99
diktatörlerine benzetilmiştir. Buna karşılık Bush, Saddam Hüseyin’i engellemeye
çalışan demokratik bir lider olarak ön plana çıkarılmıştır. Bu amaçla krizin asıl
sorumlusu olarak görülen Saddam Hüseyin kinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına
neden olan dönemin diktatörleri olan Hitler ve Mussolini’ye benzetilmektedir.
Hitler ve Mussolini’nin de aynı türden olaylara neden oldukları ancak sonlarının
iyi bitmediği ifade edilmektedir. Barlas bunu şu şekilde ifade etmektedir:
Körfez krizinin sorumlusu ne Amerika, ne ngiltere, ne de Türkiye’dir.
Körfez krizinin ve olacaksa bir savaşın sorumlusu Iraklı diktatör
Saddam Hüseyin’dir... Sorumsuz bir despotun ülkesini ve dünyayı ne tür
maceralara sürükleyebileceğinin son örneği, Saddam’ın Kuveyt’i
işgalidir. Yakın tarihte bunun benzerine sebep olan Hitler, Mussolini
gibi despotların sonu hatırlanırsa, 20. yüzyıla 9 yıl kala, Saddam’ın
başarılı olmasının mümkün bulunmadığı görülür. Artık barışın anahtarı,
sadece Saddam’ın elindedir. Kuveyt’ten geri çekilmeyi kabul etmezse
savaş kaçınılmaz olacaktır.
194
Türkiye’nin çıkarları açısından Körfez krizinin incelenen döneminde basın ikili bir
yapı arz etmektedir. Bir tarafta Türkiye’nin bu savaşa girmemesini savunanlar, öbür
tarafta ise bu krizin Türkiye’nin önüne bir fırsat olarak çıktığı, gerekirse savaşa
girmesini savunan görüştür. Aynı gazetede bu iki görüşü bulabilmek mümkündür.
Körfez krizinin savaş veya barışla bitmesinin pek önemli olmadığı, ABD ve AB’nin
isteklerine göre hareket edecek bir Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece girebileceği
birinci görüşün savunularındandır. Necati Özfatura bu görüşü en çok dile getiren dış
politika yazarı olmuştur. “Türkiye, yalnız Ortadoğu ile değil, Balkanlar, Akdeniz,
Ege, Kafkasya ve Trakya’daki siyasi depremlerin arasındadır. Anadolu, Hititlerden
194
Mehmet Barlas, Son Söz Saddam’ın Artık, Sabah, 13 Ocak 1991.
100
bu yana, bu derece ateş ve kaos çemberi içinde kalmamıştı. Türkiye, savaşın dışında
kalarak güçlü olmaya mecbur, hatta mahkûmdur.”
195
ABD’nin Kuveyt için Irak’a
saldırmak istemediği, asıl amacının farklı olduğu öne sürülmektedir. Savaştan
önceki süreçte Türkiye gazetesinde ABD sık sık eleştirilmektedir. Türkiye
gazetesinde ilk defa ABD ve Bush Türk ve slam Dünyasının düşmanı olarak
nitelendirilirken Necati Özfatura bu konuda şunları ifade etmektedir:
ABD’nin asıl hedefi hile ve oyunlarla girdiği Körfez bölgesinden bir
daha çıkmamak ve slam dünyasının kalbi ve hazinesi olan Ortadoğu’yu
Hıristiyan-Batı Siyonizm ittifakı adına doğrudan ya da örtülü
emperyalizm yollarıyla işgal etmektir... Türkiye, Türk ve slam
dünyasının şu anda en korkunç düşmanı olan Bush’un bir ayak oyununa
gelip savaş riskine girmemelidir. ABD, srail, AT ve Hıristiyan-Batı
emperyalizminin menfaatleri uğruna jandarmalık yapmak, Türkiye’nin
geleceği için çok tehlikeli olur.
196
Türkiye’nin Körfez Krizi’nde Bush’a güvenmemesi gerektiğini, çünkü Bush’un
kötü niyetli, asrımızın Hitleri olduğunu, bu savaşı da ABD’nin menfaatleri için değil
de, Yahudi lobisinin kuklası olduğu için srail adına başlatacağını ve srail adına
yapılacak bir savaşın içinde Türkiye’nin olmaması gerektiğinin altı ısrarla
çizilmektedir. Türkiye’nin bu dönem boyunca sergilediği dış politikası da
eleştirilmektedir. Çünkü Türkiye’nin tarihi ve coğrafi olarak bir Ortadoğu ve slam
ülkesi olduğu, Türkiye’nin bu savaştaki yerinin ABD ve srail’in Ortadoğu’daki
emellerine hizmet etmek olmadığı, Türkiye’nin ABD ve srail’in yanında olmakla
Ortadoğu ve Türk dünyasına lider olma potansiyelini tamamen ortadan kaldıracağı
195
M. Necati Özfatura, Kuveyt Filistin Meseleleri,Türkiye, 8 Aralık 1990.
196
M. Necati Özfatura, Tuzağa Düşmeyelim, Türkiye, 19 Aralık, 1990.
101
öne sürülmüştür. Ayrıca bu savaşın bir slam-Hıristiyan-Yahudi savaşına
dönüşebileceği üzerinde de durulmaktadır. Necati Özfatura:
Bu çatışma kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın ki, çok kısa bir süre
sonra belki de insanlık tarihinin en korkunç savaşına slam-(Hıristiyan-
Yahudi) savaşına dönüşecektir. Türkiye, ne hazindir ki slam
dünyasında ABD’nin sözcüsü gibi davranarak büyük bir fırsat
kaçırmıştır. Türkiye, Bush ve AT’nin gözüne girmek uğruna Arap
dünyasında prestij kaybetmiştir. Türkiye bu krizi önleyebilir ve
Ortadoğu’nun liderlik yolunu açmış olurdu, ama bu fırsat kaçmıştır.
197
demektedir. Bu durumda Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının Türkiye’nin
Ortadoğu’daki çıkarlarına uygun olmadığı, bununla ekonomik çıkarlarını ve
prestijini kaybedeceğinin altı çizilmektedir. Ayrıca Ortadoğu ve slam dünyasının
lideri olma şansını da yitirdiği vurgulanmaktadır. Irak’ın Türkiye’ye saldırmadığı
müddetçe savaşa girmenin Türkiye için bir macera, hatta felaket sebebi olacağı ifade
edilmektedir. Körfez krizinde takip edilen politikalar genellikle Türkiye’nin ikinci
bir srail olacağı, ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu olacağı şeklinde
eleştirilmektedir. Bekir Coşkun bunu şu şekilde ifade etmektedir:
Amerikalı General Aleksander Haig Türkiye için şöyle diyor:
‘Türkiye’yi bölgede belirsiz bir gelecek bekliyor. Kimse ne olacağını
bilmiyor...’ Oysa biz umutluyduk ve politikamızı koymuştuk. ‘Bir koy
üç al’ Türkiye’de Türkler geleceği böyle parlak, kârlı görürken, General
Haig’in Türkiye’nin geleceğini ‘belirsiz ve ne olacağı belli olmayan’
biçimde görmesi neden? Cevabı o kadar da zor değil: Yıllardır
Ortadoğu’nun ‘lideri’ olmaya çabalayan Türkiye bu krizde ‘barışçı,
arabulucu, denge unsuru’ olmak yerine, bir ikinci srail rolünü üstlenip
Bush’tan çok Bush’cu kesildi ve tüm Ortadoğu’nun güvenini yitirdi.
197
M. Necati Özfatura, Savaş çin Hazırlık, Türkiye, 25 Aralık, 1990.
Dostları ilə paylaş: |