kullandığını böylece hikâye seçimine özen gösteren bir
şâir olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca, T uhfetü’l-Emsâl’in
Nâbî’nin olduğu sanıldığını ve “Tuhfe-i Dilkeş-i N âbî”
adıyla da basıldığım; edebî eserlerin başka şâirler adına
kaydedilmesinin edebiyat tarihçilerinin önüne çıkan
problem lerden olduğunu söylem iş ve bu konudaki
düşüncelerini dipnotlarda belirttiği kaynaklarla da
desteklemiştir.
T u h fetü ’l-E m sârd e beş ayrı hikâye vardır. Her
hikâyeden sonra birer “Tem sil" ile birer “m ünâcât"
bulunm aktadır. B öylece her bölüm , üç kısım dan
oluşmaktadır.
Kanaatimizce, eserdeki “bölüm ve konular"dan
sonra “özetler”in ve daha sonra “hikâye ve temsiller”'\n
verilmesinin daha uygun olacağı bütün hikâyeler, önce
“B ölüm ler ve K o n u la r ı” (s.27-30); “H ikâye ve
Temsiller” (s.30-39); daha sonra “Özetler” (s.39-61)
halinde okuyucuya d ağınık olarak sunulm uştur.
Klâsik edebiyat geleneği içerisinde önemli bir
konuma sahip olan mesnevi türü, mukayeseli olarak
incelenmeli ve bu türün eserleri, hem kendi içerisinde
birbirleriyle hem de İran edebiyatındaki benzerleriyle
karşılaştırılarak Türk mesneviciliğinin gelişmesi ortaya
konulmalıdır.
Elimizdeki bu çalışm ada da, hikâyede geçen
olaylar sadece anlatılmakla kalınmamış, yazılma sebepleri
araştırılmış ve başka olaylarla bağlanülan da kurulmuştur.
Bu bağlantılar, İran Edebiyatına kadar götürülmüştür.
Böylece bu eser, zevkle okunan, okuyanı düşündüren
bir manzarayı da gözlerimizin önünde canlandırmıştır.
Abdülkâdir-i Geylânî’nin menkâbevî yaşamından
bir kesitin verildiği hikâye ile Feridüddin A ttar’ın
M antıku’t-T ayr’ındaki bir hikâye; “Hikâyet-i İskender-
i Z ü ’l-Karneyn ü C âlinûs” başlığında anlatılanlarla
Tebrizli Ahmedî’nin E srâr-nâm e’sindeki yedinci hikâye
ve T aşlıcalı Y a h y a’nın “ G ü lşe n -i E n v â r ’ındaki
“Hikâyet-i R a ’n a ” arasında konu bakımından bir ilgi
kurulmuştur. Ayrıca, Calinus’un İskender’e söylediği
sözlerle M evlânâ’nın M esnevi’sinde geçen bir olaya
işaret edilmiştir.
Konusunu Osmanlı tarihinden alması ve Yavuz
Sultan Selim’i tenkit etmesi bakımından önem arz eden
“Hikâyet-i Pûzîne Bâ-Sultân S elîm ” adlı hikâye ile
birlikte Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in bir başka
satranç macerası anlatılmış ve arasında bir bağ kurularak
yorum yapılmıştır. Adı geçen hikâyenin sonunda yer
alan temsilde de Süleyman Peygamber’e itaat etmeyen
rüzgârın hikâyesiyle M evlânâ’nın M esnevi’sinde dile
getirilen olayla ilgi kurulmuştur.
Eserin son hikâyesi olan “H ikâyet-i Şeyh-i
M ukallid"m ardından Taşlıcalı Yahya Bey’in Gülşen-
i E nvâr adlı mesnevisinden alınmış iki hikâye anlatılmış
ve aynı konunun işlendiği kanatine varılmıştır. Son
temsil konusunda Musa Peygamber ile Firavun arasındaki
olaylardan birinin anlatıldığı hikâye ile S a d î’nin
G ü lista n ’ındaki hikâyelerden birisi arasında bir ilgi
aranmıştır.
Eserde, “vezni ve plânı" (s.26) başlığında sadece
mesnevinin vezni ve plânı hakkında sınırlı bilgiler
verilmiş olup eserin dil ve üslûbu üzerinde de ayrıca
durulmamıştır. Eserin iç ve dış yapısı sağlam bir kuruluş
göstermekte olup kafiyeleri, zengin ve ahenklidir. Dili
a k ıc ı ve s a d e d ir. A n la tım sö z s a n a tla r ıy la
zenginleştirilm iştir. Tasvirler canlı ve olayın bütün
yönlerini yansıtabilecek niteliktedir. N âlî, halkın
kullandığı atasözü ve deyimleri rahatlıkla dizelerinde
kullanmıştır. Bu unsurlar aynı zamanda verilmek istenen
dersin etkisini de kuvvetlendirmiştir. Eserde geçen, tespit
edebildiğimiz bu beyitlerden bazılarını Nâlî’nin şâirliğine
örnek olması amacıyla verebiliriz:
Ncıhsa düşüp yıldızı ‘âmîlerün
Başına gün toğnıadı şâmîlerün
(s.135- b.499)
Didi uyan gâyete itdi mesâ
Başuna gün toğdı tur ey mübtelâ
(s.I4 0 -b J5 0 )
Oldı ser-â-pâ bedeni lerze-nâık
Nutkı tutıldı olayazdı helak
(s.l41-b554)
Çaldı kaşın ol biit-i Çîn ü Çigil
Mîri bu vaz eyledi âzürde-dil
(s.141-b559)
Düşdi heınân ardına giirgüıı bere
Başa gelür her ne yazılsa sere
(s.l47-b.617)
Yazdı ınecâzun bu kadar kıssasın
‘A rif olan bundan alur hissesin
(s,153-b.666)
Zâg-ı belâ gibi üşüp başına
Bakmadılar gözlerinün yaşına
(s.l61-b.740)
Sıdk ile ferş eyledi hâke yüzin
Halka gibi dikdi kapuya gözin
(s.!65-b.778)
2001
/
Güz 30
Bilge 45
Cânı kopup ağan a geldi hemân
Ditredi endâmı çii berg-i hazân
(s.l74-b.888)
Kıldı tebessüm didi sen gör yarak
Sanma ola ‘âşıka Bağdâd ırak
(s.l78-b.924)
Biri didi rene ile yekdür emek
Olmaz emek olmasa halvâ yem ek
(s.239-b.l524)
Didi meseldür bunı gûş eyle sen
Kuş kuş ile avlanır ey gül-beden
(s,149-b.629)
Bir iki sâ 'at kapuda turdılar
H alka sıfat bâba kulak urdılar
(s.l78-b.931)
Nevbeti geldükde gehî şeş-perün
Gözleri dört olur idi migferün
(s.215-b.l296)
Oldı perâkende ricâl-i neberd
Döndi tolu urmışa sahrâ-yı nerd
(s.219-b.!331)
Kalbine düşmişdi katı bîm-i cân
Girmez idi gûşına pend-i cüvân
(s.264-b.17649)
Pâyına yü z sürmeğe bernâ vü pîr
Gelse nasîb olmaz idi binde bir
(s.243-b,1560)
Bukalemun gibi virüp ana reng
Eyledi pûzîneyi reşk-i peleng
(s.224-b.l385)
Şevka getürdi nagamı 'askeri
Çalmadan oynarlar idi her biri
(s.219-b.l327)
Kıble-i m ü’min bir olur ey nigâr
İtme kelâmunla beni dil-figâr
(s,184-b.996)
Açma ruhin hâsılı ol meh-veşün
Yok oyum âb ile bil âteşün
(s.l73-b.875)
Ditredi endâmı sarardı yüzi
Kaynadı sevdâsı karardı gözi
(s.l59-b.719)
Cem ’-i havâs eyledi açdı gözin
M iri görüp eyledi zâyi ’ özin
(s,141-bJ53)
Gerçi ki kaçmak kişiye 'ârdur
Lik mahallinde 'aceb kârdur
(s.259-b,1721)
Tutma kulak lâbesine duhterün
Olma sakın tâlibi sîm ü zerün
(s.203-b.l 183)
B eyitlerden de an laşıld ığ ı gibi N â lî, şiirde
atasözlerini ve T ürkçe tabirleri bolca ve güzelce
kullanarak, Türkçe kelim elerden kafiyeler yaparak
T ü r k ç e ’yi ş iird e iş le m iş tir . Ş iird e k i T ü rk ç e
söyleyişlerinin yanı sıra, onun sanat yapma kaygısına
düşmeden, tamamen “hayaTden ziyade N âbî’de olduğu
gibi “fikir”in ön plânda bulunduğunu da görüyoruz.
Müstensihlerin Nâbî ve Nâlî adlarını karıştırmalarının
boşuna olmadığı kanaatindeyiz.
Hikâyelerin konulan menkabelerden ve tarihten
alınmış; okuyucuya bilgi vermek ve onları eğitmek
am acı gü d ü lm ü ştü r. İçin d e ta sa v v u fî ve ah lâk î
düşünceler yanında öğüt yönü ağır basan beyitler de
çoktur.
Kitabın tamamının güzel bir özeti diyebileceğimiz
“so n u ç” (s.66) ve zengin bir
“bibliyografya” (s.67-
69)dan sonra ikinci bölüm başlamaktadır. “Tuhfetü’l-
E m sâl'in Tenkitli M etn i” başlıklı bu bölüm de önce
“transkripsiyon işaretleri” "metnin kuruluşu” (s.73)
ile ilgili b ilgiler verilm iş ve daha sonra m etnin
“nüshalar"\ (s.74-77) tanıtılmıştır. Yazar, bu çalışma
için on iki nüsha tespit ettiklerini ancak bunlardan
durum a uygun beş ta n e sin in se ç ild iğ in i h ab er
vermektedir.
Eserin giriş bölüm ünde şiirin ilk dizesindeki
“b esm ele” ikinci dizesiyle kafiyelidir. B ütünüyle
“b e sm e le ”ye ayrılm ış bulunan on iki beyitlik bu
bölümde şâir, “besmele”nin erdeminden, “besmele”de.
bulunan her harfin neye delâlet ettiğinden söz etmiş;
daha sonra “te v h îd " e ve d iğ e rle rin e g eçm iştir.
Konunun işlendiği bölüm, beş farklı hikâyeden
meydana gelmiştir. îlki, “Hikâyet-i M îr ü M uhteşem"
başlığıyla (s. 132-151) mecazi bir aşk hikâyesi olup
hikâyeden hem en sonra “te m sil" (s. 152-154) ve
“m ünâcât” (s.154-157) yer almaktadır.
Bilge 46
2001
/
Güz 30