada bir pazar gün
167
leri bulvarda şöyle bir yürüyüp oteline dönüyor, spor salonun
da sporunu yapıp odasına çekiliyor. Zor bir hayat. Böyle ya
şayan sadece Tamura değil, bütün Japonlar hemen hemen ay
nı durumda. Bir-ikisi belki arada fırsat buldukça İstanbul’a ka
çıyordun
Japonların kendi aşçılarını getirttikleri, yosun yedikleri,
Türk yemeklerinin tadına bile bakmadıkları rivayet ediliyor.
Türklerle ahbaplığa gönül indirmediklerini söylüyorlar, tees
süf ediyorlar. “Oysa biz Kore’de savaştık onlar için,” diyorlar.
Onlara göre Kore, Çin, Japonya hepsi bir zaten. Gözler çekik
mi, tamam. Bazıları arada bir pazar günleri şehrin sokakların
da gruplar halinde görünen bu Japonlara kızıyor, bazıları kırı
lıyor. “Bir de dünyanın en saygılı milleti derler!” diye şikâyet
ediyorlar. “Çekip gitsinler memleketlerine geri!” diye efelenen-
ler de var.
Hiçbiri gece gündüz demeden çalışan bu Japonların mem
leketlerinden binlerce kilometre uzakta, bambaşka bir kültü
rün içinde ne hissediyor olabileceklerini merak etmiyor. Ma
dem gelmişler bu şehre, tabii ki ıslama köfte yiyecekler, ceviz
li kabak tatlısı tadacaklar, Türk kahvesi içecekler, şehir halkı
nın aşırı misafirperverliğine yerlere kadar eğilerek karşılık ve
recekler. Bazen içlerinde, bilinçsizce de olsa aklıselime yakla
şan biri çıkıyor ve “Sen olsan yosun yer misin?” diye soruyor.
“E biz onların yosununu yemeyeceğimize göre onların da ısla
ma köftemizi yememeleri normal değil mi?” Yerinde bir soru,
ama şehrin allamei cihanlarında, kahvehane bilgelerinde cevap
hazır. “Yosunla köfte aynı şey mi? Köfteyi bütün dünya yiyor!”
Bir gün İstanbul’dan birkaç gazeteci geliyor, Japonlarla ko
nuşmak için. Türkiye’de yaşamaktan memnunlar mı diye soru
yorlar ve elbette Türkiye’nin kültürünün, yemeklerinin, misa
firperverliğinin övülmesini bekliyorlar. Bu oyun hep böyle oy
nanmış. Bu ülkeye gelen yabancılar yüzümüze karşı duymak
istediklerimizi söylerler, söylemezlerse biz söyletiriz.
Fakat şaşırtıcı bir şey oluyor, yeni başlayan Toyota macera
sı sırasında asıl öfkelenip kırılanların Japonlar oldukları ortaya
çıkıyor. Tamura terbiyeli bir tavırla ama eleştirelliğinden de hiç
168
taviz vermeden, neden kırıldıklarını gazeteciye açıklıyor.
Başlangıçta halkla kaynaşmak için gayret gösterdiklerini söy
lüyor. Yüzlerine gülücük yerleştirip dışarı çıktılar. Ama daha o
gün başladı mutsuzlukları.
Ne zaman ikili, üçlü gruplar halinde dolaşmaya çıksalar; ço
cuklar, gençler hatta yetişkinler gözlerini dikip bakıyorlar. San
ki bir insana değil, yaratığa bakıyor gibiler. Sadece baksalar iyi,
gülüyorlar, alay ediyorlar, arkalarından sesleniyorlar:
-H a y ! Makarimasu!
- Anjinsan!
- Çang çingçong'
- Şogun!
Tamura bu sözlere bir anlam veremiyor. “Hay makarima-
su”nun “Hai wakarimasu” olduğunu çabuk çözüyor ama ne
maksatla söylediklerini anlamıyor. Çok anlamsız, çünkü “Hai
vvakarimasu” Japoncada “Evet, anlıyorum,” demek. Çang çing
çong’la Çinlileri kastettiklerini de anlıyor, bundan da hiç hoş
lanmıyor. Tıpkı bütün siyahların aynı olduklarının sanılması
gibi, çekik gözlü tüm insanlara birbirlerinin tıpkılarıymış gibi
davranılması ırkçılığın alfabesinde yazar.
Anlattıklarına açık açık gülmemek için kendini zor tutan ga
zeteciye tuhaf bir toplum portresi çiziyor Tamura. Peşlerine ta
kılan, laf atan, gülen insanları anlatırken gözleri doluyor. Irkçı
bir taraf var bu misaf irperverlik iddiasında olan toplulukta, bu
na gazeteci de dahil aslına bakılırsa. O yıpranmış sözcükle ter
cüme edecek olunursa tüm Japonları “ötekileştiriyorlar”. Bu
ırkçı, ayırımcı, neredeyse kuyruğun nerede diye soracak kadar
zalim ilişki biçimi nedeniyle otelden fabrikaya, fabrikadan ote
le tekdüze ve korkunç sıkıcı bir hayat sürdüklerini anlatıyor.
Gazeteci Tamura’nın bu sözlerini yazıyor. Eğip bükmeden
aktarmaya gayret ediyor ama yine de üslubunda durumu ko
mik bulan, içten içe gülen bir ton var. Gazeteyi okuyup utanan
birkaç kişi çıkıyor. “Ayıp ediyoruz ama,” filan diyorlar. Bir-iki-
si “Ne var bunda?” diye itiraz ediyor. “Şogun Japon dizisi de
ğil miydi?”
169
Dostları ilə paylaş: |