Microsoft Word Brown, Dan Da Vinci Sifresi doc



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə92/116
tarix10.11.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#9412
1   ...   88   89   90   91   92   93   94   95   ...   116

Langdon, onunla aynı fikirdeydi. Duvarlar, bulundukları yerden bile oldukça sağlam 
görünüyordu. 
Alüminyum koltuk değneklerinden çıkan sesler yankı yaparken Teabing, "Tapınak 
Şövalyeleri savaşçıydı," dedi. "Dini nefer topluluğu. Kiliseleri onların kaleleri ve 
bankalarıydı." 
Leigh'e bakan Sophie, "Bankaları mı?" diye sordu. 
"Elbette, evet. Modern bankacılık kavramını Tapınakçılar icat etti. Avrupalı asilzadelerin 
alanlarıyla birlikte yolculuk etmeleri tehlikeliydi, bu yüzden Tapınakçılar, onların altınlarını 
en yakın Mabet Kilisesi'ne edip, Avrupa'daki diğer tapınak kiliselerinden çekmelerine imkân 
sağladılar. Tek ihtiyaçları olan şey, gerekli evrakları göstermeleriydi." Göz kırptı. "Ve tabii 
küçük bir komisyon. İlk ATM'ler bunlardı." Teabing, güneş ışığının kızıl renkli bir ata binen 
beyaz giysili şövalyeden süzüldüğü vitray pencereyi gösterdi. "Alanus Marcel," dedi. "Bin iki 
yüzlü yılların başında Tapınak Üstat'ıydı. O ve ondan sonra gelenler Primus Baro Angiae'de 
senatör koltuğuna oturdular." 
Langdon şaşırmıştı. "Ülkenin ilk baronu mu?" 
Teabing başını salladı. "Bazıları Tapınak Üstat'ının kraldan daha fazla nüfuza sahip 
olduğunu iddia eder." Daire şeklindeki bölüme vardıklarında Teabing uzakta hâlâ yerleri 
süpürmekte olan papaz yardımcısına baktı. Sophie'ye, "Biliyor musun?" diye fısıldadı, 
"Tapınakçılar bir yerden bir yere taşıyıp sakladıkları zamanlarda Kutsal Kâse'nin bir kez bu 
kiliseye yerleştirildiği söylenir. Dört sandık Sangreal Belgesi'yle Magdalalı Meryem'in 
lahdinin bu kilisede olduğunu hayal edebiliyor musun? Tüylerimi diken diken ediyor." 
Dairesel bölüme girdiklerinde, Langdon'ın da tüyleri diken diken olmuştu. Gözlerini 
içerideki soluk taş duvarlarda gezdirerek, hepsi de iç tarafa doğru bakan gargoyle, şeytan, 
canavar ve acılı insan yüzü oymalarına baktı. Oymaların altında daire şeklindeki odayı 
çevreleyen tek bir oturma sırası vardı. 
Langdon, "Yuvarlak tiyatro," diye fısıldadı. 
Teabing koltuk değneklerinden birini kaldırarak, sol ve sağ arka köşeleri gösterdi. 
Langdon onları görmüştü bile. 
On taş şövalye. 
Beşi solda. Beşi sağda. 
Yere meyilli yerleştirilmiş gerçek boyutlardaki oyma figürler, huzur içinde yatıyorlardı. 
Şövalyeler zırhlı giysileri, kalkanları ve kılıçlarıyla betimlenmişlerdi. Langdon mezarları 
görünce, onlar uyurken birisi içeri gizlice girmiş ve yüzlerine alçı dökmüş gibi tatsız bir hisse 
kapılmıştı, hepsi de oldukça eskimişti ama birbirlerinden hayli farklıydılar, kol ve bacakları 
farklı pozisyonlarda duruyordu, farklı zırhları ve kalkanlarının üstünde farklı işaretler vardı. 
Papa, şövalye gömmüş Londra 'da. 
Daire şeklindeki odada ilerlerken Langdon dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. 
Burası, orası olmalıydı. 
Rémy Legaludec, Jaguar limuzini Mabet Kilisesi'nin yakınlarındaki pis bir sokağa 
çekerek, sanayi çöp tenekelerinin arkasında durdu. Motoru susturarak etrafı kolaçan etti. 
Boştu. Arabadan inerek, arka tarafa yürüdü ve keşişin bulunduğu orta bölmeye geçti. 
Remy'nin varlığını hissederek vecit halinden çıkan keşiş, kırmızı gözleriyle korkudan çok 
merakla bakıyordu. Rémy bu vefakâr adamın sakin kalabilmesinden oldukça etkilenmişti. 
Range Rover'daki ilk boğuşmadan sonra keşiş içinde bulunduğu durumu kabullenmiş ve 
kaderini daha yüksek bir güce teslim etmiş gibiydi. 
Papyonunu gevşeten Remy, kolalı yüksek yakasının düğmesini açtı ve kendini, yıllardır 
ilk kez nefes alıyormuş gibi hissetti. Limuzinin içki barından kendine bir Smirnoff votka 
doldurdu. Tek dikişte içkisini bitirdikten sonra biraz durdu. 
Yakında zengin bir adam olacağım. 


Bar dolabını arayan Rémy, standart bir şarap açacağı buldu ve küçük bıçağını  dışarı 
çıkarttı. Bıçak genellikle şarap  şişesinin mantarı etrafındaki yaldızı kesmek için kullanılırdı 
ama bu sabah çok daha farklı b amaca hizmet edecekti. Rémy elinde tuttuğu bıçakla yüzünü 
Silas'a döndü. 
Artık kırmızı gözlerden korku fışkırıyordu. 
Remy gülümseyerek limuzinin arka tarafına gitti. Bağlarıyla boğuşan keşiş kendini geri 
çekiyordu. 
Bıçağı havada tutan Remy, "Kıpırdama," diye fısıldadı. 
Silas, Tanrı'nın onu terk ettiğine inanamıyordu. Silas kana susayan kaslarının 
zonklamasını bile İsa'nın çektiği acılarla bağdaştırarak, bağlamanın verdiği fiziksel acıyı 
ruhani bir ibadete dönüştürmüştü. Gece boyunca kurtuluş için dua ettim. Bıçak aşağı inerken 
Silas gözlerini sıkıca kapadı. 
Kürek kemiklerinde ani bir acı hissetti. Limuzinin arkasında, kendini savunmaktan aciz 
bir durumda öleceğine inanmayarak feryat etti. Tanrı’nın işini yapıyordum. Öğretmen beni 
koruyacağını söylemişti. 
Silas sırtına ve omuzlarına yayılan yakıcı sıcaklığı hissettiğinde, kendi kanının derisinin 
üstüne yayıldığını hayal etti. Uyluklarının delinirken verdiği ağrıyı duyduğunda, hasara karşı 
verilen o tanıdık mücadelenin başladığını hissedebiliyordu... vücudun acıya karşı savunma 
mekanizması. 
Yakıcı sıcaklık tüm kaslarına yayıldığında Silas gözlerini daha da sıkı kapadı ve ömrünün 
son dakikalarında göreceği kişinin katili olmaması gerektiğine karar verdi. İspanya'daki küçük 
kilisede duran genç Piskopos Aringarosa'yı hayal etti... Onun ve Silas'ın kendi elleriyle inşa 
ettiği o kilisede. Hayatımın başlangıcı. 
Silas vücudunu alevler sarmış gibi hissediyordu. 
Smokini! adam aksanlı Fransızcasıyla, "Bir içki al," dedi. "Kan dolaşımına yardım eder." 
Silas'ın gözleri hayretle açıldı. Üzerine eğilen bulanık figür ona bir bardak içecek ikram 
ediyordu. Yerdeki kansız bıçağın yanında kullanılmış yapışkanlı bant duruyordu. 
Adam, "İç bunu," diye yineledi. "Hissettiğin acı kaslarına hücum eden İtandan 
kaynaklanıyor." 
Silas duyduğu korkutucu zonklamanın karıncalanmaya dönüştüğünü hissediyordu. 
Votkanın tadı berbattı ama minnet duyarak içti. Kader bu gece Silas'a pek çok tuzak 
hazırlamıştı ama Tanrı mucizevi bir hareketle bunların hepsini çözmüştü. 
Tanrı beni terk etmedi. 
Silas, Piskopos Aringarosa'nın buna ne diyeceğini biliyordu. 
İlahi müdahale. 
Uşak, "Seni daha önce kurtarmak isterdim," diye özür diledi. "Ama buna imkân yoktu. 
Polis önce Chateau Villette'e sonra da Biggin Hill Havaalanı'na geldi, ancak şimdi fırsat 
bulabildim. Anlıyorsun, değil mi Silas?" 
Silas şaşkınlıkta geri çekildi. "Adımı biliyor musun?" 
Uşak gülümsedi. 
Silas doğrularak sertleşmiş kaslarını ovaladı. Kuşku, minnet ve şaşkınlık duyguları 
kabarmıştı. "Sen... Öğretmen misin?" 
Soruyu komik bularak gülen Remy, başını iki yana salladı. "Keşke kadar gücüm olsaydı. 
Hayır, ben Öğretmen değilim. Senin gibi ben de ona hizmet ediyorum. Ama Öğretmen senden 
övgüyle bahsediyor. Benim adım Remy." 
Silas sersemlemişti. "Anlamıyorum. Öğretmen için çalışıyorsan, Langdon neden kilit 
taşını senin evine getirdi?" 
"Benim evime getirmedi. Dünyanın en ünlü Kâse tarihçilerinden Sir Leigh Teabing' in 
evine getirdi." 
"Ama sen orada yaşıyorsun. Garip..." 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   88   89   90   91   92   93   94   95   ...   116




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə